İngiltere'de bulunan London of School of Economics' in başkanı Anthony Giddens "Modernliğin sonuçları" isimli eserinde Modernliğin temel parametreleri olan kapitalizm, endüstriyalizm ve ulus-devletin belirleyici önemlerini sürdürdüğünü belirtiyor ve bunun da ötesine giderek Risk-güven-zaman-uzam uzaklaşması, soyut uzmanlık sistemleri, küreselleşme ve ontolojik güvenlik gibi kavramlar üzerinde durarak modernliğe özgü kurumların insanların dünyayı ve kendilerini algılayış biçimlerini köklü ve geri dönüşsüz bir biçimde değiştirdiğine dikkat çekiyor. (Giddens Anthony, "Modernliğin Sonuçları" Ayrıntı Yayınları 1994 )
Modern Toplumlar (ulus- devletler)
Giddens, toplum kavramı etrafında daha dikkatli olunması gerektiğini belirtir. Bunun nedeni olarak şunları görür. Toplumbilimi, "toplumlar'ın incelenmesi olarak gören yazarların bunu açıkça ifade etmeseler de modernlikle ilişkilendirilmiş toplumlar vardır, ve bu tür toplumları kavramsallaştırırken kendi iç bütünlüğü olan,oldukça kesin biçimde sınırlandırılmış sistemleri göz önüne alırlar. Bu toplumlar "Ulus-devletlerdir. Ancak belli bir toplumda söz eden bir toplumbilimci bu kavram yerine "ulus" yada "devlet" terimlerini gelişigüzel kullansa da kullansalar da modern toplumların doğasını açıklamada, ulus-devletin özel vasıfları üzerinde durulması gerektiği üzerinde durur.
Modern toplumların (Ulus-devletler) sosyo-politik sistemini ve "Uluslarının kültürel düzenlerini" de aşan bağ ve ilişkiler yoluyla içice geçmiş durumda olduğunu, modern toplumların mekan-zaman kuşaklaşmasının daha fazla olduğunu modernliğin doğasını kavramada modern kurumların aşırı devingenliğini ve globalleştirici kapsamını hesaba katmanın ve geleneksel kültürle arasındaki süreksizliğin doğasını açıklamanın zorunluluğu üzerinde durmanın önemine dikkat çeker.
Modernliğin dinamizminin "zaman ve mekanın ayrılmasından" ve toplumsal yaşam içinde kesin bir "zaman-mekan" dilimlendirmesini sağlayacak biçimlerde yeniden birleşmelerinden: toplumsal sistemlerin "yerinden çıkarılması" ndan ve toplumsal ilişkilerin bireylerin ve grupların eylemlerini etkileyen sürekli bilgi girdilerinin dışında "düşünümsel olarak düzenleme ve yeniden düzenleme" sürecinden kaynaklandığını belirleme açısından zaman ve mekanın düzenlenmesinden başlayarak "güven"in doğası üzerine ayrıntılı bir bakış getirmek üzerinde durur.
Bunun için zaman ve mekanın ayrılmasının modernliğin dinamizmini sağlayan etken olduğunu belirtir. Bu konunun önemini vurgulamak için 3 çıkarım üzerinde durur.(sh:25-32)
1.Zaman ve mekanın ayrılarak standart "boş" boyutlar haline gelmeleri, toplumsal etkinlik ile bu etkinliğin mevcudiyet bağlamlarının özellikleri içine "yerleştirilmişliği" arasındaki bağları koparıp atar.
2. Bu olgu, bunu modern toplumsal yaşamın ayırt edici özelliği olan rasyonel örgütlenme için bir dişli görevi görmesidir. Modern Devletlerde dahil olmak üzere kurumların ve örgütlerin kimi zaman Weber'in bürokrasiyle ilişkili gördüğü daha durağan, eylemsiz bir niteliğe bürünebilirler. Modern örgütler yerel ile küreseli daha geleneksel toplumların aklına bile gelmeyecek yollarla birbirine bağlayabilmekte ve bunu yaparken milyonlarca insanın yaşamını sürekli olarak etkilemektedir.
3.Modernlikle ilintilendirilen radikal tarihsellik, önceki uygarlıklarca kullanmayan, zaman ve uzay içine "yerleştirme" tarzlarına dayanan "tarih'in" gerçek bir etkiyi sağlaması modern toplum dönemlerinde sağladı. Böyle bir anlayışın yerleşmesinde geleceğin biçimlendirilmesinde sistematik olarak temellük edilmesi anlamındaki tarihsellik olgusunun modernliğin ortamında daha bir itici güce sahip olduğunu vurgulamaktadır.
Buna örnek olarak Yeryüzünün çok sayıda haritalarda parçalı olarak ortak bir geçmişe sahip olma anlamında zaman ve mekanın tarihsel eylem ve deneyim çerçevesinde birleştiklerini belirtmektedir.
Giddens, toplumsal ilişkilerin yerel etkileşim bağlamlarında kaldırılması ve sonsuz uzunluktaki zaman ve mekan boyunca yeniden yapılandırılması olarak tanımladığı kavram üzerine dikkati çeker.
Bu olgulara örnek olarak iki yerinden çıkarma düzeni vardır.
1. Simgesel işaretler (symbolic tokens)
2. Uzmanlık sistemleri
Simgesel işaret kavramıyla anlatmak istediği, herhangi bir özel konumda onları elinde bulunduran kişi yada grupların belirli karakteristiklerine bağlı olmaksızın "elden ele geçebilen" değişim değişim araçlarını kastetmektedir. Bunlara meşruiyet araçları gibi çeşitli simgesel işaret örnekleri verilebilir. Bunlardan üzerinde en çok durduğu ve daha önceki düşünürler tarafından da üzerinde tartışılagelen "para" kavramıdır.
PARA
Paradan Marks'ın deyimiyle evrensel fahişe olarak söz eden para kavramı saf meta olarak oynadığı rol dolayısı ile değişim değerinin genelleştirilmesini olanaklı kılar.
Parsons'a göre para modern toplumlardaki iktidar ve dil gibi birçok "tedavül aracı"ndan biridir. (sh:28)
Giddens, parayı bir zaman ve mekan uzaklaşması aracıdır, paranın zamanla ilişkisini kesmesi de dile getirilmiştir.
Paranın kredi ve borç şeklinde tanımlanan yapısında, değişik konularda ve çok sayıda yapılan değiş tokuşlarla ilgili olduğu için zamanla ilişkilendirilir.
O halde Giddens'in tabiri ile para, zamanı paranteze almanın ve ticari işlemleri belirli bir değişim alanının dışına taşıma yolu olarak nitelendirilebilir.
Para zaman ve mekan içinde çok ayrı yerlerde bulunan kişiler arasında ticari işlemlerin yürütülmesini sağlar.
Simmel'e göre paranın rolü, birey ve birey mülkü arasında mekansal uzaklıkla ilişkilidir. (sh:29)
Paranın farklı mekanlarda özdevingenlik sağlayacağı bir köprü işlevi görmesi kişinin mülk ve sahibine herhangi bir girişimi üzerinde bağımsızlık sağlayabileceği birbiçim alması imkanını verir.
Günümüzün mal parası bir bilgisayar çıktısına rakamlar şeklinde aktarılan enformasyon biçimini alarak temsil edildiği araçlarından bağımsız duruma gelmiştir.
Bu bağlamda Parsons gibi parayı bir tedavül aracı olarak görmenin yanlışlığına dikkat çeken Giddens, paranın metal yada kağıt olarak dolaştığının fakat modern bir ekonomik düzende parasal işlemlerin büyük kısmının bu biçimleri almadığını belirtir. (sh:29)
Cencini, paranın "dolaştığı" ve bir "akış" olarak düşünülebileceği yolundaki basmakalıp fikirlerin temelde yanıltıcı olduğuna işaret eder.
Para, zaman ve mekanla bir akış olarak değil (örneğin para su gibi aksaydı dolaşımı doğrudan zamanla açıklanırdı) anındalık ve ertelemenin varlık ve yokluğun birbirine bağlanması yoluyla zaman ve mekanı paranteze almanın bir aracı olarak ilişkilendirilir.
Giddens "mal para" nın özgül bir simgesel işaret biçimi olduğu kadar, modern toplumsal yaşamın vazgeçilmez bir parçası olduğunu dile getirir. Modern dönemdeki en karakteristik yerinden çıkarma biçimlerinin bir örneği olan kapitalist pazarlar arasında vazgeçilmez bir parçasıdır.
Paranın modern kurumlar içerisinde oynadığı rolün temelinde "Güven"in sağladığı pay önemlidir.(sh:30)
Simmel'de Keynes gibi parasal işlemlerdeki güveni "halkın hükümete olan itimadı" ile ilişkilendirir.
Simmel'in dikkat çektiği gibi paraya duyulan itimad olası sonuçlara duyduğu "tümevarımsal bilgi"den farklı olarak bir şeye bağlılığı ifade ettiği "inanç" kavramıyla yolunda ilişkilendirilir.
GÜVEN-Uzmanlık Sistemleri
Uzmanlık sistemleriyle, içinde yaşanılan maddi ve toplumsal çevreyi düzenleyen teknik beceri yada profosyonel uzmanlık sistemleridir. Buna örnek olarak insanların kapsamlı olarak denetleme imkanından mahrum olduğu halde uzmanlık bilgisine sahip mimar ve mühendisin yeteneklerine duyulan güven ve inancı vermektedir. Buna ilişkin çok sayıda örnek verilebilir. (Otomobil tasarımı, kavşak, karayolları, trafik ışıkları vb. uzmanlık bilgisine dayalı alanlarla güven telkin eden uzmanlık sistemleriyle tanışılır.
Giddens'a göre güven, (sokaktaki adamın uzman sistemlere duyduğu) ne bu süreçlere tam bir katılma ne de söz konusu süreçlerin ürünü olan bilgiler üzerindeki uzmanlığa dayanır. Bu güven kaçınılmaz olarak inancın parçasıdır. (sh:32)
Giddens, güven kavramına özel bir önem verir, hatta kitabındaki düşünceleri içinde birincil önemde olduğunu belirtir.
Oxford ingilizce sözcüğü güveni: Bir kişi yada nesnenin bazı özellik ya da niteliklerine ya da bir ifadesinin doğruluğuna itimat etme ya da bel bağlama " olarak açıklar. Giddens'a göre güven risk koşulları (alın yazısı, kader) farkında olunmasını varsayarken itimatta bunun olmadığını iddia eder.
İtimat kavramını daha iyi açıklamak için Luhmann'ın görüşlerine yer verir. "Normalde itimat durumdasınızdır. Beklentilerinizin boşa çıkmayacağından eminsinizdir. Politikacılar savaştan kaçınmaya çalışacaklar arabalar bozulmayacak ya da bir pazar akşamı yürüyüşünüzde birden yola çıkıp size çarpmayacaklardır. Rastlantısal olaylarla ilgili beklentiler oluşturmadan yaşayamazsınız, ve hayal kırıklığı olasılığını az yada çok gözardı etmek zorundasınızdır. Hayal kırıklığını gözardı edersiniz: Çünkü, bu hem çok düşük bir olasılıktır, hem de başka ne yapacağınızda bilmiyorsunuzdur. Diğer bir seçenek ise sürekli bir belirsizlik durumu içinde yaşamak ve yerlerine koyacak hiç birşey olmadan beklentilerden vazgeçmektir." (sh:33-35)
Giddens, böylece itimat durumunda olan kişinin hayal kırıklığına tepkisinin başkalarını suçlayarak gösterdiğini, güven konumunda ise kusurun bir kısmını kendisinde omuzlamak zorunda olduğunu ve bir başkasına güven duymuş olmaktan pişmanlık duymasının olası olacağını kabul etmektedir. Güven ile itimat arasındaki ayrım hayal kırıklığı olasılığının kişinin kendi davranışından kaynaklanıp kaynaklanmadığına ve dolayısıyla risk ve tehlike arasında bir ayrım yapılıp yapılmadığına dayanır. Cuhmann'a göre risk kavramı göreceli olarak yeni bir kavram olduğu için, risk ve tehlikenin ayrılması olanağı modernliğin toplumsal karakteristiklerinden kaynaklanmış olmalıdır. Bu da temel olarak, insan etkinliğini etkileyen rastlantısal olayların (!) çoğunun, Tanrı yada doğa tarafından değil, insanın kendisi tarafından yaratıldığı düşüncesinden kavranmasına kaynaklandığını ileri sürmektedir.(sh:35)
Giddens güveni ve onun yardımcı kaynaklarını şu şekilde kavramsallaştırmaya çalışmıştır.
1.Güven temel ilke olarak riske değil, olumsallığa bağlıdır. Bir insana güven duyulması durumunda güvenilirlik varsayımı "dürüstlük " ya da sevgi nitelendirmesiyle ilgilidir. Bu da kişilere duyulan güvenin kişi için psikolojik etkenin önemli olduğunu açıklar. Giddens, güvenen kişinin kaderine manevi bir rehine verdiğini ifade etmektedir. (sh:36)
2.Güven, bir kişi yada sistemin güvenilirliğine duyulan inançla aynı değildir. O bu inançtan türetilen şeydir. Güven inanç ile itimat arasındaki bağdır, ve onu ''zayıf tümevarımsal bilgi" den ayıranda budur. Bu bilgi itimadı gerekçelendiren durumlar üzerinde bir tür hakimiyet kurulmasına dayanan "Confidence" tir. Bir anlamda her türlü güven, körü körüne güvenmektir.
3.Giddens, Güvenin özellikle şans kavramı, risk (fortune) ile içice olduğu ortamlarda çıkar. Tehlike ve risk birbirleriyle yakından ilişkili ama aynı değildirler. Riskin öngördüğü şey tehlikedir. Bir tehlikenin mutlaka farkında olmak gerekmez. Kişiler riskli olduklarında farkına varmadan eylemlere kalkışmaları ya da gizli bir risk taşıyan ortamlarda bulunmaları da kuşkusuz olasıdır.
Risk ve güven birbiri içine girmiş durumdadır. Güven, normalde belirli türdeki etkinliklerin tabi olduğu tehlikeleri azaltmaya yarar. Risk biçimlerinin, güven çerçevesiyle çevrelenerek kurumsallaştırıldığı (borsa yatırımı, fiziksel tehlikeli sporlar gibi) bazı durumlar vardır. Burada yetenek ve şans riski sınırlayan etmenlerdir, ama genellikle risk bilinçli olarak hesaplanır.
-Risk yalnızca bir kişisel eylem sorunu değildir. Büyük insan kitlelerini, bazı durumlarda, ekolojik yıkım yada nükleer savaş olaylarında olduğu gibi yerküre üzerindeki herkesi topluca etkileyen "risk ortamları" vardır.
Giddens, insanların modern toplumlarda, birçok yabancı ile göreceli olarak geçici ilişkiler kurulduğunu söyler.
Modern toplumsal etkinliğin anonim ortamlardaki günlük yaşamı oluşturan çeşitli karşılaşmaların Goffman'ın uygar ilgisizlik olarak adlandırdığı davranışla sürdürdüğünü belirtir. Buna örnek olarak iki kişinin birbirlerine karşı yürüyüp geçmeleri olayını verir. Bunun iki kişi arasındaki "ilgisizliğin" "kayıtsızlık" olmadığını bunun "kibar yabancılaşma" olgusunun dikkatle yönlendirilen bir gösterimi olarak tanımlar. İki insanın birbirine yaklaştıkça her birinin diğerinin yüzünü çabucak gözden geçirerek, uzaklara bakması olayını Goffman'ın deyimiyle "ışıkların söndürülmesi" diye adlandırır.(sh:76)
Giddens, Uygar ilgisizliğin modernlik ortamlarında yabancılarla karşılaşmalarda söz konusu olan görünür bağlılıkların en temel biçimidir. Yalnızca yüzün kullanılmasında değil, "düşmanca bir niyet taşımadığım için bana güvenebilirsin" mesajını ileten incelikli bedensel duruş ve konumların sokakta, kamu yapılarında tren yada otobüslerde, törenlerde eğlencelerde, diğer toplantılarda kullanılmaktadır.
Giddens uygar ilgisizliği özgün ve ilginç bir yaklaşımla "Fon müziği" biçimindeki güvene benzetir. Bu müziğin seslerin gelişi güzel bir araya getirilmesinden değil de dikkatlice sınırlandırılmış ve denetim altına alınmış toplumsal ritimlerden oluşan bir yapı oluşu, "uygar ilgisizliğin" Goffmann'ın "Odaklanmamış etkileşim" adını verdiği şeyin bir karakteristiği olduğunu belirtmektedir. (sh:77)
Modern Kurumlarının doğasının da, soyut sistemlerdeki güven düzeneklerine, özellikle de uzman sistemlere duyulan güvene derinden bağlıdır. (sh:78)
Gelecek, modernlik koşullarında her zaman açıktır. Yalnızca şeylerin sıradan olumsallığı açısından değil, toplumsal uygulamaların düzenlenmesine ilişkin bilginin düşünümselliği açısından da böyledir. Modernliğin geleceğe yönelik karakteri geniş ölçüde soyut sistemlere duyulan güven tarafından yapılandırılmıştır. Sokaktaki insan tarafından uzman sistemlere duyulan inanç, yalnızca modernlik önceki dünyada olduğu gibi bağımsız olarak gelişen olaylar evrenine ilişkin bir güvenlik duygusu üretmek değildir. Sorunu değildir, sorun uzmanlık bilgisinin yalnızca fayda ve risk hesabını değil, bilginin düşünüsel olarak sürekli uygulanmasının bir sonucu olarak olaylar evreninin kendisini de gerçekte yarattığı ( yada yeniden ürettiği) durumlardaki fayda ve risk hesabı sorunudur.
Giddens bunun anlamının ise modernliğin birçok yönünün küreselleşmiş olduğu bir durumda, hiç kimsenin modern kurumların içinde yer alan soyut sistemlerin tümüyle dışına çıkamamasıdır. Öyle ki, modernlik öncesi ortamlarda bireylerin hem ilkesel hem de pratik olarak rahiplerin, yargıçların, büyücülerin kararlarını göz ardı edebilecek günlük rutin işleyiş içerisinde yaşayıp gidebildiklerini ancak bu durumun modern dünya için geçerli olmadığını belirtmektedir.
Giddens, Güven ilişkilerini şu şekilde kavramlaştırmaktadır.(sh:82)
-Güven ilişkileri, modernlikle ilintilendirilen, yayılmış zaman-mekan uzaklaşmasına temel oluşturur.
-Sistemlere duyulan güven, sıradan insanın büyük ölçüde, ilgisiz kaldığı bilgilerin işleyişine karşı beslenen inancı içeren örtülü bağlılıklar" biçimini alır.
-Kişilere duyulan güven, görünür bağlılıkları kapsar: burada diğer kişilerin dürüstlüğüne ilişkin işaretler aranılır.
-Yeniden yerleştirim, örtülü bağlılıkların görünür olanlarla desteklendiği yada dönüştürüldüğü süreçlere işaret eder.
-Uygar İlgisizlik, Modernliğin, geniş ölçekli anonim ortamlarındaki güven ilişkilerinin temel bir yönünü oluşturur. Kendi özel güven düzeneklerini yani görünür bağlılıkları içeren karşılaşmaların oluşum ve çözülmeleri zemininde güvence veren bir "ses"dir.
-Ulaşma Noktaları, Sıradan birey yada topluluklarla soyut sistemlerin temsilcileri arasındaki bağlantı noktalarıdır.
İnsanların çoğunun neden üzerinde kendi teknik bilgilerinin çok az olduğu ya da hiç bulunmadığı uygulamalara ve toplumsal düzeneklere güvendiği olgusu sorgulamaya çalışan Giddens, Resmi eğitim süreçlerindeki "gizli müfredat" bahseder. Bilim öğretiminde çocuklara yalnızca teknik bulguların içeriğinin anlatılmadığı, bunun yanısıra tüm teknik bilgi çeşitlerine karşı "bir saygı" havası yaratılmak istendiğine dikkat çeker.
Bilim Öğretimi, modern eğitim sistemlerinin çoğunda bilginin kuşku kabul etmez "ilkeler" başlatıldığını tartışmalı konularla yahut bilgi savlarının yanılabilirliğinden haberdar olmak için eğitimini yıllarca sürdürdükten sonra öğrenebileceğini iddia eder. (sh:82)
Bilimin teknik uzmanlaşmaya dayanan saygıyı besleyen güvenilir bir bilgi imgesini koruduğunu kabul etse de sıradan insanların soyut sistemlere yahut güven ilişkilerinin temelinde yatan müphemlikle (ambivalence) barındırdığını belirtir. Zira güven, bilgisizliğin olduğu yerde beklenir. Giddens, Bilimin ve teknik uzmanlığın halk arasındaki betimlemelerinin tipik olarak saygıyı: "hoca" sıradan insanlarla ilgili az şey bilen, espri duygusundan yoksun bir teknisyen, yada çılgın bilim adamı kalıp yargılarında olduğu gibi, düşmanlık yada korku tutumlarıyla iliştirir.
Birçok insan, simgesel işaretler ve uzmanlık sistemlerine karşı besledikleri güven itibari ile adeta "Modernlikle Pazarlık Yaparlar" (sh 83)
Belirli soyut sistemlere yönelik güven yada güvensizlik tutumları, ulaşma noktalarındaki deneyimlerden büyük ölçüde etkilenmektedir. Teknik Uzmanlar olduğu kadar, sokaktaki insanlar içinde iletişim medyası ve diğer kaynaklar yoluyla sağlanan güncelleşmiş bilgilerde burada etkilidir.
Giddens, Modern Yönetimin siyasal liderler ile halk arasındaki karmaşık güven ilişkilerine dayandığını belirtir. Seçim sistemleri yalnızca çıkarların temsilinin güvence altına alınmasının araçları olarak değil, siyasetçileri ve halk kitlelerini birbirine bağlayan ulaşma noktalarının kurumsallaşmasının yolları olarak değerlendirilebileceğini, seçim bildirgeleri ve diğer propaganda araçlarının güvenilirlilik sergileme yöntemleri olduğunu ve burada birçok yeniden yerleştirme işlemi yapıldığını bebeklere gülerek bakıldığını, bol bol el sıkıştığını, belirtmektedir. Siyasal uzmanlığı duyulan güvenin ise, başlı başına ayrı bir konu olduğunu bir kişinin yönetimsel sistemlerle olan bağlarını koparmanın ulus-devletlerin küresel yaygınlığının söz konusu olduğunda bunun olanaksız olduğunu belirtmektedir. sh 84
-Ontolojik Güvenlik: Ontolojik Güvenlik, Çoğu insanın kendi öz kimliklerinin sürekliliğine ve çevredeki toplumsal ve nesnesel eylem ortamlarının basitliğine duyduğu itimad olarak belirtir. Güven kavramında merkezi önemde olan, kişi ve şey'lerin inanılır (reliability) oldukları duygusunun ontolojik güvenlik duygularının temelini oluşturduğunu belirtir. (sh 85)
Güven, ontolojik güvenlik ve nesnelerin ve kişilerin sürekliliği duygusu yetişkin kişiliği içinde tümü bir diğeriyle yakından bağlı olarak var olurlar. Bu analizden, insan dışı nesnelerin güvenilirliğine olan güvenin, insanların güvenirliliği ve yetişmesine duyulan daha ilkel bir inanca dayandığı sonucu çıkar. Başkalarına duyulan güvenin sürekli ve yinelenen türde bir psikolojik gereksinim olduğunu başkalarının güvenilirliğinden yada dürüstlüğünden güvence çıkarmanın bildik toplumsal ve maddi çevrelerle ilgili deneyimlere eşlik eden bir tür duygusal doyum olduğunu, Bu ontolojik güvenlik ve rutin alışkanlığın kapsamlı etkisi yoluyla yakında bağlı olduğunu belirtmektedir.
Giddens Modern öncesi ve modern toplumlarda güven ve risk ortamlarının bir karşılaştırmasını yapmaktadır. (sh 93)
Buna göre Giddens, Modern öncesinde ilişki tiplerinin daha çok akrabalık ilişkileri olarak belirlerken, modern toplumda dostluk yada cinsel yakınlık ilgili kişisel ilişkiler den oluştuğunu; Öncesi modern ortamında yerel çevre kültürüne ait yerel topluluk mekansal aralığı oluştururken modernlikte bunun yerine soyut sistemler vardır.
Giddens, Modern öncesi toplumların insan yaşamı içerisinde ritvel uygulama tarzları olarak dinsel kozmolojileri koyarken garip bir şekilde hangi parametrelere dayandığını ispat edemeden bu odağın modern ortamında karşılaştırılabilir bir öneme sahip olmadığı gibi tarihin verileriyle çatıştığını düşündüğüm bir önermeyi benimsemektedir. O kadar ki Dinsel inanç ve uygulamaların genelde günlük yaşamın sıkıntılarından kaçış için bir sığınma sağlayabildiği gibi bir kaygı ve zihinsel korku kaynağı da olabileceğine dikkat çekerler, Dinin insanın varoluşsal kaygısının psikolojik bir noktasını işgal eden özel bir terör yarattığını, Weber?in "Kurtuluş dinleri" olarak adlandırdığı dinsel inanç ve uygulamaların günah ve yaşam sonrası kurtuluş vaadi arasında bir gerilim uyandırarak, günlük yaşamı varoluşsal korkularla etkilemeye yatkın olduğunu iddia etmektedir. (sh 98)
Giddens, modernlik öncesi güven ilişkilerinde temel odağın "gelenek" belirlerken, modernlikte ise Levi Stauss'un "tersine çevrilebilir zaman" kavramından yararlanarak ne "geçmiş" ne de "gelecek" "sürekli şimdiki zaman'dan ayrı, kendi başına varolan bir olgu olarak dahil eder.
Geleneksel kültürlerin risk ortamı fiziksel dünyanın tehlikeleriyle yoğun oranda etkilerken modern dünyada İse risk ortamları
-Modernliğin düşünümselliğinden kaynaklanan tehdit ve tehlikeler
-Savaşın endüstrileşmesinden kaynaklanan "insan şiddeti" tehdidi
-Modernliğin düşünümselliğinden benliğe uygulanmasından kaynaklanan kişisel anlaşmazlık tehdidi olarak belirlemiştir.(sh:101)
Modernlik dünyası ile ilgili uzmanlığın önemine dikkat çeken Weber'in görüşlerini bir modernlik fenomenolojisi olarak zikreder. Weber'e göre günlük deneyim rengini ve kendiliğindenliğini yalnızca bürokrasinin "çelik sağlamlığındaki" kafesinin sınırları içerisinde sürdürür. Giddens'e göre Weber'in bürokrasi betimlemesi asıl uygulama ortamlarında, yani geniş ölçekli örgütlerde, bile yetersiz kalmaktadır. Örgütler katılık yönünde kaçınılmaz bir eğilim olmaktan çok, özerklik ve kendiliğindenlik alanları yaratırlar, daha küçük gruplarda ise böylesi alanlara ulaşmak uygulamada pek zordur.(sh:124)
Marx'a göre modernlik Habermas'ın yerinde adlandırmasıyla "tamamlanmamış bir projedir" Bu canavar evcilleştirilebilir; çünkü, insanoğlu yarattıklarını her zaman denetim altına alabilir. Kapitalizm, yalnızca modern dünyayı yönetmenin akıldışı bir yoludur. Çünkü, insan gereksinimlerinin denetimli olarak karşılanmasının yerine pazar kaprislerini yerleştirmektedir.(sh:125)
Giddens birbiriyle diyalektik açıdan ilişkili dört deneyim yapısı açısından bir modernlik fenomenolojisi taslağı çıkartmaktadır.
1. Yer değiştirme ve yeniden yerleştirme:
2. Mahremiyet ve kişilik dişilik
3. Uzmanlık ve yeniden edinim
4.Özelcilik ve katılım:
Yer değiştirmenin özelliği küreselleşmiş kültür ve enformasyon ortamlarına girilmesidir. Bunun anlamı ise tanıdıklığın ve yörenin birbirine az bir tutarlılıkla bağlı olmasıdır. Mesela, Hiçbirimiz, yaşadığımız yerden binlerce mil uzaklıktaki olaylara, eylemlere ve fiziksel ortamların görüntülerine yabancı olmamayı örnek olarak verir. Bu anlamda elektronik medyanın ortaya çıkışının yer değiştirmenin yönlerini vurguladığını belirtmektedir.
Joshva Meyrowitz'in belirttiği gibi telefondaki bir kişi belki de dünyanın öbür uçunda olan karşısındakiyle aradaki uzaklığa karşın, aynı odada birlikte olduğu bir başkasından daha yakın biçimde bağlıdır.
Yer değiştirmenin karşısında yeniden yerleştirme vardır. Yerinden çıkarma mekanizmaları ile toplumsal ilişkileri ve enformasyon değişimini belirli zaman-mekan bağlamlarından kaldırır ama onların yeniden yerleştirme için yeni fırsatlara imkan verir. Buna örnek olarak: Eski kent çevresi üst üste binen gökdelenlerle yer değiştirirken diğer alanların restorasyonuna zemin hazırlar. Yine ulaşım araçları yerellik ile akrabalık arasındaki bağlantıyı zayıflatırken uzakta olan "yakın|n akraba"ları ziyaret etmeyi kolaylaştırarak yeniden yerleştirme imkanı verir. (sh:128)
Modernlik koşullarında giderek bir "yabancılar dünyasında" yaşadığımız düşünceside yanlıştır. Modern öncesinde başkalarıyla kurulan ilişkiler genellikle yöresel bir nitelik taşımaktaydı.
Giddens modern ortamda ilişkilerin "mahremiyetin dönüşümü" olarak adlandırdığı bir sistemle açıklamaktadır. Herhangi bir kentin sokaklarında yürüyen bir kişi tek bir gün içinde daha önce hiç karşılaşmadığı, şekilde binlerce yabancı ile karşılaşır. Ancak dışardaki dünya- evin ve yerel çevrenin tanıdık ortamından belirsiz zaman ve mekan aralığına dönüşen dünya- tümüyle kişilik dışı bir dünya değildir. Modern türdeki mahremiyet ilişkilerinde güven her zaman müphem bir nitelik taşır ve ayrılma olasılığı hemen hep vardır. Kişisel ilişkiler kesilebilir ve mahremiyet bağlan kişilik dışı bağlantılar alanına geri dönebilir; biten bir aşkın sonunda yakın kişi birdenbire yeniden bir yabancı oluverir. Kişisel güven ilişkilerin günümüzde öngörüldüğü "karşıdakine kendini açman" beklentisi karşındakinin hiç bir şey gizlememe zorlaması, güvene ve derin karşı duygularını birbirine karıştırır.(sh:129)
Modernlik koşullarında uzmanlık yalnızca varolan olağanüstü çeşitlilikteki psikoterapi ve rehberlik biçimlerinde değil "ilişki" konusunda teknik enformasyon sağlayan kitap, makale ve tv. programlarının çokluğundan da görüldüğü gibi mahremiyetin bir parçasıdır, ancak bu habermas'ın ileri sürdüğü gibi, soyut sistemlerin teknik uzmanlığı kişisel kararların önüne geçirerek önceden varolan bir "yaşam dünyası"nı kolonileştirdiği" anlamına mı gelir.
Giddens'e bu sorunun cevabı Hayır'dır. Nedenlerini ise şu şekilde sıralar.
1. Modern Kurumla kendilerini bir "yaşam dünyası" içine tümüyle yerleştirmezler. Bu dünyadan geri kalan kalıntılar çoğunlukla her zaman oldukları gibi kalırlar.
2. Teknik uzmanlığın, sokaktaki insanlar tarafından soyut sistemlerle girdikleri rutin ilişkilerin bir parçasını oluşturacak biçimde sürekli yeniden temellük edilmesidir.. Hiç kimse, mevcut muazzam karmaşıklaşmış bilgi sistemlerinin birkaç ufak bölümünden fazlası üzerinde gerek tüm uzmanlık bilgisine gerekse uygun biçimsel yeterliliklere sahip olma anlamında uzman olamaz.
Giddens'e göre: Nükleer terör olasılığının bütün uygarlıkları yok etme tehdidi karşısında Lach'ın kullandığı anlamda "hayatta kalma" anlayışının hala varolacağı süre içerisinde güvenlik ve tehlike dengesi açısından bakarak "artık"başkaları" yoktur. Kimse tümüyle dışarıda kalmaz. Birçok durumda modernlik koşulları, modernliğin yapısal düşünümselliğinden ve modern ulus-devletlerin poliyarkal sistemleri içinde toplu örgütlenmeler için birçok olanak bulunmasından dolayı özelcilikten çok, aktivizmi teşvik eder. (sh:133)
Giddens, daha önce dile getirdiği, Juggernaut: (Hintçe dünyanın efendisi anlamına gelen Tanrı Jagannath sözcüğü gelme bir deyim. Bu tanrının bir heykeli her yıl dev bir araba üzerinde sokaklarda gezdirilir, Söylendiğine göre müritleri ezilmek için kendini bu arabaların altına atarlardı. Juggernout, ona direnenleri ezip geçer, kimi zaman düzgün bir yol izler gibi görünürken, kimi zaman önceden kestiremeyeceğimiz yönlere doğru beklenmedik biçimde sapı verir. Giddens'e göre modernlik juggernaut'u bütünleşmiş makinelerden yapılmış bir araç değil, içinde gerilimli, çelişik, çekişen, farklı etkilerin bulunduğu bir yapıdır.
Giddens, Juggernaut'u modernlik tehlikelerini en aza indirgemede, sunduğu olanakları en üst düzeye çıkarmada nasıl yönlendirileceği hususu ile ilgili kavramsal öneriler getiren Giddens bunu engelleyen başlıca faktörleri şu şekilde sıralar,
-Tasarım Yanlışları
-Kullanıcı hatası
Ancak bu iki unsurda modernliğin düzensiz yapısın oluşturan en Önemli öğeler değildirler. En önemli etkilerin ikisinden- amaçlanmamış sonuçlar ve toplumsal bilginin düşünümselliği
Giddens, bir sistemin ne kadar yetkin olursa olsun, Başlangıç ve işleyiş aşamalarının sonuçları diğer sistemlerin çalışması ve genelde insan etkinliği bağlamında tümüyle kestirilemediğini, Bunun bir nedenini dünya toplumunu oluşturan sistem ve eylemlerin karmaşıklığıdır. İnsan eylemi ve fiziksel çevrenin tek bir tasarım sistemi olmamasının nedeni toplumsal dünyayı etkileyen döngüsellikte görür. Yeni bilgi kavramları, bulguların toplumsal dünyayı yalnızca daha saydamlaştırmakla kalmayacağını, onu yeni yönlere doğru döndürecek yapısını da değiştirir. Bu olgunun etkisi modernliğin jugeernaut benzeri niteliğinde temel öneme sahip olduğunu ve toplumsal kurumların kendini olduğu kadar toplumsallaşmış doğayı etkilediğini bu nedenlerden dolayı "Tarihin" yakalayıp kendi amaçları doğrultusunda yönlendirmeyeceğini kendi eylemlerimizi üretip çoğaltsak bile toplumsal yaşamı tümüyle kontrol edemeyeceğimizi iddia etmektedir.
Ancak bunların olmasının juggernaut'u yönlendirme çabalarından vazgeçilmesi gerektiği anlamına gelmemesi gerektiğini tarih'in bizim yanımızda olmasının garanti edilemeyeceği, Ancak modernlik düşünümselliğinin temel bir öğesi olan geleceği yönelik düşüncenin ağırlıklı karşı olgusal yapısının olumlu içerimlerine yardımcı olabilecek alternatif gelecekler, Ütopyan gerçekçilik modellerini önermektedir.
Bu teoriyi de 4 ana kavramsal çerçevesi içerisinde incelemektedir.
Giddens'in önerdiği "ütopyacı gerçekçi" kuram ahlaki bağmımıtmadır ve "iyi niyetin" kendilerinin yüksek etkili risklerle dolu bir dünyada potansiyel olarak tehlikeli olabileceğinin kabul edilmesi anlamında siyasal açıdan jeopolitik olarak taktikçi olması gerektiğini belirtir. Ne ulus-devlet alanıyla ne de yalnızca modernliğin kurumsal boyutlarından biriyle sınırlı olmayan iyi toplum modelleri yaratmak zorundadır. Yine Özgürlükçü siyasetin (eşitsizlik siyaseti), yaşam siyasetiyle bağlantılı olması gerektiğini tanımlamaktadır. Özgürlükçü siyasetle eşitsizlikten kurtuluşu hedefleyen radikal girişimler kastetmektedir. Yaşam siyaseti içinde "başkalarının" olmadığı, herkes için bütünleyici ve doyurucu bir yaşam olanaklarını geliştirme yollarını arayan radikal girişimlere işaret eder. Bu "bir şeyden özgürleşme" ile "bir şey yapmaya özgür olma" arasındaki eski ayırımın bir versiyonudur. Ancak, "bir şey yapmaya özgür olma" tutumu, bir ütopyacı gerçekçilik çerçevesi ışığında geliştirilmek zorundadır
1. Modern Kurumla kendilerini bir "yaşam dünyası" içine tümüyle yerleştirmezler. Bu dünyadan geri kalan kalıntılar çoğunlukla her zaman oldukları gibi kalırlar.
2. Teknik uzmanlığın, sokaktaki insanlar tarafından soyut sistemlerle girdikleri rutin ilişkilerin bir parçasını oluşturacak biçimde sürekli yeniden temellük edilmesidir.. Hiç kimse, mevcut muazzam karmaşıklaşmış bilgi sistemlerinin birkaç ufak bölümünden fazlası üzerinde gerek tüm uzmanlık bilgisine gerekse uygun biçimsel yeterliliklere sahip olma anlamında uzman olamaz.
Giddens'e göre: Nükleer terör olasılığının bütün uygarlıkları yok etme tehdidi karşısında Lach'ın kullandığı anlamda "hayatta kalma" anlayışının hala varolacağı süre içerisinde güvenlik ve tehlike dengesi açısından bakarak "artık"başkaları" yoktur. Kimse tümüyle dışarıda kalmaz. Birçok durumda modernlik koşulları, modernliğin yapısal düşünümselliğinden ve modern ulus-devletlerin poliyarkal sistemleri içinde toplu örgütlenmeler için birçok olanak bulunmasından dolayı özelcilikten çok, aktivizmi teşvik eder. (sh:133)
Giddens, daha önce dile getirdiği, Juggernaut: (Hintçe dünyanın efendisi anlamına gelen Tanrı Jagannath sözcüğü gelme bir deyim. Bu tanrının bir heykeli her yıl dev bir araba üzerinde sokaklarda gezdirilir, Söylendiğine göre müritleri ezilmek için kendini bu arabaların altına atarlardı. Juggernout, ona direnenleri ezip geçer, kimi zaman düzgün bir yol izler gibi görünürken, kimi zaman önceden kestiremeyeceğimiz yönlere doğru beklenmedik biçimde sapı verir. Giddens'e göre modernlik juggernaut'u bütünleşmiş makinelerden yapılmış bir araç değil, içinde gerilimli, çelişik, çekişen, farklı etkilerin bulunduğu bir yapıdır.
Giddens, Juggernaut'u modernlik tehlikelerini en aza indirgemede, sunduğu olanakları en üst düzeye çıkarmada nasıl yönlendirileceği hususu ile ilgili kavramsal öneriler getiren Giddens bunu engelleyen başlıca faktörleri şu şekilde sıralar,
-Tasarım Yanlışları
-Kullanıcı hatası
Ancak bu iki unsurda modernliğin düzensiz yapısın oluşturan en Önemli öğeler değildirler. En önemli etkilerin ikisinden- amaçlanmamış sonuçlar ve toplumsal bilginin düşünümselliği
Giddens, bir sistemin ne kadar yetkin olursa olsun, Başlangıç ve işleyiş aşamalarının sonuçları diğer sistemlerin çalışması ve genelde insan etkinliği bağlamında tümüyle kestirilemediğini, Bunun bir nedenini dünya toplumunu oluşturan sistem ve eylemlerin karmaşıklığıdır. İnsan eylemi ve fiziksel çevrenin tek bir tasarım sistemi olmamasının nedeni toplumsal dünyayı etkileyen döngüsellikte görür. Yeni bilgi kavramları, bulguların toplumsal dünyayı yalnızca daha saydamlaştırmakla kalmayacağını, onu yeni yönlere doğru döndürecek yapısını da değiştirir. Bu olgunun etkisi modernliğin jugeernaut benzeri niteliğinde temel öneme sahip olduğunu ve toplumsal kurumların kendini olduğu kadar toplumsallaşmış doğayı etkilediğini bu nedenlerden dolayı "Tarihin" yakalayıp kendi amaçları doğrultusunda yönlendirmeyeceğini kendi eylemlerimizi üretip çoğaltsak bile toplumsal yaşamı tümüyle kontrol edemeyeceğimizi iddia etmektedir.
Ancak bunların olmasının juggernaut'u yönlendirme çabalarından vazgeçilmesi gerektiği anlamına gelmemesi gerektiğini tarih'in bizim yanımızda olmasının garanti edilemeyeceği, Ancak modernlik düşünümselliğinin temel bir öğesi olan geleceği yönelik düşüncenin ağırlıklı karşı olgusal yapısının olumlu içerimlerine yardımcı olabilecek alternatif gelecekler, Ütopyan gerçekçilik modellerini önermektedir.
Bu teoriyi de 4 ana kavramsal çerçevesi içerisinde incelemektedir.
Giddens'in önerdiği "ütopyacı gerçekçi" kuram ahlaki bağmımıtmadır ve "iyi niyetin" kendilerinin yüksek etkili risklerle dolu bir dünyada potansiyel olarak tehlikeli olabileceğinin kabul edilmesi anlamında siyasal açıdan jeopolitik olarak taktikçi olması gerektiğini belirtir. Ne ulus-devlet alanıyla ne de yalnızca modernliğin kurumsal boyutlarından biriyle sınırlı olmayan iyi toplum modelleri yaratmak zorundadır. Yine Özgürlükçü siyasetin (eşitsizlik siyaseti), yaşam siyasetiyle bağlantılı olması gerektiğini tanımlamaktadır. Özgürlükçü siyasetle eşitsizlikten kurtuluşu hedefleyen radikal girişimler kastetmektedir. Yaşam siyaseti içinde "başkalarının" olmadığı, herkes için bütünleyici ve doyurucu bir yaşam olanaklarını geliştirme yollarını arayan radikal girişimlere işaret eder. Bu "bir şeyden özgürleşme" ile "bir şey yapmaya özgür olma" arasındaki eski ayırımın bir versiyonudur. Ancak, "bir şey yapmaya özgür olma" tutumu, bir ütopyacı gerçekçilik çerçevesi ışığında geliştirilmek zorundadır
Giddens gelecek yönelimleri olarak toplumsal hareketin tipolojisini yine 4 ayrı kategoriye ayırır
Radikal katılım yöntemlerinin modern toplumsal yaşamda yaygın önem kazandıkça toplumsal hareketlerin gelecekteki gizli dönüşümlere öncülük edeceğini belirtmektedir. İşçi hareketleri toplumsal hareket olarak değerlendirmektedir.
İşçi hareketlerini çıkış noktalan ve eylem alanlarını kapitalist girişimciliğin yayılımıyla sınırlı sınırlı olan mücadeleci birliklerdir. İster reformcu İster devrimci nitelikte olsunlar bu hareketlerin kökleri, kapitalist ekonomik düzen içinde, özellikle de işyerinin sendikacılık yoluyla savunmacı denetimine ulaşma girişimlerinde ve devlet gücünü sosyalist siyasal örgütlenme yoluyla etkilemek yada ele geçirmek girişi mi erindedir. Özellikle modern kurumların gelişiminin oldukça başında işçi hareketleri ifade özgürlüğü ve demokratik hakların başlıca taşıyıcıları olma eğilimi göstermişlerdir. Ancak kaynakların modern devlet gözetim işlemleri alanında bulan ifade özgürlüğü ve yanlısı demokratik hareketler, analitik olarak ve terimsel olarak ayrı tutulması gerektiğini belirtir. Genelde siyasal katılım haklarıyla ilgili hareketleri olduğu kadar, bazı ulusçu hareket biçimlerini de içerirler. Bu bağlamda Mantın "Burjuva haklarını" yalnızca sınıf egemenliğinin bir ifadesi olarak indirgeyici bir biçimde değerlendirmeye çalışmakla hatalı bulur. Bu türden hakla ve söz konusu haklara ulaşmaya, onları savunmaya yada yaygınlaştırmaya yönelik mücadeleler, kapitalist ve devletçi sosyalist modern siyasal düzenlerde türsel bir öneme sahiptir. İşçi hareketleri ve konuşma özgürlüğü yanlısı demokratik hareketler "eski"dir. Yani, Barış hareketleri askeri ve polis gücünü de içerecek şekilde şiddet araçlarının denetimi arenasını seçmişlerdi. Giddens, dinsel değerlerde etkilenen bazı pasifıst hareketlerinde endüstri legosu savaşın ilk çıkış noktasına işaret ettiğini günümüzde belirli bir öneme sahip oluşunun sebebini de nükleer silahların işe karışacağı bir savaşın çıkmasıyla bağlantılı yüksek etkileri risklerin büyümesinin sonucudur.
Ekolojik hareketlerin savaşım alanı ise "yaratılmış çevredir. Ütopyacı gerçekçilik ışığında, bu hareketler, insanlığı daha güvenli ve insancıl bir dünyaya götürebilecek değişikliklerin biricik temeli değildir. Buna örnek olarak, Barış hareketleri, askeri tehlikeler karşısında taktik amaçların bilinçli olarak belirlenmesinde ve bunlara ulaşılmasında önemli olabilirler, bununlar birlikte Kamuoyunun, ticari şirketler ile ulusal yönetimlerin siyasalarının ve uluslararası örgütlerin gücünü de içeren diğer etkiler temeli reformlara ulaşmada çok önemlidir. Ütopyacı gerçekçilik tutumu, gücün kaçınılmazlığı kabul eder ve her türlü güç kullanımını zararlı olarak görmez.
Güç, en geniş anlamda herhangi bir işi yapmanın yoludur. Giderek artan küreselleşme ortamında fırsatları en üst düzeye çıkarmaya yüksek etkili riskleri en alt düzeye indirmeye çalışarak gücün eşgüdümlü kullanımını gerektirir. Bu yaşam siyaseti kadar özgürlükçü siyaset içinde geçerlidir. Ezilenlere duyulan sempati tüm özgürlükçü siyaset biçimleri için temel oluşturur. Ancak belirli amaçları gerçekleştirmek çoğu kez ayrıcalıklı olanların müdahalesine bağlıdır.
Devletler ve bölgeler arasındaki- özellikle de endüstrileşmiş ve az endüstrileşmiş ülkeler arasındaki yoğun eşitsizliklerle karakterize olan ve kaynakların kıt ve baskı altında olduğu bir dünyada kıtlık sonrası kavramının anlam aramaktan ziyade kendi kendini yok edecek bir yol izlemeyen bir dünya için "başka hangi seçenek vardır? sorusunu gündeme getirmektedir. Ekonomik açıdan yaşanan gelişmeleri buna örnek olarak veriyor. Ekonomik açıdan ileri devletlerdeki birçok insanın "Gelişme Yoğunluğu" yaşadıklarına ilişkin bulgular olduğunu, öte yandan, sürekli ekonomik büyümenin çoğunluğun yaşam kalitesini etkin biçimde yükseltmedikçe yararlı olmadığı yolunda genel kanıyla ilgili birçok delil olduğunu İddia etmektedir.
Bir kıtlık sonrası sistemin kuramsal boyutlarını şu şekilde belirler.

Bu anlaşmaların toplumsallaşmîş ekonomik örgütlenme biçimindeki örgütlenmelerin gelecek yıllarda artarak devam edeceğini öngörmektedir.
Modernliğin ikinci kuramsal boyutu olan gözetim ve yönetimsel güce bakıldığında, ulus-devletler içinde gözetim etkinliklerinin yoğunlaştırılması demokratik katılım yönünden artan baskılara yol açar. Buna örnek olarak kendilerini "demokratik" olarak adlandırmayan ülke kalmamış oluşunu örnek olarak verir. Çünkü, modern devletlerin yöneticileri etkin bir yönetimin, insanların aktif desteklerini gerektirdiğini keşfetmişlerdir. Bununla birlikte "hükümetin siyasal açıdan eşit olarak değerlendirilen
vatandaşlarının tercih/erine gösterdiği sürekli duyarlılık" olarak tanımlanan "poliyarki" yönündeki yönelimler şu anda ulus-devlet düzeyinde yoğunlaşma eğilimindedir. Ulus-devletin küresel düzen içindeki konumunun, alt düzeyde tomurcuklanan yeni yerel örgütlenme biçimleriyle ve üst düzeydeki uluslararası nitelikteki diğerleriyle birlikte değiştiği göz önüne alındığında, yeni demokratik katılım biçimlerinin de artarak ortaya çıkma eğilimi göstereceklerini beklemek akla yakındır. Bunlar, örneğin işyerinde, yerel örgütlerde, medya organizasyonlarında ve çeşitli türdeki Devletler arasındaki ilişkiler söz konusu sürece daha koordine bir küresel siyasal düzenin ortaya çıkması olası gibi görünmektedir. Artan küreselleşme yönündeki eğilimler devletleri, önceleri ayrı ayrı uğraşmak durumunda kalabilecekleri konular üzerinde işbirliği yapmaya, zorlayacağını düşünmektedir.
Giddens'e göre savaş araçlarının öneminin azaldığı bir dünyaya geçiş işin çok az şans bulunur, savaşsız bir dünya düşünmek, kuşkusuz ütopyacılıktır;
Benzeri bir durum "yaratılmış çevre" durumunda da geçerlidir. Teknolojinin sürekli devrimsel nitelikli değişimi, ivmesinin bir bölümünü kapitalist birikimin zorunluluklarından ve askeri kaygılardan alır. Ancak bir kez yoluna girdiğinde artık kendi dinamiğine sahiptir. Bilimsel bilgiyi genişletme ve bütün ilerlemelerin teknolojik değişmedeki etkinliğinin gösterilmesi çabası önemli bir etkendir. Jackues ElluFun belirttiği gibi teknolojik yenilik bir kez rutin olarak yerleştiğinde güçlü bir atalet niteliğine sahip olur. "Teknoloji, hiçbir zaman herhangi bir şeye doğru ilerlemez; Çünkü arkadan itilir. Teknisyen neden çalıştığını bilmez ve genellikle bununla da fazla ilgilenmez. Bir amaç için ortada herhangi bir çağrı da yoktur; arkada takılı duran bir motorun baskısı söz konusudur, ve bu motor makinenin bir an durmasına bile tahammül göstermez. Teknolojik unsurların birbirine bağımlılığı, olmayan sorunlar için çok fazla sayıda çözüm vardır"
Teknolojik yenilik süreçleri sürekli hızlanmaktadır. Ama teknolojinin insancıllaştırılmasına yönelik, insanlar ve yaratılmış çevre arasındaki şu anda geniş ölçüde "araçsal nitelikte olan ilişkinin içine ahlaki konuların giderek daha fazla girmesini de içerecek gibi görünmektedir.
Giddens yeni teknolojik gelişmeler ne olursa olsun (kapitalist verimliliğe faydalı olsalar bile, çevre sağlığı ya da askeri güvenlik için tehlike taşıyabilirler) Giddens potansiyel risklerin bir taslağını şu şekilde çizmiştir.

Yönetimsel kaynaklar açısından bakıldığında artan demokratik katılım eğilimlerinin karanlıkta kalan yüzünde totaliter bir iktidar yaratma olanakları bulunmaktadır.
Gözetim işlemlerinin yoğunlaştırılması demokratik katılımı için birçok fırsat sağlar: ancak bunun yanısıra politik gücün şiddet araçlarının tekelci kontrolüyle desteklenerek bir terör aracı olarak bölgesel kontrolü nede olanak verir. Zigmunt Baumann tarafından açıklandığı gibi totaliterizm ve modernlik birbirleriyle olumsal anlamda değil yapısal olarak da ilişkilidirler.
Modernliğin artık yeryüzündeki herkesin anlayabileceği diğer yüzünde, bir "böcekler ve çimenler cumhuriyeti" nden yada yıkılmış ve yaralanmış insan topluluklarından başka hiçbir şey olmayabileceğini ve kıyamet gününün gündelik yaşamın bir karşı-olgusu gibi bildik bir biçim aldığını ifade etmektedir.
Giddens'a göre modernliğin temel sonuçlarından biri küreselleşme olduğunu vurgular.
Modernlik yalnızca küresel etkisi açısından değil, dinamik karakterinde temel önemde olan düşünümsel bilgi açısından da evrenselleştiricidir. Bu niteliği modernliğin Batıya özgü kabul edildiğini itiraf eder.
KAYNAK:
Radikal katılım yöntemlerinin modern toplumsal yaşamda yaygın önem kazandıkça toplumsal hareketlerin gelecekteki gizli dönüşümlere öncülük edeceğini belirtmektedir. İşçi hareketleri toplumsal hareket olarak değerlendirmektedir.
İşçi hareketlerini çıkış noktalan ve eylem alanlarını kapitalist girişimciliğin yayılımıyla sınırlı sınırlı olan mücadeleci birliklerdir. İster reformcu İster devrimci nitelikte olsunlar bu hareketlerin kökleri, kapitalist ekonomik düzen içinde, özellikle de işyerinin sendikacılık yoluyla savunmacı denetimine ulaşma girişimlerinde ve devlet gücünü sosyalist siyasal örgütlenme yoluyla etkilemek yada ele geçirmek girişi mi erindedir. Özellikle modern kurumların gelişiminin oldukça başında işçi hareketleri ifade özgürlüğü ve demokratik hakların başlıca taşıyıcıları olma eğilimi göstermişlerdir. Ancak kaynakların modern devlet gözetim işlemleri alanında bulan ifade özgürlüğü ve yanlısı demokratik hareketler, analitik olarak ve terimsel olarak ayrı tutulması gerektiğini belirtir. Genelde siyasal katılım haklarıyla ilgili hareketleri olduğu kadar, bazı ulusçu hareket biçimlerini de içerirler. Bu bağlamda Mantın "Burjuva haklarını" yalnızca sınıf egemenliğinin bir ifadesi olarak indirgeyici bir biçimde değerlendirmeye çalışmakla hatalı bulur. Bu türden hakla ve söz konusu haklara ulaşmaya, onları savunmaya yada yaygınlaştırmaya yönelik mücadeleler, kapitalist ve devletçi sosyalist modern siyasal düzenlerde türsel bir öneme sahiptir. İşçi hareketleri ve konuşma özgürlüğü yanlısı demokratik hareketler "eski"dir. Yani, Barış hareketleri askeri ve polis gücünü de içerecek şekilde şiddet araçlarının denetimi arenasını seçmişlerdi. Giddens, dinsel değerlerde etkilenen bazı pasifıst hareketlerinde endüstri legosu savaşın ilk çıkış noktasına işaret ettiğini günümüzde belirli bir öneme sahip oluşunun sebebini de nükleer silahların işe karışacağı bir savaşın çıkmasıyla bağlantılı yüksek etkileri risklerin büyümesinin sonucudur.
Ekolojik hareketlerin savaşım alanı ise "yaratılmış çevredir. Ütopyacı gerçekçilik ışığında, bu hareketler, insanlığı daha güvenli ve insancıl bir dünyaya götürebilecek değişikliklerin biricik temeli değildir. Buna örnek olarak, Barış hareketleri, askeri tehlikeler karşısında taktik amaçların bilinçli olarak belirlenmesinde ve bunlara ulaşılmasında önemli olabilirler, bununlar birlikte Kamuoyunun, ticari şirketler ile ulusal yönetimlerin siyasalarının ve uluslararası örgütlerin gücünü de içeren diğer etkiler temeli reformlara ulaşmada çok önemlidir. Ütopyacı gerçekçilik tutumu, gücün kaçınılmazlığı kabul eder ve her türlü güç kullanımını zararlı olarak görmez.
Güç, en geniş anlamda herhangi bir işi yapmanın yoludur. Giderek artan küreselleşme ortamında fırsatları en üst düzeye çıkarmaya yüksek etkili riskleri en alt düzeye indirmeye çalışarak gücün eşgüdümlü kullanımını gerektirir. Bu yaşam siyaseti kadar özgürlükçü siyaset içinde geçerlidir. Ezilenlere duyulan sempati tüm özgürlükçü siyaset biçimleri için temel oluşturur. Ancak belirli amaçları gerçekleştirmek çoğu kez ayrıcalıklı olanların müdahalesine bağlıdır.
Devletler ve bölgeler arasındaki- özellikle de endüstrileşmiş ve az endüstrileşmiş ülkeler arasındaki yoğun eşitsizliklerle karakterize olan ve kaynakların kıt ve baskı altında olduğu bir dünyada kıtlık sonrası kavramının anlam aramaktan ziyade kendi kendini yok edecek bir yol izlemeyen bir dünya için "başka hangi seçenek vardır? sorusunu gündeme getirmektedir. Ekonomik açıdan yaşanan gelişmeleri buna örnek olarak veriyor. Ekonomik açıdan ileri devletlerdeki birçok insanın "Gelişme Yoğunluğu" yaşadıklarına ilişkin bulgular olduğunu, öte yandan, sürekli ekonomik büyümenin çoğunluğun yaşam kalitesini etkin biçimde yükseltmedikçe yararlı olmadığı yolunda genel kanıyla ilgili birçok delil olduğunu İddia etmektedir.
Bir kıtlık sonrası sistemin kuramsal boyutlarını şu şekilde belirler.
Bu anlaşmaların toplumsallaşmîş ekonomik örgütlenme biçimindeki örgütlenmelerin gelecek yıllarda artarak devam edeceğini öngörmektedir.
Modernliğin ikinci kuramsal boyutu olan gözetim ve yönetimsel güce bakıldığında, ulus-devletler içinde gözetim etkinliklerinin yoğunlaştırılması demokratik katılım yönünden artan baskılara yol açar. Buna örnek olarak kendilerini "demokratik" olarak adlandırmayan ülke kalmamış oluşunu örnek olarak verir. Çünkü, modern devletlerin yöneticileri etkin bir yönetimin, insanların aktif desteklerini gerektirdiğini keşfetmişlerdir. Bununla birlikte "hükümetin siyasal açıdan eşit olarak değerlendirilen
vatandaşlarının tercih/erine gösterdiği sürekli duyarlılık" olarak tanımlanan "poliyarki" yönündeki yönelimler şu anda ulus-devlet düzeyinde yoğunlaşma eğilimindedir. Ulus-devletin küresel düzen içindeki konumunun, alt düzeyde tomurcuklanan yeni yerel örgütlenme biçimleriyle ve üst düzeydeki uluslararası nitelikteki diğerleriyle birlikte değiştiği göz önüne alındığında, yeni demokratik katılım biçimlerinin de artarak ortaya çıkma eğilimi göstereceklerini beklemek akla yakındır. Bunlar, örneğin işyerinde, yerel örgütlerde, medya organizasyonlarında ve çeşitli türdeki Devletler arasındaki ilişkiler söz konusu sürece daha koordine bir küresel siyasal düzenin ortaya çıkması olası gibi görünmektedir. Artan küreselleşme yönündeki eğilimler devletleri, önceleri ayrı ayrı uğraşmak durumunda kalabilecekleri konular üzerinde işbirliği yapmaya, zorlayacağını düşünmektedir.
Giddens'e göre savaş araçlarının öneminin azaldığı bir dünyaya geçiş işin çok az şans bulunur, savaşsız bir dünya düşünmek, kuşkusuz ütopyacılıktır;
Benzeri bir durum "yaratılmış çevre" durumunda da geçerlidir. Teknolojinin sürekli devrimsel nitelikli değişimi, ivmesinin bir bölümünü kapitalist birikimin zorunluluklarından ve askeri kaygılardan alır. Ancak bir kez yoluna girdiğinde artık kendi dinamiğine sahiptir. Bilimsel bilgiyi genişletme ve bütün ilerlemelerin teknolojik değişmedeki etkinliğinin gösterilmesi çabası önemli bir etkendir. Jackues ElluFun belirttiği gibi teknolojik yenilik bir kez rutin olarak yerleştiğinde güçlü bir atalet niteliğine sahip olur. "Teknoloji, hiçbir zaman herhangi bir şeye doğru ilerlemez; Çünkü arkadan itilir. Teknisyen neden çalıştığını bilmez ve genellikle bununla da fazla ilgilenmez. Bir amaç için ortada herhangi bir çağrı da yoktur; arkada takılı duran bir motorun baskısı söz konusudur, ve bu motor makinenin bir an durmasına bile tahammül göstermez. Teknolojik unsurların birbirine bağımlılığı, olmayan sorunlar için çok fazla sayıda çözüm vardır"
Teknolojik yenilik süreçleri sürekli hızlanmaktadır. Ama teknolojinin insancıllaştırılmasına yönelik, insanlar ve yaratılmış çevre arasındaki şu anda geniş ölçüde "araçsal nitelikte olan ilişkinin içine ahlaki konuların giderek daha fazla girmesini de içerecek gibi görünmektedir.
Giddens yeni teknolojik gelişmeler ne olursa olsun (kapitalist verimliliğe faydalı olsalar bile, çevre sağlığı ya da askeri güvenlik için tehlike taşıyabilirler) Giddens potansiyel risklerin bir taslağını şu şekilde çizmiştir.
Yönetimsel kaynaklar açısından bakıldığında artan demokratik katılım eğilimlerinin karanlıkta kalan yüzünde totaliter bir iktidar yaratma olanakları bulunmaktadır.
Gözetim işlemlerinin yoğunlaştırılması demokratik katılımı için birçok fırsat sağlar: ancak bunun yanısıra politik gücün şiddet araçlarının tekelci kontrolüyle desteklenerek bir terör aracı olarak bölgesel kontrolü nede olanak verir. Zigmunt Baumann tarafından açıklandığı gibi totaliterizm ve modernlik birbirleriyle olumsal anlamda değil yapısal olarak da ilişkilidirler.
Modernliğin artık yeryüzündeki herkesin anlayabileceği diğer yüzünde, bir "böcekler ve çimenler cumhuriyeti" nden yada yıkılmış ve yaralanmış insan topluluklarından başka hiçbir şey olmayabileceğini ve kıyamet gününün gündelik yaşamın bir karşı-olgusu gibi bildik bir biçim aldığını ifade etmektedir.
Giddens'a göre modernliğin temel sonuçlarından biri küreselleşme olduğunu vurgular.
Modernlik yalnızca küresel etkisi açısından değil, dinamik karakterinde temel önemde olan düşünümsel bilgi açısından da evrenselleştiricidir. Bu niteliği modernliğin Batıya özgü kabul edildiğini itiraf eder.
KAYNAK:
Giddens Anthony, "Modernliğin Sonuçları" Ayrıntı Yayınları 1994
0 yorum:
Yorum Gönder