17 Mart 2012 Cumartesi

Yayınlandı Mart 17, 2012 gön: ve 0 yorum

Süleyman Demirel'in Türk siyasal hayatı içerisinde Ordu ile ilişkileri ikinci bölüm


 14 Ekim 1973 seçimlerinin sonucu AP için büyük bir hayal kırıklığı olmuştur.

"Ordu temsilcileri emrinde bulunduğu hükümet ve parlamentonun emrinden çıkmıştı. Adalet Partisi siyasi iktidarı hükümeti bırakmayıp ne yapacaktı, yapılacak iki şey vardı, birincisi parlamentoyu açık tutabilmek ve o zeminde rejimin tekrar normal hale dönmesi için mücadele etmek... ikinci yol sinei millete dönmekti. Demokrasinin yürümediği, yürütülemediği ilan olunurdu. 12 Mart 1971 ile 15 nisan 1973 arasında AP parlamenter zeminde demokrasi hizmet mücadelesi vermiştir.(53)

  AP'nin oy kaybetmesinin temelinde partinin 12 Mart müdahalesi ile bütünleşerek seçmeni gözünde itibar kaybetmesi diğeri ise Tükiye'de sol ve sağ cenahta uç vermekte olan radikalleşmedir.

AP-MC hükümetlerini kurarken, milli iradenin sağda tek bir partiyi iktidara getirmesi karşısında parçalanan tabanın oy tercihini bir sonraki seçimlerde AP'ye kaydırmak amacını

gütmüştür. Solda bütünleşme, sağda bütünleşme vardır. Sağın toparlanması halinde ve AP etrafından toparlanması halinde, AP'nin tek başına iktidara gelmesine mani yoktur.
(54)

Sakallıoğluna göre MC'lerin gerisinde yatan 1973 seçimlerinin kahramanı Ecevit'in giderek parlayan yıldızının sağ cephede uyandırdığı büyük korkudur. MC mimarları ve ideologları politikada Ordu faktörünü milli iradenin sağlıklı bir seçimde tecelli etmesini engelleyen, cendere içine alan, dolayısıyla hep CHP'nin yararına çalışan bir unsur olarak algılamaktadırlar. Onlara göre sağın müdahale ile biten iktidar deneyimleri ortadadır. Bu tür başarısızlıklarda ders alarak yeni iktidar girişimlerinde bulunulmalı, Ordu müdahalelerinin tekrarlanmaması için gereken önlemler alınmalıdır. Muhalefette kalmanın bir yararı yoktur. Yeni bir formülle beşli bir ittifak kurarak işbaşına gelinirse, sağın "Ne iktidar ne de muhalefet olamaması" sorunu da çözülecektir. Bu nedenle AP nin komünizmle mücadelede militan sokak gücüne de sahip olan MHP ile yanda itibarlı mevkie sahip güven partisi ile ittifak kurulabilir.(55)

1973-1980 arasındaki AP ve CHP arasındaki iktidar mücadelesinin temelinde Demirel'in CHP liderlerinin aslında demokratikliğinin kabuktan olduğuna inanması yatar. Demirel, CHP'yi gerek seçimle gerektiğinde de seçimsiz olarak iktidara gelmeyi hedefleyen darbe planının bir ortağı olarak görür. (56)

Anarşinin hedeflerini incelediği 1977 Seçim Beyannamesinde CHP'nin gizli bir şekilde anarşinin hedeflerinden yaralanmakta olduğunu belirtir. "Türkiye deki anarşinin iki hedefi vardır. Birincisi anarşi yoluyla Türk vatandaşım bezdirerek hürriyetçi demokrasiden ümidini kesmiş bir hale getirmektir. Bu metodun gayesi, Türkiyeyi komünist idarenin tahakkümü altına almak ve parçalamaktır. İkincisi, 7 seçimden hiçbirini kazanmamış Halk partisinin seçimle gelmiş hükümetleri seçimsiz mağlup edebilme ihtirasının tatminidir." (57)

Sakallıoğluna göre Demirel, CHP'yi yıpratma kampanyasında CHP'nin Atatürk ilkelerinden saptığını, Cumhuriyetçi ve halkçı olmadığını, solu ve komünizmi himaye ettiği noktalarına büyük önem vermiştir.(58)

Demirel, yine CHP'nin Kıbrıs zaferini Ordunun elinden alıp kendi siyasal amaçlan için istismar ettiği düşüncesindedir. "CHP kendisini TSK'nin ve milletin başarısın olan Kıbrıs harekatının kahramanı ilan etmiştir. Hatta koalisyon ortağına bile hiç bir şey bırakmamıştır,(59)

Demirel Şubat 1978'de canlanan kontrgerilla (Devlet içinde görünmez ve kimsenin bilmediği yere yuvalanmış sivil otoriteye hatta Genel Kurmayın dahi sınırlı olarak denetlediği örgüt) konusunda CHP'yi SK'in içişlerine karışan, onu görevini yapmaktan alıkoyan bir siyasal parti olarak yansıtmıştır.

"Böyle bir kuruluş yok. Rastgele adamlar bunlar. Devletin böyle bir kuruluşu olsa on yıldır devleti idare dene birisi olarak bilirdim herhalde. " açıklaması yapmıştır.(60)

Demirel 9.Büyük Kongrede yaptığı konuşmada da Kontrgerilla iddialarının Silahlı Kuvvetleri yıpratma amacına yönelik olduğu kanısındadır.

"Bu hükümet döneminde her türlü siyasal tartışmanın üzerinde tutulması gereken S.K. 'in bazı konularda tartışmanın içine çekilmek istendiği görülmüştür. Halk Partili parlementerlerin mecliste başlattığı ve bugünkü hükümetin başının yıllarca meydan meydan iddia ettiği seçim beyannamesine aldığı hatta sayın Cumhurbaşkanına kadar şikayet konusu yaptığı Kontrgerilla iddiası Silahlı Kuvvetlerimize Yöneltilen bir iftiradır ve ülkedeki sol mihrakların amaçlı istismarıdır"(61)

Demirel Kontrgerilla iddiaları karanlığa terk edilmez demiş ve gerekli tahkikatın yapılmasını istemiştir, "iddialar ya doğrudur, ya yanlıştır, tahkikat yapılması lazımdır"(62)

Kenan Evren anılarında Demirelin bu tavrının olumlu olduğunu siyasal parti temsilcilerinin kontrgerilla gibi konularda dış güçlerin oyununa gelerek dolaylı olarak Orduyu yıpratma kampanyalarının bir aleti konumuna girdiğini düşünmektedir.

"Bu gibi SK'e saldırılardan hepimiz üzüntü duyuyorduk. Kontgerilla dedikleri ise 1952 yılında kurulmuş "Özel Harp Dairesi" teşkilatıydı. Düşman işgali karşısında yürütülecek gayri nizami harple iştigal eden bir kuruluştu. Kontrgerilla tabiri sonradan uydurulmuş bir tabir olup
Silahlı Kuvvetleri yıpratmak için ele alınmıştır. Maalesef bu maksatlı beyanlara ve yazılanlara Ecevit ve hükümetinde inanmış görünüyordu.
(63)

Demirel ve Sıkıyönetim:

Sıkıyönetim eşgüdüm bakanlığı sıkıyönetim komutanları arasında koordinasyonu sağlamak amacı ile Başbakana bağlı kuruldu.

Demirel, Maraş olayları patlak vermeden yaklaşık bir yıl önce, Ecevit'in sıkıyönetim ilan etmeden anarşiyi çözemeyeceğini ileri sürerken, MHP her fırsatta ısrarlı bir sıkıyönetim ilanı isteklisi ve takipçisi olmuştur. Demirel ise CHP hükümetini sıkıyönetimi geç ilan ettiği için sıkıyönetimin caydırıcılık niteliğini kaybettiğine inanmaktadır. "Zaten CHP: Türkiye'yi sıkıyönetimsiz idare edemez, bütün devirlere baskın, hep sıkıyönetim vardır. Yani CHP sıkıyönetim demektir!(64)

Sakallıoğluna göre Demirel'in bu kuruma karşı bakış açısı gerçeklikten uzaktır. Bu savı desteklemek için Kenan Evrenin bir konuşmasını ileri sürer. "Demirel ile Alparslan Türkeş, kurula bu eşgüdüm bakanlığının anayasaya aykırı olduğunu beyan ettiler. Bu başkanlığın Anayasaya aykırı olmadığını onlarda biliyordu. 1971 sıkıyönetim döneminde de uygulanmıştı. 1979 senesi sonunda Ecevit hükümetten ayrılıp Demirel hükümeti kurulduktan sonra da bu başkanlık görevine devam etti. Madem anayasaya aykırı idi, neden hükümeti kurunca bu başkanlığı lağvetmedi? Maksat iktidara anarşi konusunda yardımcı olmak değil köstek olmak.(65)

Sakallıoğlu'na göre Demirel, eşgüdüm bakanlığının sıkıyönetimin etkinliğini azalttığını savunarak CHP'ye saldırdıkça komutanlar bu saldırıyı SK'leri CHP'nin ve onun desteklediği sol ideolojilerin emrine girip tarafsızlığını yitirdiği suçlaması biçiminde algılanmış ve kendilerince müdahalenin sağlıklı bir biçimde gerçekleşmesinin ana koşulu olan "tarafsızlık" ve "partiler üstülük" konumlarının tehlikeye düştüğü sanısına kapılarak tepki göstermeye başladığını belirtir.(66)

Demirel, CHP'ye yani hükümete bağlı olan eşgüdüm dairesine bile "siz askerleri gütmek mi istiyorsunuz" tarzında askerlerin işlerine sivil hükümetin karışmama anlayışının yerleşmesine katkıda bulunacak strateji izlemiştir.(67)
Sakallıoğluna göre Demirel'in 1977 sonrası izlediği siyasetin ana eksenini, CHP yi Ordunun gözünden düşürmeyi amaçladığını, Orduyu darbe doğrultusunda harekete geçirmeyi gibi bir yol takip etmediğini belirtmektedir. Demirel CHP'nin içinde bulunduğu siyasal koşulları gidişatını hayra yormamakta bu siyasal koşulların bir şekilde Şili'de meydana gelen dramatik olaylarıyla sonuçlanacağı kanısındadır."bunların gidişi Ailende gidişi. Allende de Şili 'yi aynen böyle idare etti. Mao'nun, Castro'nun durduğu kapı önünde bizde duruyoruz. Acaba kapıyı kırmadan tokmağı çevirerek içeri girebilir mi, bunu bekliyoruz... Bunlar ne yapmak istiyor, rejimi tahribe mi çalışıyor?" demektedir.(68)

Sakallıoğlu, Demirelin Ordu ilişkilerinin niteliğinin belirlenmesinde konuya ışık tutması açısından askeri Kurumların rolü önemli bir İşleve sahip olduğunu belirtmektedir. Demirel, MGK'u Hükümet temsilcisi bakanların çoğunluğa sahip olmalarına rağmen ve kurulun hükümeti Milli Güvenlikle ilgili olarak alacağı kararlarda yalnızca "tavsiye" yolu ile etkileyebilmesine rağmen bu kurulu önemsediğini, hatta icranın karar ve uygulamalarına eleştiri yolu ile sekte vurmasını engellemek için MGK'na örneğin anarşiye karşı ortak çözüm üretmeleri gibi çok önemli bir karar ortağı konumunun sağlanmasını istemektedir.

Demirel'in 12 Kasım 1979'da Başbakan oluşunun ardından 16 Ağustos 1979 toplanan MGK'nun yayınladığı bildiri, Birand'a göre bu şekilde Demirel'e cephe alışı "terör ile mücadeledeki şaşkınlık ve kararsızlığın bir işareti olarak algılanabilir" demektedir.(69)

21 Kasım 1979 ve 23 Ocak 1980'de gelen bildiriler ile bütün anayasal kuruluşların ve vatandaşların "Cumhuriyet ve Atatürk İlkeleri doğrultusunda Devletin yanında yer almaları zorunluluğu "yani destek arayışı gündeme gelmiştir.

MGK ve iktidar ilişkilerine bakıldığında kurulun almış olduğu kararlar arasında çelişkiler taşıdığı görülebilir. Kurul 22 Ekim 1979'da alınan önlemler başarılı derken 12 Kasım 1979'da anarşinin çok büyük boyutlara vardığından bahsetmektedir. Sakallıoğlu, Demirelin MGK'u sivil yönetimleri askeri badireden korumak için hem bir kalkan hem de muhtemelen bir müdahale karşısında istihbarat odağı olarak kullanmak ve MGK'ya ait kararlara, yani eğer bir suç varsa ona ortak ederek müidahele projesini imkansız kılma amacını güttüğünü belirtir.(70)

Sakallıoğluna göre Demirelin, muhalefette iken ise CHP Ordu ilişkisinden kaygı duyduğu için askeri CHP aleyhine siyasallaştırma kampanyasında MGK'u teşvik edici bir siyasal çizgiyi benimsediğini belirtir.(71)

Demirel 21 Şubat 1979'da Cumhurbaşkanı Korutürk'e yazdığı mektupta, 20 Aralık 1978'de Kahramanmaraş olaylarının ardında CHP hükümetinin ilan ettiği sıkıyönetimi ilan edilmeden önce MGK'a getirilmesini ve onun tavsiye kararına dayanmaması nedeniyle eleştirilen, MGK'nın görev yapmasının engellendiğini öne sürmüştür. "Devleti koruyan organ MGK'u ne güne duruyor? Bugün lazım olmayacakta ne zaman lazım olacak? Bunca olup bitenler karşısında hükümete hangi tavsiyelerde bulunmuştur. Savunmamışsa ne zaman bulunacaktır? Bulunmuşsa hükümet bunlara ne yapmıştır?" (72)

Sakallıoğlu, Demirelin MGK'na ilişkin takındığı tavır ve benimsediği parti politikası açısından, askerin siyasal güç dengesi içinde zaten var olan konum ve rolünü daha da abartarak Siyasal belirleyiciliğine katkıda bulunduğunu belirtmektedir.(73)

Demirel, DGM'nin kurulmasına ilişkin yasa tasarısının ısrarlı bir takipçisi ve savunucusu olmuştur. 1976'da "DGM kurulmazsa anayasanın bu emri yerine gelmemiş olur. Anayasa bir bütündür. Onun 156.maddesini beğenmeyenler varsa, kati çoğunluk bulurlar gelirler değiştirirler" (74) diyen Demirel 1979 da Mecliste yaptığı konuşma da aynı ergümam tekrarlayarak DGM'nin kurulmasının bir zorunlu anayasal ilke olduğunu tekrarlar."Bu Anayasa 'nın 136.maddesi var. "devlet güvenliğini ilgilendiren suçlara bakmakla görevli DGM kurulur. " kurulabilir demiyor. Halk Partisi isterse kurulur demiyor. Nerede bu mahkeme, mahkeme nerede? Anayasanın ihlali içindesiniz. Bunları size bir gün sorarlar (75)

Sakallıoğlu'na göre Demirel, Sıkıyönetim Komutanlarının yetkilerini artıran Olağanüstü Hal Yasasına da destek vermiştir. "Her defasında silahlı kuvvetlerin mütemadiyen taliminden, terbiyesinden uzaklaştırarak, mütemadiyen sokaklara sürerek bunları başka şekilde meşgul edeceğimize, bu hizmetleri yine gerektiği zaman devlet adına zor kullanan silahlı kuvvetlerimizin
şemsiyesi altında bunu sivil idareye gönderelim diyoruz. Bir fevkalade hal kanunu çıkaralım diyoruz.(76)

Sakallıoğluna göre Demirel, CHP'yi tek hem parti yönetiminin mirasını sürdürmekle yani Ordu ile arasındaki simbiyotik bağlı siyasal yaşamı sıkıyönetimle düzenleme amacına yönelik olarak kullanmakla suçlamaktadır. Ama aynı zamanda sıkıyönetime başvurmakta geciktiğinden söz etmektedir. Bu durumu Sakallıoğlu, Sivil yönetimlerin yetki şemsiyesinin asker kesimi de bir türlü tam anlamıyla içine alınamamasının acısını çekmiş bir lider olan Demirel'in eşgüdüm bakanlığına polemiksel saldırısını tutarsızlığın örneği olarak değerlendirmektedir.(77)

Ancak Demirel'in bu çizgisi 26 Aralık 1978'de sıkıyönetim ilanının hemen sonrasından başlayarak sıkıyönetim uygulanışına ilişkin tavrı çok olumsuzdur. Sakallıoğluna göre bu olumsuzluğun iki nedeni vardır:(78)

l.Demirelin Başbakanlığa bağlı Eşgüdüm Başkanlığına ilişkin rahatsızlığıdır. Aslında Eşgüdüm Başkanlığı işlerliğini koruyamamış, asıl yetki yine Genel Kurmay Başkanlığında kurulan Sıkıyönetim Askeri Hizmetler Askeri Koordinasyon Başkanlığında kalmıştır. İkisi arasındaki bağlantıyı sağlamakla bir irtibat subayı görevlendirilmiştir. Demirel'in tedirginliği 21 Şubat 1979'da Fahri Korutürk'e yazdığı mektupta da ifade edildiği gibi sıkıyönetim komutanlarının başta bölücülük olmak üzere yaşamsal bazı konularla uğraşmak yetkilerinin olmayışı üzerinde yoğunlaşmaktadır. "Sıkıyönetimin ilan gerekçesini anayasadaki "vatan ve Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli kalkışmanın ve vaya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten ve dıştan tehlikeyi düşünen yaygın şiddet hareketleri ibaresinin yer alması bu tereddütlere sebep olmuştur. Bu durum sıkıyönetim komutanlarının elini kolunu bağlamış ve cereyan eden olay ile, ona karşı alman çareyi uyumlu olmaktan çıkarmıştır.

Demirel, 1979'da sıkıyönetimin 2 ay daha uzatılması konusu gündeme geldiğinde, sıkıyönetimin bölücülükle uğraşması sağlanamazsa, bu hükümetin eline sıkıyönetim vermenin gereği olmayacağını ve bu nedenle uzatma teklifine partisinin grup olarak red oyu vereceğini gündeme getirmiştir. Sakallıoğlu, Demirel'in böylece sıkıyönetim yetkisinin bir alanda daha genişletilmesini ve silah kaçakçılığı ile de uğraşmasının sağlanmasını istediğini ve özellikle AP'nin 12 Kasım 1979'da kurduğu MHP ve MSP'nin dışarıdan destekledikleri son hükümeti sırasında çok dile getirir olduğunu belirtmektedir. "Eksikler var eksikler... Tatbikatçılar diyor ki, mesela: bugün silah kaçakçılığı ile sıkıyönetim meşgul olamaz. Sıkıyönetim kanunu kapsamına girmiyor. Halbuki silah kaçakçılığı bu
işin belkemiği, silah kaçakçılığı geldiği zaman, "bunu sicil mahkemelere gönderin" diyor., gelin sıkıyönetim komutanlarının görevlerini ve yetkilerini yeni baştan bir ayarlayalım (79)

Sakallıoğlu, Demirelin bu politikalara ek olarak Terör suçlarında yargı mekanizmasının daha etkin ve hızlı çalıştırılması için DGM'nin kurulmasını ve olağanüstü hal yasasının çıkarılmasını da tavsiye ettiğini belirtmektedir.(80)

Ancak Sakallıoğlu 1979 sonlarına doğru Demirel'in bu karşılılıklı dengeleri gözeten politikalarının Ordu içerisinde hiç de tasvip edilmediğinin bir işareti olarak 4 Aralık 1979 sıkıyönetim koordinasyon kurulu toplantısından başlayarak sıkıyönetim mahkeme süre ve yetkilerinin genişletilmesi, radyo ve TV'de sansür uygulanması işlemleri,gibi konularda ilişkide giderek artacak olan bozulmanın ilk habercileri olduğunu belirtmektedir. Buna karşın Demirel'in tavrı Ordu ile işbirliğine hazır ve olumlu bir tavır sergiler. Gözaltına alınma süresinin 15 günden 30 güne çıkarılması gibi anayasa değişikliği gerektiren hususlar bir yana SK'ın talepleri basına açıklanır.Bu açıklamalardan Türk Silahlı Kuvvetlerinin istediği yapısal değişiklikler şunlardır. 1. Türk Silahlı Kuvvetlerinin ilgili yasaları çıkarılması. 2.Sıkıyönetimin kalkmasını sağlayacak ortamın hazırlanması ve DGM'nin kurulması vb. 19 Şubat 1980'de bu yasalar çıkarılır, ancak komutanların "yeni" sıfatıyla talep ettikleri ek önlemlere Demirel, meclis çoğunluğu yetmeyeceği gerekçesini belirterek karşı çıkmıştır, "öyle istekleriniz var ki bu rejim içinde yapılamaz, İstiklal mahkemesi dönemine, Tunceli Kanunları dönemine girilemez. Hukuk için ne gerekirse, Anayasanın içinde kalmak üzere yaparım. Bazı şeyler var ki bu anayasayı değiştirseniz dahi benden isteyemezsiniz. Zira yapamam. Yapabileceklerimi ise yaparım" (81)

Sakallıoğluna göre Demirel'in kendince mümkün olmayan yasaların dışında kalan hususlar hariç kendisinin de mutabık kaldığı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulması, Olağanüstü Hal ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasalarının çıkarılmasından ve bazı maddelerinin değiştirilmesinden yana olduğunu ancak Meclis çoğunluğu buna elvermediğini Evren'in anılarında da bu hususu teyid ettiğini belirtecek açıklamalar olduğunu belirtmektedir.'yapmayı elbette istiyordu, kim istemezdi ki, lakin istemekle yapmak ayrı ayrı şeylerdi"(82)

Demirel'le asker ilişkisini 27 Aralık 1979 Korutürk'e sunulan muhtıra bozmuştur. Bu muhtıranın sivil iktidarın otoritesinin dışına çıkışı olarak yorumlanabileceğini bu nedenle komutanları
niye emekliye sevk etmediğine ilişkin olarak: yapılan değerlendirmelere Demirel'in yanıtı "Emekliye ayırmayı düşünmedim değil düşündüm. Ancak o aşamada bir müdahaleye niyetli oldukları izlenimini vermediler veya vermemeye özen gösterdiler. Cumhurbaşkanı ise günlerini sayıyor ve hiçbir şekilde karışmak istemiyordu. Cumhurbaşkanı ile yola çıkamazdım. Ecevit'e hiç güvenmiyordum. MHP ile 1979 14 ekim seçim öncesinde açıkça müdahale isteyen müdahale bildirileri yayınlamışlardı. Nihayet mektup komuta zincirinde geliyordu. Yani önceden temaslarını yaptıkları anlaşılıyordu. Bu nedenle zaman kazanmaktan duyarlı oldukları noktada destek vermekte başka çarem yoktu. Ardından erken seçime gidip ülkeyi düzlüğe çıkarabileceğimi düşünmüştüm. " şeklindedir.(83)

Demirel 1979 yılında ülkenin "huzur arayan, güven arayan, kanun nizam-hükümeti arayan bir ülke" olarak tanımlar (84)

Nitekim 1979'da azınlık hükümetini kurduğu zaman ki Ordu üst kademesi ile yaptığı toplantıda herşeyin kanuna uygun olarak düzenlenmesinden yanadır. Rejim içinde çare aranması gerektiğini belirtmekteydi. "Ne isterseniz isteyin kanun, kanun, her türlü silah ve para hemen, gerekli gördüğünüz tayin ve nakil hemen, kanundışı iş beklemiyoruz. Demokrasinin içinde kalarak bizden tedbir isteyin dersim olayları beklemiyoruz. Vatandaşın can ve mal güvenliği sağlanmalıdır. Ancak bu insan hakları beyannamesinde yer alan diğer hakların özüne dokunulmadan yapılmalıdır. Bizden takriri sükun kanunu istemeyiniz de ne isterseniz isteyiniz, demektedir. (85)

Demirel'e göre Darbeler kişisel sorun değildir. "Vatandaşın can ve mal güvenliği, rejim kişisel sorunumuz değildir. Müdahale sorunu devlet ve millet sorunudur. Faturayı da millet ödeyecektir. "

Demirel Ordunun müdahaleye doğru gittiğini anlaması üzerine tavırlarında değişim olmuş, kendisinin samimiyetle inandığı 1402 sayılı yasada yapılmasını gerekli gördüğü değişikliklere bile sıcak bakmamaktadır. Bu konuda İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Necdet Uruğ ile yaptığı görüşmede Ordunun yeni yetki istemesinin gerekçesini anlayamadığını belirtmektedir. "Güvenlik Kuvvetlerinin elinin kolunun bağlı olduğunu kabul etmiyorum. Cinayet tertipçilerini ve canileri yakalamaya mani,
kanun hükümleri mi var? Ne istediyseniz yaptık. Mevcut yetkileri kullanınız. Yetki istediniz verdik. Şimdi yeni yetkiden bahsediyorsunuz" demektedir. (86)

Sakallıoğlu, Demirelin Ordunun niyetinin bozuk olduğunu, bir müdahaleye doğru gidildiğini sonradan açıkça ifade etmese bile sezdiğini düşünmektedir. Demirel Ordunun siyasal şiddete karşı mücadelede başarılı olamadığını ve ancak "yıpranmış gibi" inandırıcı olmayan bir nedenden dolayı bu mücadeleden vazgeçilemeyeceğine ilişkin vurguya önem vermiştir. Buna karşın SK' 1er Sıkıyönetimin terörü önlemedeki başarısızlığını istedikleri yasaları siyasi iktidarın çıkarmamasına bağlamaktadır. Bu ise askerlere göre muhtemel bir müdahalenin arefesinde yıpranan bir Ordu ile meşruiyet sağlamanın gerekçesi olmuştur.(87)

Sakallıoğluna göre MHP bile 78'lerdeki sıkıyönetim yanlısı tutumunu, Sıkıyönetimin SK'i yıprattığı gerekçesiyle karşı çıkmaya başlamıştır. Ayrıca o dönemde SK'in asli görevinin iç tehdit(terör) uğraşmak olmadığını, bunun olsa olsa tali bir görev olduğuna ilişkin yoğun tartışmalar vardır. Onlara göre Ordunun asli görevi sadece dıştan gelen tehlikelere göre vazife yapmak değildir. Demirel de Ordunun sıkıyönetim aracılığıyla terörü önleme çalışması da asli görevden sayılması gerektiğini belirtmektedir."3. Ordunun asli görevine dönmesi meselesi... aslında Ordunun bugün yaptığı görevde asli görevdir, çünkü iç hizmet talimatına göre Ordunun asli görevi iç ve dış tehlikelere karşı ülkeyi korumak ve kollamaktır. Gelen tehlike dıştan tehlike gelmesini beklemeye hacet bırakıyorsa, o zaman asli görev kalmaz ki orta yerde (88)

Demirelin İçişleri bakanı Orhan Eren'de yıpranma konusunun asayişi sağlayamama nedeni olarak bir koz gibi kullanılmasını engellemek isteyen görüşü benimseyip ifade etmektedir."Bir arkadaşım da Ordunun asıl görevi bu değildir, demek istedi. Eğer bundan başarıyla çıkmazsak, Ordu neyi bekleyecektir? Ortada bir devlet, bir Cumhuriyet kalmayacağına göre, Ordunun yapacağı bir vazife kalmayacaktır, "demektedir. (89)

Demirel Ordunun anarşi ile mücadelesinde yıpranacağı endişesiyle mücadele etmekten vazgeçilmesini kabul edilemez görmektedir.22 Haziran 1980'de 1. Ordu komutanı Necdet URUĞ'a karşı yine Ordunun inandırıcı olmayan yıpranma" nedeniyle komünizmle mücadeleden vazgeçilemeyeceğini şöyle belirtir:

"Sayın Komutan, büyük tirajlı basın sizin yanınızdadır. Hiçbir devirde matbuat, bugünkü kadar sıkı yönetimin yanında olmadı. Hangi Üniversite size karşı .Hiç bir devirde devlet, hükümet
ve kamuoyu, Sıkıyönetimin bugünkü kadar yanında olmadı. Entellektüel çevrenin Türkiye 'de bugünkü kadar sıkıyönetimin yanında olduğu görülmüş değildir. Bu durumda yıpranıyoruz diyemezsiniz.(90)

Sakallıoğluna göre Demirelin, kendi iktidarının asayişi sağlamadaki başarısızlığını ve Nihat Özer gibi bir Sıkıyönetim Komutanının MHP'ye karşı harekete geçen varlığı, ona muhtemel bir darbenin ona ve partisine fatura çıkaramayacağını hesapladığını, bunun için komutanlarla açıkça ters düşmemek içinse "zaman kazanma stratejisini benimsediğini belirtmektedir. Bu konuya çarpıcı bir örnek olarak, Türk ekonomisinde radikal bir serbest piyasaya dönüşümü ifade eden 24 Ocak 1980 kararlarını almadan Önce ve sonra Başbakanlık Müsteşarı tarafından verilen brifingi verir. Bu Brifingi değerlendiren Orhan Erkanlı'ya göre bu brifingin iki yönlü etkisi olmuştur. 1. Demirelin SK'in devlet yönetimindeki ağırlığını kabul etmek zorunda kalması, 2. Turgut ÖZAL'ın askerler tarafından tanınmasıdır. Demirel böylece meclislerde bulamadığı desteği, manevi gücü Ordu'da bulmaya çalışıyordu. (91)

Ordunun giderek sivil iktidara karşı artan yükselişini belirleyen temel kriterlerden biri de özerkleşme yönündeki girişimleridir.Mehmet Ali Birand, SK'in sivil otoriteye karşı anlamlı çıkışında biri olarak 23 Şubat 1980 714 nolu Türk hükümetinin aldığı,Ege denizinin iki ülke tarafından eşit biçimde kullanılacağını sembolize eden 714 nolu nota'nın Genel Kurmayın kaldırılması girişimi olarak belirtir.

Demirel ise Nota'nın kaldırılışının kendi kontrolü altında olduğunu ve öneminin abartıldığını düşünmektedir.'Notam denen şeyin Türkiye'ye bir faydası olmadığı görülmüştür. 13 Şubat günü daha buraya kimse gelmeden, 13 Şubat günü devletin yüksek görevlileri toplanmış ve Türkiye 'ye ne getirmiş bu nota 'nın hiç. Bir hiçin peşinde nereye gidiyoruz? Ne gereği var (92)

Ordunun giderek iktidara karşı özerk bir tavır içerisine girişi Kenan Evren'in anılarında daha açık olarak dile getirilmiştir. Kenan Evren, Bir Sıkıyönetim Komutanının yerinin değiştirilmesini öneren Demirel'e nasıl sert bir karşılık verdiğini şöyle dile getirmektedir."Güneydoğu Anadolu'daki bölücü ve Anarşi olaylardan bahsediyor, bunun bir türlü önlenemediğini şikayet ediyordu. Maksadını anlamıştım. Diyarbakırdaki 7. Kolordu ve Sıkıyönetim komutanının değiştirilmesini dolaylı olarak istiyordu. Kendisine sıkıyönetim komutanının bu hususta bir ihmali ve kusuru olmadığını bu
bakımdan görevinden alınmasını düşünmediğimi söyledim. Bu konu üzerinde fazla durmayarak değiştirdi. (93),

Sakallıoğluna göre yükselen özerkliğin en doğal nedeni bunalım koşullan, zayıf iktidarlar ve bu iki değişmez kesimin cisimsel belirtisi olarak felce uğrayan devlet olgusu olarak sıralar. Ve Demirelin de iktidarının varoluş koşullarının çok zorlaştığının farkında olduğunu belirtir. "Bugün Türkiye dahi düşünecek durumda değildi. Yarından sonrası hiç bugünü düşünmeye ve bugünün çarelerini bulmaya mecburdu. (94)

Sakallıoğluna göre Anarşi ve devlet kurumlarının felce uğramasının boyutları önemli olmakla beraber bunların Ordunun sivil siyasi otorite karşısındaki konumunun daha da özerkleşmesine ve darbe kararının alınmasına yaptıkları katkısına ek olarak, kamuoyunda aşağıdaki gelişmelerinde değerlendirilmesi halinde daha iyi anlam kazanacağını belirtmektedir.

1. AP-CHP geniş tabanlı hükümetinin kurulamaması

2. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kilitlenişidir.

3. Sivillerin askere öz güvenini sağlayıcı etkileridir.(95)

1-AP-CHP koalisyonu işbirliği ve diyalogun gerçekleşmemesi sorunu.

27 Aralık 1979 muhtırasının verdiği darbe korkusu CHP'nin ortak hükümet kurma talebine Demirel olumlu bir cevap vermemiştir. Dönemin en önemli olgusu hem AP'de hemde CHP ağırlığı olan tek husus mecliste sağlanacak sayısal üstünlüktür. Sakalhoğluna göre Demirel ise başından beri milli iradeyi yansıtmayan AP-CHP koalisyonunu milli demokrasiyi değil Ordu iradesini yansıttığını belirtmektedir. Böylece hem CHP'ye hem de Ordu üst kademelerinin manipulasyon gücüne de tepki duyduğunu gösterme fırsatı buluyordu.Onun için Demirel koalisyondan ziyade erken seçim istemektedir.(96)

Demirel, ülkenin temel sorunu olan iç güvenlik konusunda dahi CHP ile bir araya gelmesinin muhtemel bir darbeyi önleyemeyeceğini düşünmektedir. "îşte Halk Partisi geldi yapamadı AP geldi, o da yapamadı ikisi bir oldular onlarda yapamadı deyip müdahaleye gerekçe verdik. (97)

Demirel, anarşinin sıkıyönetim yoluyla önlenmesi konusu ile AP-CHP koalisyonu uzlaşma sağlanamaması konusu arasında bağ kurmanın anlamsız olduğunu esasen bu bunalımın koşullarının bu şekilde tırmandırılmasında darbe yapıcıların darbe yapma koşullarının meşruiyetini sağlama belirmektedir. "AP-CHP koalisyonun olmayışı, sayın Evren 'in hangi işine mani idi, Yani kendisi anarşiyi bastırmak istedi de böyle bir koalisyonun olmayışı mı buna mani oldu? Hükümet sıkıyönetim önüne hangi engeli koydu da onun için sıkıyönetim başarılı olamadı. Bizim İnancımıza göre böyle bir koalisyonun darbeyi önleme şansı sadece sayın Evren 'i Cumhurbaşkanlığına getirmesine bağlı idi"(98)

2-Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kilitlenmesi

Sakallıoğluna göre 6 nisan 1980 görev süresi dolan Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ü yerine yeni bir Cumhurbaşkanı seçilememesinin de müdahaleyi kolaylaştırdığını, Ecevit'e göre Demirelle birlikte bir cumhurbaşkanının seçiminin muhtemel bir müdahaleyi engelleyeceğini düşünmektedir."(99)

Sakallıoğluna göre Demirel Ordunun sivil denetime tabi olmamasını gerçeğini bildiğinden Korutürk'ün görevden ayrılmasıyla yerine Çağlayangil'in vekaleti CHP ile uzlaşarak oluşturulan bîr isimden daha uygundu. Böylece bu ara boşluktan yararlanarak Cumhurbaşkanının yetkilerini artıran ve doğrudan seçimle işbaşına getirilmesini öngören değişiklik önerilerini attı. Böylece seçime giden bir parlamentonun varlığının darbe yapılmasının meşruiyetini engelleyeceğini hesaplamaktaydı. Hatta Evren bile Demirel'in bu aşamada bir seçime gitmesinde Demirel'in kazançlı çıkacağını belirtmektedir. "Eğer teklifi kabul edilirde Cumhurbaşkanlığı seçimi için halka gidilirse nasıl olsa kendisinin göstereceği aday rahatlıkla seçilecektir. Manzara onu göstermektedir. Hatta kendisini de aday göstermesi mümkündür, görüldüğü gibi ustaca oynanmış bir oyundur" (100)

Böylece Demirel erken seçim sonucu ile birleştirilmiş bir anayasa değişikliği ile o günü değil geleceği de garanti altına almaya çalışmakta ve Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı seçimlerine askeri artık hiç bir biçimde karıştırmama projesini yürürlüğe koymaktadır, Kenan Evren'in anılarında iki emekli orgeneral (AP'nin adayı Faik TÜRÜN ve CHP adayı Muhsin BATUR'un Cumhurbaşkanlığına aday olarak konmalarını "garip" bulan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin daha doğrusu seçilememe turlarının ülkeyi bir belirsizliğe adım adım götürdüğünü yazmaktadır.(101)

3-Sivil müttefikler:

Demirel bozulan güç dengelerinin bir takım sivil kişiler tarafından Orduyu müdahale öncesinde daha bir teşvik ettiğini düşünür. "Askerler kendi başlarına bir şey yapamaz, Onlar
kendiliklerinden orta yere çıkmazlar, onları tahrik eden sivil kadrolar vardır. 12 Martta vardır, 12 Eylül 'de vardır. Bu sivil kadrolar genellikle bu işi meslek edinmişlerdir. Bildikleri bir çare varsa orta yere koymak ve sorunları çözmek için partilere girip çaba göstermek yerine askere gidip, "paşam memleket batıyor, daha ne duruyorsunuz? demeyi meslek edinmişlerdir"(102)

Sakallıoğlu'na göre bu konuda Başbakan Yardımcısı Orhan Eyuboğlu ve Adalet Bakanı Mehmet Can Ordu ile ilişkilerindeki davranışları hakkında CHP lideri Ecevit' in gözlemlerini örnek olarak vermektedir. "Eyuboğlu ve Mehmet Can hemen her eşgüdüm toplantısında devlet batıyor, elden gidiyor diye yakınmalar yaparlardı. Bir iki kez bu iki arkadaşıma "bu tür konuşmaları lütfen askerlerin yanında yapmayınız. Biz aramızda konuşup toplantılara gidelim" dememe karşın Eyuboğlu ile Can bu tutumlarını sürdürdüler, demektedir(103)

Bu durum toplantılar hakkında izlenimlerini aktaran gazeteci Arcayürek'in de ilgisini çekmiştir. "Eşgüdüm toplantılarına katılan bakanların dikkatini özellikle Eyuboğlu ve Can çekiyordu. Toplantılarda sürekli olarak - askerlerden gelmesi beklenen yakınmalar - bu iki bakandan geliyordu. Toplantılara çay içmek için ara verildiğinde bu ikisi askerlerle söyleşiler yapıyorlar, ayrı bir köşeye çekilerek "özel" bir anlayış içinde görüştüklerini" belirtiyor.(104)

Sakallıoğluna göre müdahale sürecine sivil katkılardan Bir başka strateji ise ait olunan hükümetten büyük yankılar uyandırarak istifa etmek ve bunu yapmadan önce yüksek komutanlara danışmak olmuştur. Örnek olarak Ecevit hükümetinden istifa eden Başbakan Yardımcısı Turhan Feyzioğlu komutanlarla ilişkisini sıcak tutmanın ödülünü 12 Eylül sonrasında Başbakanlık için ilk düşünülen kişi olmakla aldığını belirtmektedir.(105)

Sakallıoğlu, yetki ve gücünü sivil iktidarların çizdiği bir düzende ona hesap verme ve güvenme yerine sivil iktidarın denetimi altında olması gereken askeri hiyerarşiye danışması hesap vermesi ve güvenmesi şeklinde ortaya çıkan bu durumlar "Başbakanın Ordu ile Cumhuriyet tarihinde görülmedik bir şekilde uyum olduğunu belirtmesi" kadar çarpıcı bir nokta olduğunu belirtir.(106)

Sakallıoğluna göre 6 Nisan 1980 başlayan yeni Cumhurbaşkanı seçimi turlarında Demirel bu sürece askerlerin karışmasını yönlendirmesini engellemek için CHP ile ortak bir aday yerine AP'li Çağlayangil'in vekaletinin sürmesini yeğlediğini belirtir.Bu durumun nedenlerini ise şöyle açıklar.

Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün seçilmesinde Ordu tarafından empoze edilen Faruk Gürler'in seçilmemesi için CHP ile ortak uzlaşmaya varması Cumhurbaşkanı ile komünizm tehdidi karşısında ortak noktaları olduğunu ortaya çıkarmışsa da Cumhurbaşkanının Orduyu kontrol süreçlerinde etkisiz bir konuma yükselmesi karşısında yeni adayın ortak bir uzlaşma içinde seçilmesinden ziyade seçilecek Cumhurbaşkanının dünya görüşü itibari ile AP'e yakın olmasının daha tercih edileceğini belirtir.(107)

Sakallıoğluna göre Demirel, konuşmalarında hep hükümet-devlet ayırımını yapar, dolayısıyla devletin en büyük başı olan Cumhurbaşkanının acz içinde olması düşünülemez. Ona göre Cumhurbaşkanının asker kökenli olup olmaması önemli değildir. Önemli olan AP'e yakın olmasıdır. Ona göre Ordu bu duruma alışmalıdır da. Zira Ordu Korutürk'e mesafeli ilişkilerine ve yer yer ters düşen vizyonuna rağmen 7 yıl birlikte yaşayabilmiştir. Sakallıoğlu'na göre bu nedenle rejimin niteliğini ilgilendiren "Komünizm" ve "Bölücülük" diye ifade edilen "Kürtçülük" konuları gibi asgari konuların dışında olması kaydıyla komutanlarla ters düşebilen AP'li bir politikacının da pekala Cumhurbaşkanlığı yapabileceği düşüncesine götürmesinin doğal olduğunu, bu nedenle Demirel'in Cumhurbaşkanının kişilik, rol, işlev ve seçim yöntemine ilişkin yeni bir düşünsel çerçeve geliştiriyor oluşu, seçim turlarının uzayıp gitmesini ve akabinde askerlerin 12 Eylül müdahalesini gerektiren meşrulaştırma nedenlerinden birisini oluşturduğunu belirtir.(108)

Demirel'in sivil iradeyi güçlendiren kurum olarak emniyet teşkilatına ve Ordu'ya yaklaşımı:

Arcayürek'e göre Demirelin "Demokratik Cumhuriyeti" korumada Ordunun üzerine düşeni sıkıyönetim yoluyla yapmasından ziyade polis ile yani emniyet kuvvetleri bastıracağını tercih edeceğini belirtir.(109) Bunda Demirelin deneylerin verdiği bir ders olan "Gelirlerse gitmezler" kuralına dayandırdığı açıktır. "Orduyu 'İlla ki Olduğun Yerden Çık, müdahale et diye kışkırtıyorlar bütün bu olayları polis ile bastıracağını" demektedir. Sakallıoğluna göre iç meselelerde SK'nin emniyet
teşkilatı gibi kullanılması düşüncesinin temelinde, Devletin "Demokratik Otorite"sini artırıp askeri otoriteye bel bağlamayacağı düşüncesinin önemli payı olduğunu söylemektedir. (110)

"SK 'nin isyanlar hariç iç güvenliği sağlamakta kullanılmasının yanlış olduğunu burada da görüyoruz. Devlet bütün bu olup bitenlerden bir şeyler öğrenmelidir. İç güvenlik meselelerinde iyi yetişmiş polis ve kolluk kuvvetleri sorunun çözümüdür. Asker caydırıcı güç olarak muhafaza edilmeli ve çok büyük zaruret olmadıkça kullanılmamalıdır. İyi eğitilmiş ve cihazlandınlmış polis teşkilatı, Türkiye 'de gelecekteki müdahalelere çok büyük engel teşkil edecektir(111)

Ancak Demirel'in emniyeti güçlendirme ve reform yapma düşüncesi, uygulama şansı bulamamıştır.Bir yandan Demirel ve AP kurmayları Sıkıyönetim ilan edilince Polis ve Jandarmanın Sıkıyönetim Komutanlarının emrine girdiğini, olayları engelleme de gösterilen ve Polisin performansını da kapsayan büyük başarısızlığın tümüyle Sıkıyönetim makamlarına ve onları askeri yönden sorumlu oldukları Genel Kurmay Başkanına ait olduğunu tek ve değişmez bir tez olarak savunurken, öte yanda komutanlar (Evrenin anılarında da görüldüğü gibi) Polisin ve İstihbarat gücünün yetersizliğini bu başarısızlığın belli başlı gerekçesi sayarak gelmiş geçmiş iktidarlara suç payı çıkarmaktadırlar.(112)

Abdullah Uraz'a göre Demirel'in bir özelliği de tavizci olmaması, telifçi oluşudur.(113)

Abdullah Uraz, Demireli siyaset sahasında tamamen silmek için çalışmalar yapılmak istendiğini belirtmektedir. Ancak yine de Demirel'in gücünden istifade etmek istiyorlar ve Bülent Ulusu'nun (Kendilerinin eski Kuvvet Komutam) 12 Eylül Dönemi Başbakanının kuracağı partiye devlet Partisine Kore usulü partiye Demirel'den destek isteniyordu. Demirel ise bu teklifi reddetmiştir. 12 Eylül ihtilalcileri ülkede Kore usulü bir rejim düşüncesinde idiler,veya öyle telkinlere sahip çıkmışlardı. Bu maksatla önce Evren daha sonra Ersin Paşalar ve bunu takiben Genelkurmay başkanı Necdet Uruğ paşa Koreye gitmişlerdi. Evren ise Koreyi övüyordu, birisi iktidar birisi bunlara muhalefet vardı. Evren Türkiye'de bunu düşünmekteydi. (114)

Demirel, Evrenin anılarına verdiği cevapta Evrenin kendisi ile SK'i karşı karşıya getirmeyi amaçladığını belirtir. "Ben hem Silahlı Kuvvetlere teşekkür ederim etmişim, hem de sıkıyönetim
görevini yapmamıştır demişim. Sayın Evrenin söylediğimi anlayamamış olması doğaldır. Çünkü aklı fikri hep müdahalededir, ve aklı sıra beni SK lerle karşı karşıya getirmeyi amaçlamaktadır. Ben SK'lerden değil darbe planlayıcısı komuta heyetinden şikayetçiyim. SK'i sıkıyönetimde başarılı kılmayan, bu "komuta heyeti "dir. Nitekim silahlı kuvvetler sayesindedir ki onun caydırıcılığı sayesindedir ki 11 Eylül günü akan kan 13 Eylül günü durmuştur. Herhalde milletde tarihte bu tabloyu ibretle bakmaktadır. "Kan devraldık"diyorsunuz bizde "kan bıraktınız"diyoruz. Yalan mı(115)

Demirel, Polis-Jandarma, Asker üçlüsünün olayları bastırmada gösterdikleri zaafı kasdi bir nedene, komutanların-Ordunun tüm kademelerinin olmasa bile bir müdahele ortamının yaratılmasını bekleme sürecine girmiş olmalarına bağlar.

'12 Eylül 1980'de gerçekleştirilen müdahale, daha Temmuz 1979'da ana rahmine düşmüş cenin 14 ay zarfında binlerce kişinin kanı ile beslenmiş, büyümüş ve 12 Eylül 1980'e gelinmiş. Kafada müdahale fikri varken, mücadele nasıl yapılacaktır ve niye yapılacaktır? Soru budur: 20 aylık sıkıyönetime rağmen 800 bin kişilik Ordu, 120 bin kişilik jandarma, 50 bin kişilik polisi ile Türkiye kan dökülmesini durduramamtş: aksine sıkıyönetimin başlangıcına nazaran, olaylar daha da azmış ve ülke zor bir durumun içine sürüklenmişti. Komplo, kumanda heyetinin işidir. SK'nin nüfuzunu kullanarak müdahale yapılacak ve daha sonra Kenan Evren ve arkadaşları bulunan 4 komutan 9 sene ikbale ermiş olacaklardır. (116)

Demirel ihtilali yapıp Devleti kurtaranların gün gelip milletin başına ayak bağı olacağına ilişkin düşüncelerini dolaylı olarak hikayelerle süsleyerek dile getirdiği Nazlı Ilıcak'a yazdığı mektuplarda anlatır"Buradan (Zincirbozan) tel örgü içine hiçbir yargı kararma dayanmadan kapatılan biz değiliz. Milletin hukukudur. Şayet Zincirbozan olayı varsa başkalarını hedef alan başka Zincirbozanlarda olur. Bu aslında 1960'larda Ankara'nın Eğriboz kasabasına bağlı Mahmutlar köyündeki 'İhtiyar Cennet Ana " adındaki bir köylü kadının ihtilali izah etmeğe gelenlere anlattığı "Dursun Hoca" hikayesine gelir. Cennet anaya diktaya doğru gitmekte olan bir idareyi devirdiklerini, memleketi kurtardıklarını söyleyenlere ihtiyar köylü kadının şöyle bir hikaye anlattığını belirtmektedir. Hikaye şudur:

-İstiklal harbi sırasında köyde erkek, eli silah tutan kimse kalmamış, köye eşkiya musallat olmuş, köylüler eğriboza gidip güçlü kuvvetli adam olan "Dursun Hoca'yı köye imam olarak getirmişler Hoca hem namaz kıldıracak, hem de köyü eşkiyadan koruyacak.

Kısa süre içinde hoca eşkiyayı püskürtmüş. Köy rahatlamış. Ama bu defa hoca köye musallat olmuş. Hoca "Yağ getirin, bal getirin, kuzu getirin, koyun getirin " demiş köylüler de "bizi eşkıyadan kurtardı. Hakkıdır " deyip bir dediğini iki etmezlermiş ama hoca daha ileri gidip işin içine ırz, namus meselesi girince, köylüler oturup "hoca, bizi eşkiyadan kurtarmaya kurtardı ama bu defa da hoca eşkiya oldu cennet ana 1960 methiyesi yapanlara "înşaallah sonunuz Dursun hocaya benzemez" demiş. Mamafih Neticede Cennet Ana kuşkulanmakta haklı çıkmıştır. Karışıklığa not vermemek için not. Tabii ki Türkiye 'yi kurtardık diyenler ile Dursun Hoca 'nın fiiliyatta benzerliği yoktur. Dursun köyü kurtarmıştı. Ama öbürleri kurtarmayı bir bahane olarak kullandılar, batırdılar.(117)

Demirel Abdullah Uraz'la yaptığı telefon görüşmesinde 12 Eylül müdahalesi hakkında onu tasvip etmemekle beraber ona karşı düpedüz bir tavır almanın da anlamsızlığı üzerinde duruyordu. "Yazılarında çok dikkatli olman lazım. Bize yakınlığın dolayısı ile bilhassa biz, 12 eylül 'ü tasvip edemeyiz, edersek buna şike derler. Bu defa idareye el koyanlar, bunun şike olmadığın göstermek için arkadaşlarımızı ezerler. 12 Eylül'ün karşısında da olamayız orta da bir vakıa var. Bugün karşısında olman ne ifade eder? demektedir. (118)

Demirel 1980 sonra Kenan Evren'in "Seçimle gelmiş bir parlemento ve hükümete iktidar devir edilecektir. Bizim memleket, idaresinde gözümüz yoktur. Demokrasiye geçilecektir. Bu asker sözüdür" meyanındaki açıklamasına ilişkin kaygılıdır.

"İşte taahhüdün özü, ülkeyi biz idare edeceğiz. % 92 oy aldık şimdi kurulacak partiler ve onları kuracaklar bizim dediğimiz gibi olacaktır. Milletin seçeceği milletvekilleri bizim verdiğimiz isimler olacaktır. Buna demokrasi denir mi ?. Bunun bir tek adı vardır. Diktatörlük.... İşte taahhüt- işte icraat bunun adına ahde vefa göstermemek derler." (119)

"Polis meselesi bütün komutanlar tarafından dile getirildi. Evet, aslında Türkiye 'nin iyi yetişmiş polisi olsaydı, belki sıkı yönetime hacet kalmazdı. Türkiye 'yi parçalamak için bu işe tahsis edilmiş çeşitli teşkilatların kaynattığı kazan, bugünkü polis teşkilatı ile Türkiye 'yi idare etmenin mümkün olmadığını göstermiştir. Polis teşkilatı görevini yapamadığı için SK'e görev düşmüştür.
Biz istiyoruz ki SK' bu çeşit görevler çok az düşsün. Onun için Olağanüstü Hal Kanunu'nu meydana getirelim diyoruz."(120)

Demirel buna paralel olarak MİT'den şikayeti vardı.MİT'in müdahaleleri önceden bilse de sivil otoriteye haber vermediğinden yakınır. "Genellikle mesela Angola 'da olan hareketleri biz biliriz de Ankara 'da olan hareketleri pek bilemeyiz"demektedir.(121)

Sakallıoğluna göre Ordu nazarında artık Demirel'in erken seçim ve bunun akabinde güçlenerek gelip anarşi olaylarını bastırma hedefi çok önemli değildir. Ancak yine de erken seçime İlişkin taleplerin, meclislerce alınacak kararın ve seçimin kendisinin böyle bir karar alınsa da alınmasa da Ordunun gittikçe artan siyasal belirleyiciliğine karşı simgesel bir çıkış olarak değerlendirir.(122)

Demirel darbe sonrasında bile siyasi mücadelesini devam ettirmiş kimi çevrelerce de rejimin demokratikleşmesi açısından vaızgeçilemez bir merci konumunu sürdürmüştür.Bu durum Abdullah Uraz'ın anılarında dile getirilir. 1982 anayasasından sonra 12 eylülden sonraki siyaset yapma yasağının olduğu dönemlerde Turgut Özal'ın kardeşi Korkut Özal'ın Demirel'e "Rejimi kurtarmak, yeniden kurmak sizin elinizde, sizden başka kimse yok, siyasetin ve siyasilerin hamisi sizsiniz. İsmet Paşa'da yok. Şu anda en güçlü sizsiniz, size güveniyoruz, dediği zaman Demirel gülüyor ve Inşaallah diyor.Abdullah Uraz'a göre O günkü demirel'in rejim ile mücadelesi "Kendisi için bir şey istiyorsa Namerddi" (123)

Abdullah Uraz, Demirel'in Büyük Türkiye Partisi kurulmadan önce İstanbul'a gelerek temaslarda bulunduğunu ve bu arada Bayar ile de görüştüğünü Demirelin Bayar'a 12 Eylül Konsey İdaresinin devlet partisini kurmak istediğini ve güdümlü bir demokrasi düşündüğünü, bunun ise ülke için rejim için hayırlı olamayacağını 1946'ya dönüş olacağını, yeniden o günlere gidilmesine imkan verilmemesi gerektiğini, Başkan olmasını istediğini yazmaktadır.(124)

Ancak bu girişimlere Ordu sıcak bakmamış ve 1980 öncesinin anarşik ortamına zemin hazırlayan zayıf iktidarlı hükümet dönemlerinin temsilcisi durumunda bulunan yasaklı siyasi temsilcilerin bir ayak oyunu olarak değerlendirilmiştir. Bu durum Evren'in konu ile ilgili basına yansıyan sözlerinde bulunabilir.

Kenan Evren Demirel'in ikazlarıma rağmen mahkum ve iktidar koltuğundan uzaklaştırılmış isimlerini burada tekrar etmeyeceğim bazı malum kişiler aylarca bizans entrikalarıyla hazırlıklarını sürdürmeleri sonucunda büyük Türkiye Partisi isminde bir parti kurdurarak, sahneye koydular ve bu partiye kapatılan bir siyasi partinin mensubu olup kendileri ne on sene müddetle siyasi yasaklama konulan kişilerin kardeşliğini, beş senelik yasaklamaya tabi kapatılmış partinin milletvekillerini, aynı partinin eski il ve ilçe belediye başkanlarıyla belediye başkalarını toptan kaydettirmek suretiyle kurulan bu partinin adıla amblemiyle ve kaydolunanlarıyla kapatılan bir siyasi partinin devamı olduğunu bir gövde gösterisi halinde ortaya sergilediler.

Sevgili vatandaşlarım, o partinin adının nereden geldiğini biliyorsunuz, amblem olarak evvela arıyı seçtiler. Arı o eski parti başkanının mezun olduğu üniversitenin amblemi idi. onu belirtmek içindi, bitmedi başka bir parti de onu aldığı için vazgeçtiler. El yaptılar elin manası nedir: Seçime gittiği zaman vatandaşı mühürü alacak evet yerine basacak ya o demirden yapılmış Demiri elle bas, Demirel olsun onun için el işareti aldılar. Acaba bizi bu kadar saf mı sanıyorlar. Bunları anlayamayacak kadar?
(125)

Abdullah Uraz, Ordu temsilcilerinin stratejisinde Demirelsiz ve güdümlü bir siyasi yapılanmanın ön planda olduğunu belirterek Konseyin stratejisinde düşündükleri Kore usulü devlet partisini dönemi başbakanı Amiral Bülent Ulusu'ya kurdurmak istediğini ve Ulusu'nun istemeyerek de olsa aldığı talimat doğrultusunda temas ettiği liderlerin başında Demirelin yeraldığını ama bunu Demirelin reddettiğini bunun üzerine Turgut Sunalp'ın önderliğinde MDP' partisi kurulduğunu belirtmektedir. (126)
ikinci bölümün sonu...
SONUÇ

Türk sağının en önemli ve etkin siyasal partisinin lideri olan Demirel'in Orduya ilişkin izlediği strateji ve söylem Ordu-sivil iktidar ilişkisi açısından önemli sonuçları barındırır. Demirel'in liderliğindeki çizginin askere bakış açısı şu ana stratejiyi izlediği görülüyor. (127)

1. Askere yaklaşım çift söylemli olmuş, bazen askerle uzlaşmacı yolda yatıştırıcı bazen de husumet belirten milli irade merkezlidir. Bu iki söylemi bir arada kullanmaya çalışmıştır. Bu söylemlerin değişimi ve yönü, ülkenin içinde yaşadığı genel ortama siyasi gelişmelere, konjonktüre ve parti atmosferine göre şekillenir.

2. 1960'da darbe ile devrilen selefi partiden farklı bir çizgiye sahip olduğunu vurgulamak için yahut aynı sondan kaçınma amacı ile oldukça ürkek, uysal hatta titrek bir muhalefet çizgisi izlenirken, 1971'deki müdahaleden sonra Demokrasiler de çare tükendikçe devletin otoritesi artırılmalıdır inancına uygun hareket ederek devletin demokratik otoritesinin güçlendirilmesi için solun iktidara gelişini önlemek İçin asker ile işbirliği yapmayı denemiştir. Öncelikle solu kontrol etmek üzere kurulan DGM olmak üzere, sivil iktidarın iradesi yerine askeri iradenin ağırlığını hissettireceği Olağanüstü Hal ve Sıkıyönetim uygulamalarının öncülüğünü yapmıştı. Artık düzeni tehdit eder hale gelen örgütlü radikal sol karşısında kapitalist düzeni ve devlet ideolojisini savunmakta askeri bürokrasi ile ortaktı. Ancak bu söylemin bir sonucu ise Ordunun kamusal alandaki ayrıcalıklı konumunun desteklenmesi ve onun iktidarına boyun eğişi beraberinde getirmiştir.(
A.g.e. SAKALLIOĞLU Ümit Cizre sh:265)

Bunun sonucu olarak Ordu, CHP'den piyasa ekonomisinin siyasal koşullarını sağlama yönünde yararlandığı, kısır iç siyasi çekişmelerin sonucu ülkenin bir batağa saplandığı ortamda iktidarı elde etmek için yarışan bir güç haline sokmuştur. (
A.g.e. SAKALLIOĞLU Ümit Cizre sh :265)

KAYNAKLAR

53 Demirel'in 7.Büyük Kongre konuşması: s:16& SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.123
54 Demirel: Gerçekler sh:21& SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu ilişkileri,sh. 124
55 A.g.e. SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.126
56 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh. 131
57 AP 1973 seçim beyanı:5&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.132
58 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.135
59 Demirel, Milliyetçiler Birleşin, 199 &SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh. 136
60 
ARCAYÜREK Cüneyt,Cüneyt Arcayürek açıklıyor:7 sh:339& SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh. 179
61 AP genel Başkanı Süleyman Demirel 9.büyük kongreyi açış konuşması sh:41& SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.138
62 Sonhavadis 8 Ekim 1978 & SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh. 141
63 EVREN Kenan ,Kenan Evren'in anıları sh:186 & SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh 143
64 Son Havadis: 11.1.1979 &SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh. 146
65 A.g.e.EVREN Kenan ,KenanEvren'in anılan, sh:241 & SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh. 149
66 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.150
67 Öymen Altan, Milliyet 22.9.1991 & SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh. 152
68 Cumhuriyet:20.3.1979&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.159
69 Birand, 12 Eylül: 1984&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh 165
70 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh. 164-167
71 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.173
72 9.Büyük Kongre 21.10.1978 Sh:29& SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh. 165
73 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.173
74 Hürriyet yıllığı 02 Eylül 1976&S AKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh. 176
75 TBMM tutanakları: 16.02.1979&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,176
76 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.178
77 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.181
78 A,g.e ARCAYÜREK Cüneyt,sh 79 &SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.180
79 TBMM tutanak: 23.7.1980&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh. 182-183
80 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.184
81 BÎRAND Mehmet Ali,12 Eylül saat 04.00:161&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.189
82 A.g.e.EVREN Kenan,Evren anıları.: sh:305&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh. 189
83 A.ge.BİRAND Mehmet Ali, sh: 163&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh. 189
84 A.g.e.URAZ Abdullah  sh:92
85 A.g.e.URAZ Abdullah  sh:93
86 A.g.e. ARCAYÜREK Cüneyt,10;sh: 111 &SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.196
87
A.g.e. EVREN Kenan, sh:453&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh. 196-197
88 TBMM Tutanakları: 29.2.1980&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.201
89 EREN Orhan,Orhan Eren'in meclis konuşması, TBMM: 18.4.1980&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.201
90 A.g.e. ARCAYÜREK Cüneyt, sh:115& SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.202
91 Erkanlı Orhan, Askeri Demokrasi sh:346&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre sh.205
92 TBMM tutanağı 29.2.1980: sh:314)&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre sh.205
93 A.g.e.EVREN Kenan,Evren'in anıları:43 l&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre sh.208
94 TBMM Tutanak:22.11.1979; slı: 198&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.213
95 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.213
96A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.220-222
97A.g.e. ARCAYÜREK Cüneyt, sh 470&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.224
98 Milliyet 14.11.1990-sh:224&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.224
99 Demirel darbeye teslim oldu: 25.8.1991&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.225 ,
100A.g.e.EVREN Kenan,sh: 438 &SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.227-228
101 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.229-232
102 Fikret Bila, Demirel ve Ecevit anlatıyor Milliyet 27 Mayıs 1990,& SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.227-239
103 A.g.e.ARCAYÜREK Cüneyt,8;.sh:156&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre.AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.227-239
104 A.g.e.ARCAYÜREK Cüneyt,Cüneyt Arcayürek açıklıyor:8.sh:157& SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.236
105 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizrc,AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.237
106 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.238
107 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.(244-246)
108 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.246
109A.g.e.ARCAYÜREK Cüneyt,Cüneyt Arcayürek açıklıyor ;6, sh:41& SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.246
110 A.g.e SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.246
111 Milliyet: 21 Kasım 1990&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.248
112 A.g.e SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.251-255
113 A.g.e.URAZ Abdullah 1993 Demirel "Baba" Demirel'in büyük Türkiye kavgası Demokrasi ve Kalkınma sh:17
114 A.g.e.URAZ Abdullah 1993 Demirel ''Baba" Demirel'in büyük Türkiye kavgası Demokrasi ve Kalkınma sh:92
115 A.g.e.URAZ Abdullah 1993 Demirel"Baba" Demirel'in büyük Türkiye kavgası Demokrasi ve Kalkınma sh:94
116 Demirel den Evrenin anılarına yanıt; Milliyet: 18 Kasım 1990&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu İlişkileri, İletişim Yay. sh.255
117 A.g.e ILICAK Nazlı ,Demirelden Nazlı Ilıcak'a Zincirbozan Mektupları,Dem Yayınları 1990 sh: 84
118 A.g.e.URAZ Abdullah 1993 Demirel ''Baba" Demirel'in büyük Türkiye kavgası Demokrasi ve Kalkınma sh;102
119 A.g.e ILICAK Nazlı ,Demirelden Nazlı Ilıcak'a Zincirbozan Mektupları,Dem Yayınlan 1990 sh: 62
120 Nevzat Bölügiray: Sokaktaki Asker: sh:381&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu İlişkileri, İletişim Yay. sh.257
121 Nokta. 16.3.1986 sayi:10,&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu İlişkileri, İletişim Yay. sh.257
122 A.g.e SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu İlişkileri, İletişim Yay. slı.262
123 A.g.e.URAZ Abdullah 1993 Demirel "Baba" Demirel'in büyük Türkiye kavgası Demokrasi ve Kalkınma sh:234
124 A.g.e.URAZ Abdullah 1993 Demirel "Baba" Demirel'in büyük Türkiye kavgası Demokrasi ve Kalkınma slı:242
125A.g.e ILICAK Nazlı ,Demireldeıı Nazlı Ilıcak'a Zincirbozan Mektuplan,Dem Yayınlan 1990 sh: 30
126 A.g.e.URAZ Abdullah sh:243
127A.g.e. SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, AP-Ordu İlişkileri, İletişim Yay. sh:264

    eposta       edit

0 yorum: