10 Mart 2012 Cumartesi

Yayınlandı Mart 10, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

islamın siyaset ve iktidar anlayışı

İslamın siyaset teorisi ve uygulama sonuçlarının demokratik kurumlara etkisini anlamak için bazı kavramları iyi kavramak önemlidir. Bu çalışmada Kutsal kitap Kuranı kerim'in müslümanların iktidar anlayışlarına meşruiyet sağlayıcı kavramlarının ve bunun pratikte yansıması olan İslami iktidar deneyimlerinde ortaya çıkan uyum ve çatışmaların temelinde yatan fikir tartışmaları sunulmaktadır.

Siyaset ve iktidarın somut bir açılımı olan devlet kavramı birbiri ile yakından ilişkilidir. Siyaset ise devletin uyguladığı faaliyetlere karar verme,verilen kararları etkileme sanatıdır. 

Devlet kavramı denildiğinde karşımıza ilk çıkan kavram "Siyasi Hakimiyet" kavramıdır. Siyasi İktidar ise bir devlette ortaya çıkan otoriteye sahip olan iktidardır.1

Devletin ise üç unsurdan oluştuğu bilinen bir gerçektir.

a-Ülke

b-İnsan Topluluğu

c- İktidar Buna bir de hukuki ve siyasal düzeni ekleyenlerde vardır. Bu unsurları birleştiren Kapani,
Devleti şu şekilde tanımlamıştır: "Devlet belli bir yerde yerleşmiş, zorlayıcı yetkiye sahip üstün bir otorite tarafından kurulan (yönetilen) bir insan topluluğunun meydana getirdiği siyasal bir kuruluştur. 2

Esat Çam'a göre siyasal iktidar devlet değildir. Anayasal ve kurumlaşmış bir kuvvet devleti harekete geçiren kuvvetlerin bütünüdür. Bu iktidar sosyal bünyenin bütününü temsil ve refahını sağlamaya kabiliyeti olduğu inancı ile yasallaştırılmıştır. 3

Devleti oluşturan topluluklar içinde çeşitli gruplar içinde çeşitli gruplar arasında iktidarı ele geçirmek ve paylaşmak için politik açıdan bir savaş gerçekleşmektedir.4

Ne şekilde yönetilir olursa olsun siyasal iktidarların meşruiyet sorunu vardır. 5 "Devlet ya da değil bir meşruiyet kaynağı aramayan, düzenleyici ya da uygulayıcı gücünü bir yasaya bağlı kılmayan siyasi iktidar tipi yoktur. Toplum kendini yönettiği zamanda onu ondan farklılaşmış bir odak yönettiği zaman da yöneten ne adına yönettiğini söylemek, meşrulaşmak zorundadır.6

Bir siyasetin meşru olması için siyasal katılım önemli oluyor.

Siyaset günlük dilde politika sözcüğünü karşılamak için kullanılıyor. Sözlüklerde siyasete ilişkin kullanılan anlamlar şunlardır:8

1. Seyislik, at idare etme, 

2.Memleket İdaresi 

3.Hukukta ceza idam cezası 

4.Diplomatlık. 

Meydan'ı siyaset:idam cezalarının uygulandığı yer, 

Siyaset'i Şeriyye: İslamiyetin toplumu yönlendirmek için getirdiği kurallar,

Siyaseti-Hassa: Suç işleyenler için getirilen ceza sistemi, anlamlarında kullanılıyor.

Politikanın(Siyaset) konusu kimine göre devletle sınırlıdır. Pratikte siyaset kavramını sadece devletle sınırlanmadığını içerisine pek çok değişkenin girdiğini gözlüyoruz.

Gramsci' ye göre felsefeci bile felsefe yapmakla topluma ve dünyaya biçim verme yönlendirme çabası içinde olduğu için politikacı olarak nitelendirir. Topluma ve dünyaya biçim verme, yönlendirme ve yönetme çabası olarak tanımlanan politika ilişkisinde temel itici faktörün ekonomik kaynaklı olduğu tezi Marksist teorisyenler tarafından dile getirilmiştir. Nitekim Lenin'e göre siyaset, ekonominin daha yoğunlaşmış bir ifadesidir.9

Teorik olarak İslam siyaseti de, toplumu kimin yöneteceğini yönetenlerin yetkilerini, yönetilenlerin haklarını da ihtiva eder. Nazari olarak derken İslamın 14 Asır boyunca oluşan geleneğinin nazari tezlere pek uymayan bir pratik içinde şekillenmesidir. 10

Şer'i açıdan bir meşrulaştırma ameliyesiyle uğraşmalarına rağmen bu iktidarlar İslam toplumlarında fiili bir laikleşme getirmişlerdir. 

İslamda siyasal iktidar iki temel üzerine oturur. 

1-Hukuk(şeriat) 

2- ümmet(sivil toplum Siyasal toplumun tüm yetkilerinin kaynakları bu iki temel üzerine oturur. Merkezde ümmet vardır. Tüm siyasi kurumlaşmalar ve yapılanmalar bunun üzerine oturur.11

Burada geçen Hukuk( Kutsal İslam Hukuku), asıl anlamı "Bir ırmak veya herhangi bir su kaynağından su içmek veya almak için girilen yol olan " şeriat kelimesiyle ifade edilir. 12

İslami siyasal düşüncenin iktidar anlayışı gerçekte nasıl bir içeriğe sahiptir? İslam siyasi düşüncesinin teokratik bir yapıyı içerdiğine ilişkin düşünceler var. Ancak Teokrasiyle Klisenin yani rahiplerin yönettiği bir devlet anlatılmak isteniyorsa İslamda son zamanlara kadar teokrasi gerçekleşmemiş denebilir. 13

Gerçekten Teokraside Siyasal Erk (egemenlik) kullanılırken meşrulaşmak için " değeri ve meşruiyeti kendinden menkur metafizik referanslar kabul edildiğinden halk siyasetten tecrit edilmiştir. Oysa Hz. Peygamber dönemi ve onu takip eden ilk dönemde ise İslam toplumunun teokratik bir nitelik taşımadığı söylenebilir. 14 

İslam Tarihinde bu argümanı destekleyecek çok sayıda örneğe sahip olduğunu görüyoruz.

Her şeyden önce İslami bir idarede, hükümdarın her şeyi yapmaya kadir bir despot ve emri altındakilerin tamamen onun lütfuna bağlı olduğu şeklindeki klasik bir despot anlayışının var olabilmesi için elimizde çok daha fazla veri olması gerekiyor. Bir kere İslam hukuku, hiç bir zaman hükümdara mutlak egemenlik vermemiştir ve bir kaç istisna dışında müslüman hükümdarlar buna pek az fırsat bulabilmiştir. Bu konuda hukukçularda hakim olan görüşün otoriterlik olduğu doğrudur. Yani hükümdar bir defa başa geçtiğinde büyük bir otoriteye sahiptir ve emri altındakilerin itaat görevi hem dini bir zorunluluk hem de siyasi bir gerekliliktir. Ancak bunu önleyen devleti yaratan koruyan şeriat (Kutsal hukuk) vardır. Hükümdarın görevi hukuku korumak, devamını sağlamak ve güçlendirmektir. Kutsal hukuku(Şeriat) değiştirme yetkisine sahip olmadığı için kendisine verilen meşru otorite sınırını aşamaz.15

Gerçekte bu savı destekleyecek ilkelere Kuran'da ve Peygamberin Sünnetinde yer almış değildir.Bu konuda ortaya çıkan tartışmaların büyük oranda Kuranda geçen kavramlara farklı yorum biçimlerinin verilmesinden kaynaklandığı anlaşılıyor.

İslami değerlerin tartışılması ve buna paralel olarak islami yönetim tartışmalarında kilit bir sözcük vardır. "Hakimiyet(egemenlik)" Bu kelime ve bu kelimenin yüklendiği anlam zenginlikleri siyasal açıdan çok çeşitli tartışmayı beraberinde getirmiştir.

Hakimiyet, İslamda kuşatıcı bir temel ve İslamın onun üzerine bina edildiği temel bir araç görünümündedir. Abdulkadir Udeh'e göre Hakimiyet ve emir Allahındır. Allahın yeryüzünde halife olarak görevlendirdiği beşer ise onun emrine itaat etmek, onun indirdiğiyle hüküm etmekle yükümlüdür.16

Günümüzde İngilizcede 'Governement"kelimesi ile ifade edilen kelimenin Arapçada ki karşıtı 'hukema'dır. Arapçada "h-k-m" fiilinden türeyen "hakimi" bilgelik anlamına geliyor.Hakeme fiilinin türevleri Kuranda sıkça kullanılmıştır. 17

En yaygın kullanılan şekli ile kelime "hüküm" veya "hüküm vermektir." "hukema" ise genellikle bir kadı veya diğer adli(şeri) şahsın adalet dağıtması ve adaleti idame etmesi anlamlarında kullanılmaktadır. Ortaçağdan sonra h-k-m ve onun çeşitli türlerinin anlamı doğal bir gelişmeyle adli bir otorite ile birlikte siyasi otoriteyi de içine alacak şekilde genişledi. Ve zamanla 19.yüzyılın başlarındaki eserlerde görüleceği üzere kelimenin türkçe karşılığı olarak " hükümet" genelde idare, siyasi otorite, hakimiyet bazen de rejim anlamlarında kullanılmıştır. 18

Kuran'a bakıldığında insana hükmetme, hakimiyet kullanma gücü olarak nitelendirilen siyasi hakimiyetin insana verildiği bellidir. Yönetim konusunda Allahın emri, topluma ait işlerin toplumsal irade tarafından düzenlenmesidir. İnsanoğlunun yaratılış gerekçesinde onun yeryüzünde "halife" olacağı bildirilmiş, hür iradeli ve kendi adına iş yapacak bir varlık olduğu açıkça belirtilmiştir. 19

H-L-F kelimesinin biri diğerinin yerine geçerek kendilerine verilen görevi yerine getirecek nitelikte bir varlık için kullanıldığı görülmektedir.20

Kuran'a göre insana hükmetme gücü verilmiştir. Yine Kuran'da geçen otorite ve emir anlamında kullanılan "amr" kelimesinin türevi olan "Emir sahiplerine olan "itaatten "bahsedilir.21

Sad-26'da "Ey Davud, seni yeryüzüne hükümran kıldık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet ayetinde insanda hükmetme gücünün bulunduğunu gösterir. Yine Nisa-58'de "Allah size işleri ehil olana vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder" ayetlerinde görüleceği üzere insandan bir hükmetme gücüne sahip olarak bahseder.22

"Hakimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir" esasını getiren Fransız İhtilalinden yüzyıllarca önce hakimiyetin kime ait olduğu hususu üzerinde kafa patlatan İslam mensuplarının aralarında geçen tartışmalar bazen çok ciddi bölünmelerin gerçekleşmesine yol açtı.

Fehmi Cedan'a göre,gerçekte İslam toplumlarında Hükümet, müslümanlar arasında Allanın emrini yürürlüğe koymak ve toplumun yararını gözetmek üzere vatandaşların vekili durumundadır.Halife ya da İmam ise "hükümetin temsilcisi" olup vatandaşlar tarafından kendisine vekil yapsın diye seçilmiştir.Halife'de otoritesini kendisini tayin eden vatandaşlardan almaktadır.23

Hz.Peygamberin cemaati üzerindeki hakimiyeti kendince seçilmiş bir vahiy taşıyıcısı vasıtasıyla Allanın hakimiyeti olarak algılanıyordu.24

Bu anlayış acaba vefatından sonra nasıl olacaktı? Geleneksel İslami literatürde devlet başkanının meşruiyeti onun kanunları uygulamasına bağlanmışsa da devletin başına nasıl getirileceği hususunda bir netlik yoktur. 25

Bazı yazarlar tarafından siyasi katılımın örneği olarak değerlendirdikleri "Şura" anlayışının Hz Peygamberin ölümünden sonra işletilemediğini görüyoruz.26

Peygamberin vefatından sonra gelen halifelerin gerçekte mutlak bir hakimin vekili olduğu doğrudur. Ancak gerçekte o kimin vekili idi? Peygamberin mi? Yoksa Alahın mı? Bu konuda hukukçuların üzerinde durduğu ortak sonuç ise peygamberin halifesi olduğu ve Allanın vekili olmadığıdır. 27

Nitekim bu görüşü savunan Ahmet Akbulut, Kuranın Zümer 41'de geçen "Ey Muhammed, doğrusu biz insanlar için Kitabı fiilen sana indirdik. Kim doğru yolu giderse kendi yararına gitmiş olur. Sen onların üzerinde vekil değilsin" ayetini delil olarak gösterir.28

Bernard Lewis'te Sünni hukuk,felsefe ve siyaset dilinde Allanın vekilliğine ilişkin teorik bir ifadenin olmadığını ve halifelerinde bu konuda resmen taraf olmamaya özen gösterdiklerini belirtir. 29

Ancak "Halifetullah"(Allahın vekili) unvanının resmi olarak kullanılması ilk olarak Abdulmelik zamanında olmuştur.Daha sonra Abbasi Halifesi Memun(813-833) ve ElNasr (1180) bu unvanı kullandığı görülüyor.Böylece "Halifetullah" unvanı açıkça ilahi bir monarşi hakkını kendisinde toplamak isteyen hükümdarla (Sultan) başladı. 30

Bu anlayış uzantısının varisleri otoriteyi halk tarafından görevlendirilen,denetleyen ve velayet şartlarından birini ihlal ettiği zaman azleden ümmetin vekili olduğu şeklindeki anlayışın tersine olarak ilahi hak perdesi altında dilediği gibi hükmedebilme yolunu bulmuşlardır. 31

Bu şekilde yani ümmeti oluşturan cemaatlerin otoritesini Allanın otoritesine karşıt gibi gösteren bu kesim araştırmacıları egemenliğin halka ait olamayacağını ileri sürerek, "Kim Allah in indirdiğiyle hüküm vermezse işte onlar inkarcılardır."ayetini delil getiriyorlar. 32

Yine Kuranda geçen "Mülk" kelimesine "hakimiyet ve hüküm" anlamını vererek egemenliğin Allaha ait olduğuna delil olarak ileri sürüyorlar.33

Oysa "Allahın hükmü ve otoriterliği" hakkında konuşmakta siyasi alanda insanın yeryüzünün imarı, ayrıca bunun için gerekli olan ve "Allahın Halifesi" olarak yöneteceği bir "devlet" kurması konusunda Allah adına "halifelik" yapması hükmünce "Toplumun hükmü ve otoriterliği" manasını taşır.O halde bu noktada hükmün Allaha ait olmasıyla siyasi otoritenin ve İslam toplumundaki hükmün müslüman cemaatlere ait olması arasında zıtlık söz konusu değildir.34

"Hüküm vermek Allaha aittir.İnsanlar hakem tayin edemez." İddiasını İslam tarihinde ilk dile getiren Hz. Ali ile Muaviye lehine ayrılmalarını dayanak yapan Hariciler olmuştur.35

Haricilik, müslüman toplumlarında pek benimsenmese de zihniyet olarak etkili olmuştur. Ahmet Akbulut'a göre Haricilik ve Şiilik iki eksterm ucu teşkil eder gibi görünsede aralarında keyfiyet farkı değil kemmiyet farkı vardır. Yani Haricilere göre bu siyasi hakimiyetin ,müslüman toplum vasıtasıyla, Şiilere göre ise, "masum İmamlar" vasıtasıyla gerçekleştirileceği varsayılır.36
 
Şiilere göre ise İmamların otoritesini temin eden şey, İmamların yanılmazlığıdır. Çağın İmamını tanımayan toplum İslam Toplumu olamaz.37

Süleyman Uludağın yazısı konumuza ışık tutacak ilginç tespitlerde bulunuyor.Bu konuda özetle şunları aktarmaktadır. Hz.Peygamber belli bir ülkesi bulunan İslam toplumunun devlet başkanı idi. O hem Allahın Vahyini insanlara duyurma, hem de insanları irşad etme, yani eğitme,öğretme, rehberlik etme hem de ülkeyi yönetme görevini üstlenmişti.Birinci görevi Resulluk, ikinci görevi ise İslam cemaatini yetiştirmek, üçüncü görevi ise devlet başkanı olmaktı. Hz.Peygamber vefat edince onun Resul olma görevi sona erdi. Ümmeti eğitme ve yetiştirme görevi ise bütün sahabeye, özellikle bilgili,abid, ve zahid olanlara kaldı.Devlet başkanlığı görevi ise Hz.Peygamberin vefatı üzerine ortada kaldı.)

İlk dönemde halife ve imam demek devlet demektir. Zira devletin başı odur. onun çok geniş yetkileri vardır.Devlet örgütü ise tam olarak oluşmamıştır.Bu durum halifeyi daha da etkili ve yetkili kılmaktadır.Devlet ve onun başkanı için ehli-Sünnette halife, şiilerde ise İmam deyimi kullanılır.Caferilere göre İmam kuramı şu dayanaklardan oluşur:

1-İslam Ümmetinin başkanı olma bu sıfatla ümmeti eğitme, yetiştirme,ona yol gösterme ve yönetme Nübüvvetin bir devamıdır. İmamet onun uzantısı sayılmıştır.

2-İmamet Allah vergisidir. İmamet Allah tarafından seçilir,belirlenir,atanır,görevlendirilir. imama ve ümmete ise bunu kabul edip itaat etmek düşer.

3-Peygamberdeki İsmet(günah işlememe ve hata yapmama) sıfatı imamlarda da vardır.

4-İmamın sözleri davranışları ve halleri "Nas"tır. Bu delil ise bağlayıcıdır.

5-İmamlar,diğer insanların bilmedikleri ve bilemeyecekleri bilgileri sahiptirler. İlahi kaynaktan gelen bu bilgi eleştirilemez. Sadece anlamak için gayret edilir.

6-İmamlarda mucizelere sahiptir. Bu mucizelerle halka "Hüccet'e sahip olduğunu kanıtlar. İmamiye Şiasına göre İmamların Peygamberden farklılıkları şunlardır:

1-Peygamberlere kutsal kitap verilmiştir. İmamların Kitabı ise Kuran'dır.

2-İmamlar Peygamber olmayıp,onun bütün bedeni,ruhi,ilmi ve ahlaki varisleridir.

3-Peygamberi inkar eden kafir olursa da İmamı inkar eden Kafir olmaz. Fasık olur.(Günahkar)

Emevi iktidarının prototip örneği olan Muaviye zamanında seçimi iptal edip,biatı silah gücüyle almak ve şuranın terkedilmesi gibi değişikler İslam toplumunun siyasal mekanizmasında karışıklara yolaçtı. Ve Kerbela hadisesi ile gün yüzüne vuran ve adına "Mezhep" adı verilen çok çeşitli dini oluşumlara yolaçtı.Bu oluşumlardan özellikle siyasi düşünce itibariyle üç akım varlığını bugüne kadar devam ettirdi. Ehli-Sünnet ekolü,Şii,Harici anlayış .

İmamiye Şia'sı yukarıdaki öncüllerden hareket ederek siyaset felsefelerini aşağıdaki postulatlar üzerine oturtmuştur.

1-Peygamberler Peygamberlik görevine Allah tarafından nasıl atanıyorsa onların naibleri, vekilleri ve varisleri olan İmamlarda İmamlık makamına(Devleti yönetme,ümmeti eğitme) doğrudan Allah tarafından atanır. Peygamberin görevi Allanın imamlığa kimi atadığını ümmete tebliğ etmekten ibarettir. Nitekim Peygamber konusunda da durum böyledir. Ve Şiiler Hz.Ali'nin Ümmetin başına geçeceği beyan edildiği halde Sahabe ilk üç halifeyi kendilerinde olmayan bir yetki ile seçmiş olup bu yetkinin ümmet adına kimin tarafından verildiği sorusuna açıklık getirilmesini isterler.

2-İmamet, İmam atamak Allanın üzerine bir vacip olduğu Allanın insanlara imam atamasının onun bir lütfü olduğu belirtilir.

3-Mantıki değerlendirmelere girerek Nasıl ki Kadı ve Polisin faaliyet alanı çok dar olmasına karşın atama ile işbaşına geliyorsa bütün ümmetin başkanı İmam içinde atanma hali olmasında şaşılacak bir nokta olmadığı belirtilir.

4-Biat ve seçim usulü tartışmaya,çekişmeye,hizipleşmeye, bölünmeye sebep olur. Her kesim kendi ehlini ehil sayar. Oysa kimin kimden üstün olduğunu Allah daha iyi bilir.

5-Allanın atadığı İmamlarda adalet ve masum üzere olduklarından diğer insanlara iyi örnek olabilir ve insanlar peşlerinden gidebilir.

Bütün bu varsayılan önermelerden İmamiye Şiasına göre ilk üç halife gerçek ve İslami ve İlahi hilafet değildir.

Fatimilerin devlet ve siyaset yönetim anlayışı tamamıyle ilahidir. Her makam sahibini yetkisini İmam'dan İmam'da Allahtan alır. İktidarında hükmünde yönetiminde kaynağı Tanrıdır. Allah imamlar aracılığıyla sürekli olarak ümmeti yönetmekte,denetlemekte ve bununla ilgili talimat verdiğine inanılmaktadır. Açıktır ki bu tür bir yönetim anlayışı Teokrasi olacaktır.

Ehli-Sünnet göre ise imametin imanın bir cüzi değil furuu ile ilgilidir. Ehli sünnet hilafeti şu şekilde tanımlamıştır. "Din ve dünya işlerinin düzenli yürümesi için kurulan genel yönetimdir. Halife zorunludur. İslam toplumu devletsiz olamaz. Ancak devlet kurmayı ve kurulu devleti ayakta tutmayı kesin emreden bir "Nass"(delil) olmadığını ileri sürerler. Ehli sünnete göre devletin varlığı "sem'an" zorunludur. Bu zorunluluk ise şu ilkelere dayandırılmıştır:

1-Devlet, halife zorunludur. Sahabe bile Peygamberin gaslını,kefenlenmesini ve defnini bırakıp halife seçimiyle meşgul olmuştur. Cenaze kaldırılmadan yeni halifeye biat edilmiştir.

2-İslam ülkesini korumak, ordu hazırlamak ve cihad halife olmadan gerçekleşemez.

3-Zararı-Defy, faydayı celb(kötülükleri gidermek faydayı teşvik etmek) devlet sayesinde mümkündür.

Devlet kötülüklerin ve haksızlıkların işlemesine engel olur. Kötülük işleyenleri cezalandırır. Bütün bunlar farzdır. Farzın yerine getirilmesini sağlayan devletin varlığı da farzdır. O halde Ehli-Sünnete göre Peygamberin vefatından sonra devletin gerekliliği konusunda sahabenin icmaı(ittifakı )vardır.Ama böyle bir icmaın oluşu bu konuda "Nass" olmadığını da gösterir. O halde sahabenin halife seçmesi dinle ilgisi sıkı olan sosyal ve siyasi bir olaydır.

4-Devlet başkanının "Nass"la atanması caizdir. Fakat Kur'an da ve hadiste böyle bir nass mevcut değildir. Fakat halifenin biat ile seçilmesi caizdir.

Dört halifeden sonra devlet başkanı ve hükümdar olmak için yukarıdaki usûller terk edilmiş ve iki usûlle işbaşına gelindiği görülüyor.

i-Güç kullanarak ve zora başvurarak halifelik yöntemi. Bu usule örnek olarak Halife Hz. Ali'ye karşı çıkarak ordu hazırlayan ve "Cemel savaşıyla yenilen Hz.Aişe-Zübeyr-Talha, Hz. Ali'ye karşı savaşan Muaviyenin ordu kulanarak karşı çıkması,Hz.Hüseyin'in Muaviye oğlu Yezid'e karşı savaşması,As ibnü Zubeyr'in Emevi hükümdarı Abdulmelik'e karşı isyanı,Abbasilerin kuvvete dayanarak Emevi hanedanını yıkmaları, Yavuz Sultan Selim'in kuvvete dayanarak sultan oluşu.

ii-Veraset yolu: Emevi hümümdarları Muaviye'den sonra babadan oğula bazen de hanedan mensuplarından birine verasetle intikal etmiştir.Bir şahıs hükümdarlığı zora ve kuvvete başvurarak ele geçirince onun ölümünden sonra hükümdarlık şehzadelerden birine kalır. Artık bu yönetim gerçek anlamda seri hilafet değildir. Şekil ve Resmiyet bakımından hilafet olsada gerçekten mülk dediğimiz saltanattır. Yani monarşi.

Muaviyeden itibaren Emevi hükümdarları halife ve Emirül-Müminin unvanlarını kullanmışlar,Melik unvanını kullanmaktan kaçınmışlardır. Bunun sebebi halife ve Emirül-Müminin unvanlarının halkı hükümdara daha sıkı bir şekilde bağlayacak bir içeriğe sahip olmasındandı. Abbasilerde de bu iki unvan kullanıldı. Zamanla hilafet makamı ikileşti. Endülüs Emevi hilafeti ve Bağdat Abbasi Hilafeti. Ayrıca Kuzey Afrika'da Şii Fatimi devlet başkanlarına da halife deniliyordu.

Süleyman ULUDAĞ'a göre İslamın iktidar süreçlerinde İslamın siyasi iktidar tecrübesi üç şekilde cereyan etti.

l-Seçim:Veliahdlikle,şura denilen bir seçimle işbaşına gelen verasete dayanmayan, iktidarı elinde tutan meşru halifelerdir.

2-Güçle işbaşına gelen iktidarı elinde tutan verasete dayanan hilafet dönemi.Bu dönem Emevi Halifesi Muaviyeden başlayıp Büveyhoğullarının Abbasileri nüfuz altına alınışına kadar devam eder.(932)

3-Kukla Hilafet dönemi : Bu dönemden sonra halifeler iktidarın elinde şekilsel bir formaliteden başka bir şey olmayıp siyasi olaylara yön verme özellikleri yoktur. Özellikle Abbasi Halifelerinin Arap olmayan Büveyhoğullarının vesayeti altına girmesiyle Arap iktidarı ve hilafeti resmen değilse bile fiilen sona ermiştir.Bu dönem halifelerinin siyaset üzerinde etkili oluşu sembolik neseb bağından ibaretti.Vesayeti altında bulundukları hükümdarların ve onların çeşitli yöneticilerine unvanlar vererek onların meşruiyet kaynağı olduklarını göstermeye çalışmışlardır. Söz konusu hanedanlarda iktidarlarını halk nezdinde sağlamlaştırıp dindar ve inançlı insanları kendilerine bağlamak için halifelerden "onay" almak ihtiyacını duymuşlardır.(sh:61)

Ahmet Akbulut' a göre aslında Ehli Sünnet ve Şii anlayış arasında fark yoktur. Şii anlayışta Allah adına hükmetme yetkisi Ehli-Beyt'e ait olmasına karşın, Sünni anlayışta Kureyş ailesine aitti.38

Aslında bu siyasi düşünce farklılıkların temelinde ekonomik sınıf farklılıklarına dayanan çekişmelerin önemli oranda etkili olduğu belirtilmektedir. Tarih boyunca çoğu kez siyaset, ekonomik imtiyazların dış cephesini oluşturmuştur. İslam Tarihinde de Allaha ait olan " üretim araçları" nın doğal sahibi halk olmalı iken, siyasetin olanakları kullanılarak halkın iradesinin devreden çıkarılmasıyla "mülkiyet" kendilerini Allanın temsilcileri sayan "sınıfın elinde toplanmıştır. İslam toplumlarında, siyasetin belli bir zümreye özelleştirilmesi çabalarının başlangıcı Emevi dönemiyle başlar.39

Muaviye İslami yönetim tarzında gerçekleştirdiği bir başka değişiklik orduyu profesyonelleştirmesidir. Bunun yol açtığı sonuç ise artık islam toplumunda rejimlerin profosyonel ordular yani silahlı kuvvetlerle korunması ve halkın siyasal katılım taleplerinin bastırılması idi. Abbasilerde ise bu yapı kökleşti. Bir ara silahlı gücü ve yönetimi fiilen elinde tutan Sultan ile sembolik bir konumu işgal eden halife ikilemi ortaya çıktı.40

Hilafetin 30 sene sürdüğü ve daha sonra bazılarının ifadesiyle bunun "ısırıcı bir krallığa" diğer bazılarının ifadesiyle "siyasi bir krallığa" dönüştüğü hususunda müslümanlar icma etmiştir.Ehli Sünnetin tümü "Nebevi Hilafetin" Siyasi Melikliğe dönüşümünün kaçınılmazlığı hususunda müttefiktir.Bazıları onun böyle olmasını,, gelişmenin gerektirdiği, İbni Haldun'un deyimiyle "Beşeri medeniyetin Tabiatinin" nın gerektirdiği bir iş olduğuna inanmıştır.Daha açık olarak belirtirsek, Peygamber(s.a.v) ve halifeler döneminde devlet bir Fütuhat devleti iken Muaviye zamanında ise yöneticilerin alimlerden;askerin Raiyeden. Ayrıldığı "Siyasi Krallık" devletine dönüştü.41

İslamda (Kuran ve Sünnet) İslamın şeriat olarak hükümet şeklini, üslubunu keyfiyetini, kurumlarını vs. belirleyen şeri-nass olmadığına ve bunun müslümanların içtihadları doğrultusunda "Maslahat ve menfaate ve her çağın ölçülerine göre" belirleyecekleri bir yapı var olduğuna göre sonuçta ne kalıyor? Bu durumda müslümanların eline kalan "tarihi tecrübe 'dir. Raşid halifeler yönetiminin yaşadığı deneyim, müslümanların siyasi yönetim tecrübeleri içinde idealize bir örnek olarak varlığını sürdürüyor.42

Tarihte olduğundan daha fazla ve şaşırtıcı bir yanılsama içinde Raşid Halifeler dönemi günümüz İslam düşüncelerinde destekleme ve meşrulaştırmada kullanılmaktadır. Subaşı'ya göre Tarihsel İslam,
gerçek ve yaşanmış Asrı-Saadet İslamının esaslı bir kopyası değil, adamakıllı çarpıtılmış bir şeklidir. Gerçi İslami yönetimler, en azından Emeviler zamanından beri devlet ve toplum ile din arasında da "De Facto" ayrılığı korumuşlar ve din her ikisini de içine alarak ama değişik biçimlere girerek, kısa dönemler hariç olmak üzere ne devlet ve toplum üzerinde egemen ne de onlarla bir olmuştur. Nitekim müslümanların çoğu da tarihlerinin büyük bir bölümünde bu normlarla çok zayıf bağları olan ve Şeriatı ancak müminlerin iktidarlarını meşru gösterdiği ölçüde benimseyen yönetimler altında yaşamış olmalarına rağmen devlet, kendisini meşrulaştırmak için tarihsel olarak İslamın kullanımın kendisi için tekelleştirememekle birlikte onu kendine mal etmeyi başarmıştır.43

Ehli-Sünnet kesimi, ilk günlerin tarihinin ve Raşid halifeler döneminin, ilahi bir kudsiyeti olduğuna inanmaktadır. Ama o dönem müslümanlarından (ilk sahabeler) Hz.Ali'nin Peygamber-(s.a.v.) 'in direktiflerine uygun yüksek bir makamı olduğuna inanan küçük bir grubu hariç hiç bir mevkiinin, hiç bir merciin ve bireyin özel bir kudsiyeti olmadığına inanması hususu temel bir noktadır. 44

Ali Abdurrazik'in bir kitabında belirttiği gibi Hz.EbuBekr'in biat esnasında koşullara bakarak bu biatin modern devletin tüm özelliklerin taşıdığını, diğer hükümetler gibi güç ve kılıç üzerine kurulan bir devlet olduğunu ve Hz EbuBekr'in liderliğinin dini bir makam olduğunu, ona karşı gelmenin dine karşı gelmek olduğunu düşünmediğini, ancak sonraları Hz EbuBekr'in seçimine dini bir renk kazandırdıkların belirtir.45

Bazı araştırmacı ve yazarlar İslamiyetin kuruluş yıllarındaki Hz. Ali ve diğer İslam önderleri arasındaki ayrılığın bir kamplaşmaya yol açacak kadar derin olmadığını bunun yıllar içinde başka faktörler nedeniyle ön plana çıkarıldığını belirtirler. Şiiliği ise sonradan ortaya çıkmış ve Hz. Ali ile ilgisi olmayan bir mezhep olarak değerlendirirler. 46

İslam istikrarının savunucularına göre Haricilik,yalnızca yıkıcı bir etki yapmış, İslami sertleştirip katılaşmasına neden olmuştur. Bir yönü ile doğru olan bu saptama eksiktir. Gerçekte Oral Çalış'a göre Haricilik zulme başvuran gaddar yöneticilerin hizaya girmesinde önemli mücadeleler verdiğini ancak zaman içerisinde etkisini yitirdiğini belirtir. 47

Oysa Ali taraftarları olarak nitelendirilen kesimin İslamın Aristokrat kesimine karşı dirençli bir şekilde varolma mücadelesini sürdürdüğü bilinen bir gerçektir. 48

Alevilik yoksul ayaklanmalardan güç almış İslamın ana mecrasından kopmamış ama tamamen bir yoksul hareketine dönüşmemiştir. Ağır baskılı dönemlerden sonra devletle tayin edici çatışmalara girmekten kaçınmış, yönetimin en azından bir kesiminden kopmamaya dikkat etmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşunda etkili olan Bektaşilik Osmanlı ordusundaki Alevi Ocakları, Mevlanalar, İslam yönetimi Aristokrasiyle de çatışsa da onunla yan yana yaşamını sürdürebilmiştir.49 

KAYNAKLAR 

1-Kapani Münci,Politika Bilimine giriş,sh 53

2-A.G.E Münci,Politika Bilimine Giriş sh:35 ve EVERDÎ Mustafa,DevIet-Ebed-Müddet,Ülke Dergisi.,Sayı:30 sh:27

3-ÇAM Esat,Siyaset Bilimi sh:197)

4- DUVERGER Maurice, Politikaya Giriş, VARLIK, 1984 sn: 15

5- BULAÇ Ali. İslam ve Demokrasi,sh: 74 iz, 1995 "ÇELİK Ömer.Meşru siyaset ve Teokrasi, sh: 26Aralık-0cak-Şubat 1992,Kitap Dergisi

7- A.G.D ,ÇELİK Ömer,.

8-ZELYUT Rıza,muaviyeden Erbakan'a Siyaset,sh:7 YÖN, 1996

9- A.G.E, ZELYUT Rıza, 

10- Fazlurrahmanın sözü,TÜRKÖNE Mümtazer.Siyasal İdeoloji olarak İslamcılığın doğuşu.iletişim yay. 1991 sh:19

11- A.G.E, ÇELÎK Ömer,Meşru Siyaset ve Teokrasi, sh:28 Aralık-Ocak-Şubat 1992&14-LEWÎS Bernard, Islamın Siyasal Dili, sh: 53 Rey, 1992

12-LEWÎS Bernard, Islamın Siyasal Dili, Rey, sh: 54 1992 

13- A.G.E, LEWİS Bernard,

14- A.G.D, ÇELİK Ömer,

15- A.G.E, LEWÎS Bernard,

16-CEDAN Fehmi,Çağdaş Arap Dünyasında îslami Yönetim Tartışmaları, sh:29

17-A.G.E, LEWİS Bernard, &AKBULUT Ahmet,Kuranı-Kerim açısından Egemenlik meselesi islami Araştırmalar, cilt:8 sayı:3-4, sh:149,1995
18- A.GE, LEWİS Bernard,

19- A.G.E, AKBULUT Ahmet, sh: 151,1995

20- A.G.E, AKBULUT Ahmet, sh: 151,1995

21- A.G.E, LEWİS Bernard, sh: 56

22-A.G.E, AKBULUT Ahmet, sh: 151 "A.G.E, CEDAN Fehmi,, sh:31

24- TÎLMANNAGEL İslami Araştırmalar, cilt:8 sayı:3-4, sh: 195,1995

25- A.G.E, AKBULUT Ahmet, sh: 155,1995

26- A.G.E, AKBULUT Ahmet, sh: 155,1995

27- A.G.E., LEWİS Bernard, sh: 71,

28- A.G.D, AKBULUT Ahmet,, sh: 153,1995

29- A.G.E, LEWİS Bernard, sh: 71 

30- A.G.E, LEWÎS Bernard, sh: 71,

31- AMMARA Muhammed, İslam Devleti, sh: 53,Endülüs, 1991

32- A.G.D, AKBULUT Ahmet,

33- A.G.D, AKBULUT Ahmet,

34- A.G.E, AMMARA Muhammed,

35- A.G.D, AKBULUT Ahmet, sh: 150, &ZELYUT Rıza,, sh: 76,

36- A.G.D, AKBULUT Ahmet, sh: 150, -ŞERİATI Ali, Tayin ve Seçim, Kitap Dergisi, Ağustos 1991 sh:33

37- A.G.D, AKBULUT Ahmet, sh: 150, & ULUDAĞ Süleyman.Devlet kavramı bağlamında neseb ve asalet.Ülke dergısi,Haz. 1997sh:46-55

38- A.G.E, ZELYUT Rıza, Muaviyeden Erbakan'a Siyaset, sh: 76-78, YÖN,1996& BULAÇ Ali, Türkiye'de Din ve Devlet ilişkisi, Kitap Dergisi, Kasım 1989,sayı:33 sh:6-8

39- A.G.D., AKBULUT Ahmet, sh: 150,

40- A.G.D., -ÇELİK Ömer, sh:27

41- A.G.D., BULAÇ Ali, sh:8

42- HANEFÎ Hasan, Laiklik ve İslam, İslami Araştırmalar, cilt:8 sayı:3-4, sh: 160,1995

43- A.G.D., -HANEFİ Hasan, sh: 165,

44- SUBAŞI Necdet,Fundemantalizm, İslam ve Hayat, İslami Araştırmalar, cilt:8 sayı:3-4, sh: 257,1995) 

45-MESCİD'İ-CAMİİ Muhammed,Ehli Sünnet ve Şia'da Siyasi Düşüncenin Temelleri, sh: 67, İnsan yay, 1995 

46 A.G.E., MESCİD'Î-CAMİİ Muhammed,

47-ÇALIŞLAR Oral,Hz.Ali-Muaviye çatışması, sh: 161,Pencere Yay., 

48-A.G.E., ÇALIŞLAR Oral, sh:163„ 

49-A.G.E., ZELYUT Rıza, sh: 78,
 

    eposta       edit

0 yorum: