13 Mart 2012 Salı

Yayınlandı Mart 13, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Modernizmin siyaset biliminin gelişimine etkileri

   
   
 Bu bölümde modernleşme ve olumsuz anlamda modernite olgusunun batı-doğu ekseninde etkilerinin neler olduğu üzerindeki fikir tartışmaları sunulmaktadır.

MODERNİZM-MODERNİTE 

    Kimine göre postmodern bir çağa girdik, kimilerine göre postmodern çağ henüz başlamadı. Modernizmin son dönemlerindeyiz.

    Bugün birçok düşünür tarafından dile getirilen ve geniş ölçüde tartışmaya yol açan durum insanlığın modernliğinde ötesine götüren bir dönemin başında olduğumuz ileri sürülmektedir. Bunu ifade eden yeni kavramlaştırmalar "Bilgi Toplumu", "Tüketim toplumu" gibi "Postmodernizm " "Sanayi Sonrası Toplumu" gibi Bilgiyi merkeze alan yaklaşımların yer almasını buna örnek olarak verebiliriz. (1) 

    Anthony Giddens, postmodern bir dönemde değil, modernliğin sonuçlarının radikalleşip evrenselleştiği bir dönemde yaşadığını belirtir.

     Giddens, Bu gibi özgül nedenlerden dolayı yetersiz şekilde anlaşılmış olan modernliğin doğasını anlamak için bir post-modernlik dönemine girmek yerine modernliğin sonuçlarının eskisinden daha çok radikalleştiği ve evrenselleştiği dönemi genel anlamda dile getirilen "post modern" kavramından oldukça farklı bir anlamı içerdiğini belirtmektedir.
 

     Modernliğin bir yandan insanların çoğu için daha güvenlikli ve zengin bir hayatın yolunu açarken, bir yandan da karşı çıkılmazsa yeryüzündeki insan hayatının sonunu getirecek global risklere sahip olduğunu (askeri gücün korkutucu oranlarda büyümesi çevre felaketi, otoriter yönetim biçimleri vs.) belirten Giddens bu anlamda modernliğin "ötesine" geçmek için yeni toplumsal hareketlerin başını çektiği özgürleşme politikalarının yanında, insanların kendilerini birer proje olarak inşa etmelerine dayanan "yaşam politikaları" geliştirme gerekliliğine işaret ediyor. (2)

    Postmodernizmin anlaşılmasında modernizmin niteliğ
inin ne olduğunun bilinmesinde fayda vardır.
Modernizm, Anglo Saxon literatürde " Ne pahasına olursa olsun modern olanı, yani bu çağa ait olanı arama, modern olanı tercih etme eğilimi" olarak tarif ediliyor.

    Modernitenin kökleri aydınlanma hareketine dayanır, belirli bir amaçtan yoksun "duygusal" eyleme karşı, "rasyonel" eylemin "dine" karşı "bilim" paradigmasını esas alır. Toplumsal yaşamda "kabile" düzeyindeki siyasal yada ekonomik örgütlenmelerden "ulus-devlet"e doğru bir ilerlemeye dayanır. Pre-modern toplumlardaki daha "yerel" ve "kabile"ye ilişkin saadetlerin yerini "ulusal kimlikler" almaya başlar. (3

    Geçmişte "ümmet" kavramı etrafında bir araya gelen insanlar, modern toplumun oluşum sürecine paralel olarak toplumsal sadakatlerini daha "laik" olarak ve "ulusal birlik"le tanımlamaya başlarlar. Geleneksel toplumun insanları bir arada tutan ve yaşama anlam veren değerleri, büyük ölçüde modern toplumda sürgün edilir. Geleneksel toplumda öte dünya (iç nefs) kontrolünü gerçekleştiren insanın yerini "çıkar hesabı etrafında bütünleşen " rasyonel birey" ön plana çıkar.
    Kapitalizmin gelişimi para ekonomisinin ve dev endüstriyel organizasyonların varlığı toplumsal ilişkilerin niteliğini değiştirir. Şahsi ilişkiler yerini bürokratik formel ilişkilere terk eder. Kitle halinde modern endüstriyel toplumun ihtiyaç duyduğu sadakat ve disiplin açısında geniş kitlelerin eğitimi stratejik bir nitelik taşır. (4)

    Teknoloji hızla gelişmiş yaygınlaşmış, ucuzlayarak herkesin kullanabileceği hale gelmiştir. Bunun yanında ulus-devleti ve ulusal sadakatin güç kazanmasında önemli işleri olan, çapı aileyi aşan ekonomik aktiviteler, aynı gelişme sürecinin bir sonucu olarak ulusal sınırları aşan, serbest ticaret bölgeleri yada bölgesel bütünleşme hareketleri ortaya çıkmaya başlamıştı. Tüm dünyayı kapsayan ve dünyayı küçülten "global köy" kavramıyla ifade edilen, yeni bir siyasal kültürel, ve ekonomik düzenden bahsedilmeye başlanmıştır.
Modern Teori içinde "ilerleme" ve "evrim" mantığı çerçevesinde yorumlanabilecek bu gelişmenin sonucunda "Uluslar Üstü" oluşumlar güç kazanmaya başlamıştır. (5)

    Büyük şirketlerin tanınmış markalarını tüketen "Global Kültüre doğru gidişin işaretler sayılmaktadır. İnternet ve enformasyon teknolojilerinin yaygınlaşması ile "Sanal Kültürler'" ya da "Sanal işletmeler'in hızla yaygınlaşmasına yol açmaktadır.

    Giddens, modernliğin temel sonuçlarından biri küreselleşme olduğunu vurgular. (6)

    Modernlik yalnızca küresel etkisi açısından değil, dinamik karakterinde temel önemde olan düşünümsel bilgi açısından da evrenselleştiricidir. Bu niteliği ile modernliğin Batıya özgü kabul edildiğini itiraf eder.

    Modernlik, yapısal olarak küreselleştiricidir. ve bu olgunun sarsıcı sonuçlan modernliğin düşünümsel karakterinin döngüselliğiyle birleşerek risk ve tehlikenin yeni bir yapıya büründüğü bir olaylar evreni oluştururlar. Modernliğin küreselleştirici eğilimleri eş zamanlı olarak hem yaygın hem de yoğun niteliktedirler. Çoğunlukla post-modern olarak nitelenen olguların çoğu gerçekte varlık ve yokluğun tarihsel yönden yeni sayılabilecek yollarla birbirine karıştığı bir dünyada yaşama deneyimiyle ilgilidir, İlerleme, modernliğin döngüselliği ortaya çıktıkça içeriği boşalmış duruma gelir, ve yatay düzlemde, "tek bir dünya" içinde yaşamaya ilişkin günlük enformasyon akışı kimi zaman ezici bir nitelik alabilir. Ancak bu kültürel parçalanmanın yada bireyin herhangi bir merkezi bulunmayan bir "göstergeler dünyasında" çözülmüş olmanın ifadesi değildir. Bu durum, nesnellik ve küresel toplumsal örgütlenmenin (sorunlu bir yüksek etkili riskler dekoru önünde) eş zamanlı olarak dönüşmesi sürecidir.

    Modernlik, yapısal olarak geleceğe yöneliktir; öyle ki "gelecek" karşı olgusal modelleme konumundadır. Böyle olmasında başka nedenlerde bulunmasına karşın, bu ütopyacı gerçekçilik kavramını dayandırdığı bir etkendir. Ütopyacı gerçekçilik "pencerelerin geleceğe açılmasını" siyasal geleceklerin önümüzde içkin olarak bulundukları kurumsal eğilimlerin analizi ile birleştirir.

    Utopyacı gerçekçiliğin ütopyaları modernliğin hem düşünümselliğinin hem de zamansallığın karşıtı niteliğindedir. Utopyacı reçeteler gelecekteki olayların ana hatlarını belirleyerek modernliğin sonsuza dek açık karakterini engellerler.
 
    Giddens küreselleşmeyi 4 ana boyut içerisinde inceler (GİDDENS Anthony , sh 71)



    Giddens'a göre dünya ekonomisindeki ana güç merkezleri kapitalist devletlerdir. Bu ülkelerin iç ve uluslararası ekonomi siyasaları, ekonomik etkinliğin birçok biçimde düzenlenmesini içerir. Kurumsal örgütlenmelerin varlığı ekonominin siyasetten "yalıtımını" sürdürür. Bunun ise belirli bir devlet içinde merkezi olan ancak, başka yerlerde birçok bölgesel katılımları gerçekleştirebilecek ticari şirketlerin küresel etkinlikleri için geniş bir alan sağlamaktadır.

    Giddens'a göre uluslararası şirketler, ne kadar büyük etkinliğe sahip olursa olsun askeri örgüt gibi değildirler, kendi kendilerini belirli bir toprak parçasında egemen olan siyasal-yasal varlıklar üzerinde olarak belirlemediğini belirtmektedir. Herhangi bir devletin küresel siyasal düzen içindeki etkisi onun zenginlik düzeyi ( ve bu düzeyle askeri gücü arasındaki bağlantı) ile alakalı olarak görür.

    Ulus-devletler, küresel siyasal düzendeki başlıca "aktörler" ise şirketlerde dünya ekonomisinde başat faillerdir. Şirketler devletlerle ve müşterilerle olan ticari ilişkileri ile etkinliklerini artırmaya çabalarlar.

    Giddens'in küreselleşme kuramlarının temelinin ikinci boyutu oluşturan ulus-devlet modernliğin düşünümsel karakterine uzun süre katkıda bulunmuştur. Ona göre ulus-devlet sisteminde uluslararası ilişkiler kavramının yer tuttuğu bir ortamda egemenlik devletin kendi toprakları içinde özerklik savının destekleyicisi olarak diğer devletler tarafından tanınmasıyla gerçekleştirilmektedir, bu bağlamda devletler üstü kurulan büyük örgütsel kuruluş yapılarının (B.Milletler) küresi konumu ve etkisi egemenlik açısından zaruri iki unsur olan: Bölgesel olması ve şiddet araçlarının kontrolüne sahip olamayışı yüzünde sınırlı kalmaktadır. Ancak yinede BM'deki tartışmaların eski sömürge ülkelerinin kısa süre içerisinde ekonomik ve askeri açıdan zayıf da olsalar ulu-devletler olarak ortaya çıkmaları, egemenlik açsından modern öncesi döneme göre bir kazanç olarak görür.

    Giddens'a göre küreselleşmenin 3. boyutu askeri dünya düzeni askeri gücün küreselleşmesi askeri örgütlenme teknikleri, savaşın endüstrileşmesi ve ülkeler arasındaki ittifaklar, modern silah sanayinin sınır tanımadan her ülkeye rahatlıkla taşınması eski uygarlıkların en büyüğünden bile daha fazla askeri güce hemen hemen tüm ülkelerin sahip olduğunu belirtir. Öyleki kimi zaman ekonomik bir ölçü olan "Üçüncü dünya" ülkeleri denilen ülkeler askeri açıdan ileri düzeyde silah donanımını elinde bulundurmalarından dolayı "1. dünya ülke" ülkeleri olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtir.

    Giddens; küreselleşmenin 4. boyutu endüstriyel gelişimle ilgilidir. Bunun en belirgin yönü ise küresel işbölümünün dünyanın az çok endüstrileşmiş alanları arasındaki farklılaşmaları da içerecek biçimde genişlemesidir. Küresel ekonomik bağımlılığın hızlı artışının kapitalist ülkelerin kendi ekonomileriyle başa çıkmasını zorlaştırmaktadır.

    Giddens'e göre bu durum Keynesgil siyasaların etkisinin azalmasını açıklayan bir nedendir.

    Giddens'e göre endüstriyalizmin küreselleştirici özelliklerinden biride makina teknolojilerinin dünya çapındaki yaygınlaşmasıdır.

    Modern teknoloji sayesinde temel olarak tarıma dayalı kalan devletlerde bile çoğunlukla toplumsal örgütlenme ve çevre arasında süregelen ilişkileri büyük ölçüde değiştirecek biçimde uygulanır. Bu durum ise potansiyel ekolojik değişmelere zemin hazırlayan bir unsur olarak görür.

    Giddens, Endüstriyalizmin en önemli etkilerinden biri olarak iletişim teknolojilerindeki biçim değiştirmeyi örnek verir. Giddens bu anlamdaki bir etkiyi "kültürel küreselleşme" olarak niteler.

    Mekanik iletişim teknolojilerinin ve mekanik baskı teknikleri sayesinde dünyanın her yerinden "haber bilgiler ile" modernliğin düşünümselliğinin ve modern olanı gelenekselden koparmış bulunan süreksizliklerin temel öğesini oluşturduğunu iddia etmektedir. (GİDDENS Anthony , sh 73)


    Öte yandan, ulus-devletin yerel ihtiyaçlara cevap vermede büyük, buna karşılık global ihtiyaçlara cevap verme konusunda küçük gelmeye başladığı iddiaları ile dünya bir tarafta globalleşirken aynı zamanda buna tepki olarak "Yerelleşme eğilimleri" ile birlikte gelen post modern yaklaşımlar, modernitenin globalci, rasyonalist, bireyci, ulusçu, Batı merkezli, dini/moral değerleri yaşamın dışına iten, bireyi anlam krizine sürükleyen, toplumsal bağlan zayıflatan, "araçsal aklı" merkez alan, Yaratıcılığı değil, protestan disiplini ön plana geçiren insanı kendi çıkarının peşinde "homo economics"e indirgeyen, farklılıkları yok eden, otoriter; her şeyin önceden öngörülebileceğine inanan, ekonomik yada teknolojik determinist, bilimsel bilgi dışında diğerlerini dışlayan ve bilimi egemen otoritenin meşrulaştırılması için kullanan, merkeziyetçi yaklaşımlara oldukça sert eleştiriler getirmiştir. (7)
    Bu aşamada 1993 yılında "Foreign Affairs" dergisinde ortaya attığı
"uygarlık çatışması" modelini öneren Huntington'u örnek olarak verebiliriz.

    Huntington' un kuramının başında, insanların tüketimleri, onların öz niteliklerini pek etkilemeyeceği varsayımı yatar. Mesela bir Rus'un Coca-Cola içerek Amerikalı düşünmesinin sağlanamayacağını düşünmektedir. (8)
    Globalleşme tezini "Coca-cola" kültürü olarak tanımlayan en entellektüel açıdan yüzeysel bulan "Hantington, kültürün özünü, din, dil, değerler, gelenekler ve adetlerin oluşturduğunu belirtmektedir.
    Huntington'a göre dünya önümüzdeki dönemde ekonomik yada ideolojik esaslara göre değil, kültürlere göre belirlenecektir. Her ne kadar ulus-devletler önümüzdeki dönemde uluslararası ilişkilerin önemli aktörleri olarak kalsalar bile, global politikaların
asıl mücadeleleri farklı uygarlıklar arasında olacaktır. Uygarlıklar arasındaki "fay kırıklıkları" gelecekteki çatışma hatlarını oluşturacaktır.(9)

    Veysel Bozkurt'a göre Huntington'un tezi, Doğu bloğundaki gelişmelerin hemen başında Fukuyama'nın ortaya attığı "Tarihin Sonu" tezine de bir itiraz niteliğindedir. Dünyayı geçmişte olduğu gibi gelişmişlik düzeylerine göre sınıflamanın yanlış olduğunu vurgulamayan Huntington'un bunun yerine "Uygarlıklara göre sınıflama"nın daha anlamlı olduğunu belirtmektedir.
Veysel Bozkurt, Huntington'un tezinde çatışmaların nedenlerini şu şekilde belirlenmiştir.
1. Uygarlıklar, arasındaki ideolojisi ve rejim farklılığından daha da önemli olmak üzere, tarih, dil, kültür, din yoluyla farklılaşırlar.
2. Sanılanın aksine ülkeler arasındaki etkileşim globalleşme tezini savunanların aksine olarak, medeniyetler arası farklılıkların güçlendirilmesini artırmaktadır.
3.Dünya çapındaki sosyal değişme ve ekonomik modernleşme süreçleri, insanları çak eski mahalli kimliklerinden koparmaktadır. Bunlar aynı zamanda bir kimlik kaynağı olarak "Milli Devletleri" zayıflatmaktadır. Bu boşluğu doldurmak için "Din" fundemendalist diye yaftalanan hareketlerle ortaya çıkıyor.
4. Ekonomik bölgecilik artmaktadır. Bunun ise bir yandan uygarlık bilincini takviye edeceğini diğer yandan ise bunun müşterek bir uygarlık içerisinde kök saldığı zaman başarılı olacağını belirtiyor. Buna örnek olarak AT'yi, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesinin başarısında, Amerika, Kanada ve Meksika kültürleri arasındaki odaklaşmada görüyor. (10)
    Veysel Bozkurt Huntington'un gereksinmelerini bu şekilde sıraladıktan sonra Huntington'un Bölgesel bütünleşmede din veya kültürün önemini abarttığı
kanısında. Ona göre kültürel müştereklerden ziyade ekonomik ve politik sistemler arasındaki uyumu sağlayamamış ülkeler D8 örneğinde bir araya gelsek bile etkili bir birliğin şansının zayıf olduğunu belirtir.(11)
Veysel Bozkurt, her şeyi ideoloji yada ekonomik de terimimizle açıklayan mantık ile Huntington'un "Kültürel determinizmi" yaklaşımı total bir biçimde global politika yada bölgesel bütünleşme gibi karmaşık süreçleri tek faktöre indirgeyerek basitleştirdiğini düşünür.

    Ayrıca yine Huntington'un "The West: Unique, Not Universal": (Batı:Yegane, fakat evrensel değil) ifadesiyle de bir anlamda Post-Modernlerin moderniteye saldırdığı "Evrensellik" tezine karşı "Kültürel rölativizme" yöneldiğini belirtiyor. Batının Değerleri olarak sunduğu, demokrasi, liberalizm, bireycilik, insan hakları, hukuk devleti, serbest piyasa, dinle devletin birbirinden ayrılması gibi hususların Hristiyanlıkla ilgili olduğu kadar, Batıdaki dosya-ekonomik dönüşüm süreciyle yakından alakalı olduğunu düşünür.(12)
    Dünya siyasetinin hakim mihverini Batılı kültürlerle Batılı olmayan kültürler (The West and the rest) arasındaki etkileşim oluşturacaktır diyen Huntington'a göre "Batıya
karşı müslüman-Konfiçyus bağlantısı ortaya çıkabilir. Buna örnek olarak soğuk savaş sonrası askeri güçlerinde indirime giden batılı ülkelerin aksine bu tür ülkelerde askeri güçlerim artırmaya bakmaktalar. Bu durum karşısında Batı, kendini ve diğerlerini korumaya çalışarak, konumunu muhafaza etmelidir'" (13)

    Huntington'un Türkiye'nin tam üyeliğine engel olma nedeni olarak, tarih, kültür ve din farklılığını öne süren öngörüsü isabetli bir tahmin sayılabilir ise de Veysel Bozkurt'un da işaret ettiği gibi yukarıdaki yaklaşım, Doğu bloğunun yıkılmasından sonra yeni düşmanlar müslüman-Çin vs. koymasından ibaret olan bir anlayışın içerisinde pek çok değişkenin döndüğü pek çok uluslararası siyaset mantığında açıklamakta güçlükler çıkarmaktadır. Örneğin Huntington; Rus askerlerinin Ermenilerin yanında Azerbeycana karşı savaşa girişmesini dini faktörlerle açıklarken Ermeni-Azeri savaşında İran'ın tutumu nasıl açıklanacaktır.?
    Fukuyama'nın haklı olarak vurguladığı gibi çatışmalar uygarlıklar arasında değil, büyük ölçüde aynı uygarlıkları kendi içlerindeki mezhep çatışmaları ile ortaya çıkmaktadır.

    Veysel Bozkurt, Huntington'un tezinde yaptığı en ciddi hatanın, içinde yaşanılan "Kaotik Sürec"i tek kültür/uygarlık faktörüne indirgemesi olarak görür. Bunda ise Huntington'un kasıtlı bir çarpıtmaya gitmediğini varsaysa bile yinede sırf sansasyonel amaçlarla post modern çağın insanın zaaflarını kullanarak böylesine bir basitleştirme yolunu tercih ettiğine dikkat çekmektedir.(14)

    Öte yandan, Post-modernlerin, gerekse Huntington gibi bazı ilim adamlarının Moderniteden farklı olarak ekonomik ve siyasal unsurlar yerine uygarlık yada kültür unsurlarını öne çıkartmaları genelde kimlik kavramına ve özelde Avrupa kültürel kimliği üzerine çok çeşitli tartışmaları gündeme getirmiştir.

    Avrupanın kültürel kimliğinde belirleyici alanın dinsel faktörlerin başında geldiği kuşkusuzdur.
    Avrupa'da Hristiyanlık Bayrağı altında Haçlı seferleri vasıtasıyla birleşmelerinde bu harcın büyük rolü vardır. Tarihsel olarak Avrupa kimliğinin doğusunda "karşıt kimlik" unsurunu islam oluşturmuştur. Doğu, fikirleri, hayalleri, kişiliği, deneyleri ile karşıtlıklar yaratarak Avrupa'nın tarifini kolaylaştırmaktadır.

    Huntington'a göre Batı uygarlığının ayırt edici özellikleri şunlardır. 

-Klasik miras, Batı hristiyanlığı

-Avrupa dilleri, Din ve Devlet otoritesinin birbirinden ayrılması 

-Hukuk kuralları, toplumsal çoğulculuk ve sivil toplum, bireycilik
Veysel Bozkurt'a göre  Avrupa kültürünün gelişiminde asıl önemli olan çeşitlilikler, aykırılıklar, rekabetler, tamamlayıcılıklar arasındaki verimli buluşmadır. Yada her şeyi sorunsallaştırmadır.(15)

    Öte yandan, internet gibi enformasyon teknolojilerinin gelişim, bir taraftan global bir kültürün maddi temellerini oluştururken, diğer taraftan da çok küçük grupların tüm dünya ölçeğinde kendilerini ifade edebilme imkanına kavuşmaları etkin milliyetçiliklerin doğuşu içinde zemin hazırlamaktadır. Özellikle bu postmodern küresel kültür A.Smith'e göre sadece dünya çapındaki yaygınlığından dolayı değil, aynı zamanda öz bilinci ve kendi parodisi olma dereceleri bakımından da şimdiye kadar ki tüm kültürlerden farklı olacaktır. Eklektik olmakla zamana ve yere karşı kayıtsızdır. Akışkandır ve kalıptan yoksundur. (16)

    Veysel Bozkurt'a göre yaşanılan çağ bir paradigma dönüşümüne işaret etmektedir. Bunların başında modernitenin temel kavramlarına yönelik eleştiriler var. "Evrensellik" iddiasında bulunan sosyalizmin geri çekilmesiyle birlikte ona alternatif olarak ortaya çıkan liberal evrensellik tezine yönelik saklı tutulan eleştiriler yeniden ortaya çıkarılmaya başlanmıştır. Bu özellikle günümüzde postmodern yada Neo-muhafazakarlar diye bileceğimiz gruplar için geçerlidir.(17)

Modernliğin Kuramsal Boyutları:

Giddens'a göre Modernliğin 4 temel kurumsal boyutu vardır.(18)

Kapitalizm: rekabetçi emek ve ürün pazarları zemininde ekonominin siyasetten yalıtımıyla ilgilidir. Gözetleme ise tarihsel olarak kapitalizmle içice geçmiş bulunan ulus-devletin temelidir. Ulus devletin gözetim işlemleriyle askeri gücün modern dönemdeki değişen doğası arasında oldukça yakın bağlantılar vardır. Modern Devlet'in şiddet araçları üzerindeki başarılı tekeli, suç hukukuyla ilgili yeni kodların dünyevi bir biçimde korunması ve buna ek olarak "sapkınlığın" gözetimsel kontrolü üzerine kuruludur. Askeri güç, sicil otoritelerin ülke içindeki hegemonyalarına göreceli bir uzak destek oluşturur ve silahlı kuvvetler çoğu zaman "Dışarıya" diğer devletlere yöneliktir.

    Giddens'in şemasından ayrıca Askeri güç ile Endüstriyalizm arasında doğrudan ilişkiler görülür. Bunların başlıcaları "savaşın endüstrileşme"sidir. Benzer olarak Endüstriyalizm ve kapitalizm arasında da bağlar vardır. Yine Endüstriyalizm, insan oğlunun modernlik koşullarında doğayla olan etkileşiminin ana eksenini oluşturmaktadır.

    Modernlik öncesi kültürün ana bileşeni olan Doğanın belirleyici konumu. Bilim ve teknolojinin güç birliği ile şekillenen modern endüstri, doğal dünyayı değiştirmektedir.

    Giddens'a göre kapitalist girişimcilik modern toplumsal yaşamı geleneksel dünyanın kurumlarından kopartma işinde önemli bir işlev yüklemiştir. Kapitalizm içindeki tüm ekonomik yeniden üretimin "genişlemiş yeniden üretimedir. Bu aşamada Marx'ın ön gördüğü (Kapitalizmin Endüstriyalizmin temeli ve hızlandırıcısı oluşu) fikirle uyuşma içerisindedir, ve işgücünün metalaştırılması kapitalizm ile endüstriyalizm arasında bağlantı noktasıdır. Sınıf sistemlerinin, modernlik öncesi devletlerde nadiren ekonomik temelli oluşunu belirtmektedir. Hakim sınıfın, savaşçılar sınıfının da katkısıyla diğer kesimi etkilemeleri,sömürmeleri, genellikle zor kullanma tehdidiyle gerçekleşmektedir.

    Giddens'a göre Kapitalizmin ortaya çıkışı kapitalist emek sözleşmesinin "insanın her şeyiyle kulluğu" (kölelik), çalışma haftasının (zorunlu ücretsiz hizmet) ya da ürünün (ondalık vergisi yada başka bir tür vergilendirme, bir yüzdesi gibi yollardan çok soyut emeğin kiralanmasıyla sınıf ilişkileri şiddete açık olmaktan ziyade doğrudan kapitalist üretim çerçevesi içine girmiş oluyordu. Ve devletin çıkışlarıyla şiddet araçlarının kullanımı sınıf ilişkilerinde değişime yol açtı. Devlet yetkililerinin elinde toplanan şiddet araçları kontrolü sayesinde şiddet kullanımı, emek sözleşmesinde dışlandı.

    Giddens'e göre Modern kurumların ivmelenmesini ve yaygınlaşmasını sağlayan en önemli kurumsal unsur olarak biri kapitalizm diğeri ise ulus-devlet olarak gösterir. Giddens, Ulus-devletin, varlıkları Avrupayı tarıma dayalı merkezleşmiş imparatorluklardan ayıran Feodalizm sonrası krallıklar ve prensliklerin oldukça dağınık düzeninden kaynaklanan çok sayıda rastlantısal olayla biçimlenmiştir. (19)

    Marks ve Durkheim, modern çağı sorunlu bir dönem olarak gördüler. Yinede her iki düşünürde olumlu olanakların daha fazla olduğunu eklediler.(20)

    Marks, sınıf mücadelesini kapitalist düzen içindeki bölümlerin temel kaynağı olarak görürken Durkheim ise işbölümü ve ahlaki bireycilikle bütünleşmiş endüstriyalizmin daha çok yayılmasının uyumlu ve doyurucu toplumsal yaşamı kuracağına inanmaktaydı.

    Maks Weber ise maddi ilerlemenin, bireysel yaratıcılığı ve özerkliği ezen bir bürokrasinin genişlemesi pahasına elde edildiği paradoksal bir ortam nitelemektedir.

    Marks'tan etkilenen yazarlar için modern dünyayı biçimlendiren ana dönüştürücü (transformative) güç "kapitalizm'dir. Feodalizmin çöküşü ile birlikte yerel tımar'a dayalı tarımsal üretim, ulusal ve uluslararası pazarlar için yapılan üretimle yer değiştirir: bu noktada yalnızca sınırsız çeşitlilikte maddi ürünler değil, insanın işgücü de metalaşır, modernliğin belirginleşen toplumsal düzeni hem ekonomik sistemi hem de diğer kurumları açısından kapitalisttir. Modernliğin huzursuz ve dinamik karakteri, yatırımcılar yatırım döngüsünün, kar oranındaki düşme eğilimiyle birleşip sisteme kalıcı bir genişleme özelliği kazandırmasının bir sonucu olarak açıklanır.

    Bu bakış açısı, Durkheim ve Weber tarafından eleştirilmişti. Durkheim, kapitalist rekabetin ortaya çıkan endüstriyel düzenin merkez özelliği olmadığını ve marksın büyük önem verdiği vasıflardan bazılarını marjinal ve geçici olarak görmektedir. Ona göre, modern toplumsal yaşamın hızla değişen karakteri esasen kapitalizmden değil, doğanın endüstriyel amaçlı kullanımı yoluyla üretimi, insan gereksinimlerine göre biçimlendiren karmaşık iş bölümünün canlandırıcı etkisinden kaynaklanıyordu. Kapitalist değiş endüstriyel düzende yaşandığını belirtir.

    Weber ise bir endüstriyel düzenin varlığı yerine kapitalizmden söz etmişse de ancak kullanım biçimiyle Marksın yazılarındaki kavramlaştırmadan farklıdır.

    "Dünya sistemi-Kuramı"nın öncüsü Vallerstein, kapitalizmin dünya çapındaki yayılmasını modern dönemin başında gerçekleştiğini kabul eder. Ancak bu yaklaşımın küreselleşmenin sadece bir boyutunu oluşturmasına dikkat edilmesi gerektiğini belirtir. (21)

    Giddens Valterstein'in kuramında "Dünya ekonomileri" yaklaşımında önemli bir yaklaşım olduğunu değerlendirmektedir. Vallestein'in bu olgusu ile kapitalizmin çıkışı Wallestein'in çözümlemesine göre ilk kez gerçekten küresel boyutta olan ve siyasal güçten çok ekonomik güce dayanan oldukça farklı bir düzene "kapitalist dünya ekonomisi" ne yol gösterir. Kökeni 16-17. yüzyıllara dayanan kapitalist dünya ekonomisi siyasal bir merkez yoluyla değil, ticaret ve üretim bağlantılarıyla bütünleşir. Gerçekte ise çok çeşitli siyasal merkezler, yani ulus-devletler vardır.

    Walterstein'e göre kapitalizm başlangıçtan beri ulus-devletlerle değil, dünya ekonomisiyle ilgili bir şeydir. Sermaye, özlemlerinin ulusal sınırlar tarafından belirlenmesine izin vermemiştir.

    Giddens, kapitalizmin siyasal bir düzenden çok, ekonomik temelli bir düzen olduğu için böylesine temel bir küreselleştirici etki gösterdiğine bağlar. Kapitalizmin, kaynaklandığı devletlerin siyasal egemenlikleriyle tümüyle boyun eğdiremeyecekleri dünyanın çok uzak bölgelerinin içine kadar girebilmiştir. Uzak toprakların sömürgeci yönetimi bazı durumlardan ekonomik genişlemeyi pekiştirmeye yardım edebildiğini, ancak kapitalist girişimin küresel yaygınlaşmasında hiçbir zaman izin asıl temeli oluşturmamıştır.

    Ancak Giddens, Wallestrein geliştirdiği kuramın zayıf yönünü Kapitalizmi modern dönüşümlerden sorumluymuş gibi göstermesi olarak algılar. Böyle bir algılamanın ise, Dünya sistem kuramı ağırlıklı olarak ekonomik etkiler üzerinde yoğunlaşır ve uluslararası ilişkiler kuramcılarının çok önem verdiği iki olgu, "ulus-devletin yükselişi ve ulus-devlet sistemi" doyurucu bir şekilde değerlendirmekte zorlandığını belirtir.(22)

    Giddens, Modern toplumsal gelişimin "süreksizlikçi" (discontinuist) yani, modern toplumsal kurumların bazı açılardan benzersiz (Unique) oldukları, her türlü geleneksel düzenden biçim açısından farklı olduklarını söyler.

    1. Değişim hızı :Geleneksel ile modern arasında süreklilikler vardır ve bunlar tamamen ayrı parçalar değildir. Giddens'a göre, geleneksel toplumsal düzenlerden ayıran süreksizlikleri belirlemede bir kriter olarak "Değişim hızı"nı öngörür. Modern çağın harekete geçirdiği kriterin "değişim hızı" olduğunu belirten Giddens, geleneksel toplumlar içinde de değişim hızı belirli bir esnekliğe sahipse de modernliğin koşulları içinde bu hızın son noktada olduğunu belirtir

    2.süreksizlik ise "Değişim alanı'dır. Dünyanın değişik bölgelerinin birbiriyle yoğun ilişki içerisine girmesi, çeşitli toplumlar arasındaki toplumsal dönüşüm dalgalarının artışını sağlamaktadır.

    3. süreksizlik, "Modern Kurumların Doğa" sı, Ulus devletin siyasal sistemi, üretimin cansız güç kaynaklarına büyük ölçüde bağımlı olması ya da ürünlerin ve ücretli emeğin tam anlamıyla metalaştırılması gibi bazı modern toplumsal biçimlerin önceki toplumsal düzenler de pek görülmediğini, "kent" gibi toplumsal düzenlerin önceki toplumsal düzenler içinde yanıltıcı bir sürekliliğe sahip olduğunu belirtir.

    Batılı bireylere ve toplumlara büyük bir güven duygusu veren batılı paradigmaların ve pratiklerin evrensel olduğu mitinin, özellikle II. dünya savaşından sonra yaşanan gelişmelerle yıkılması ile birlikte Batı kü
ltürü'nün "Batı'yı merkeze alarak öteki kültürleri ve toplumları "koloni"leştirerek etkisiz hale getiren bir yönelime uç verecek total veya grand projeler üretme yoluna gitmesi nedeniyle örtük koloniyalizm döneminde Batılı toplumlar dışında yaşanan görece kısa "modernleşme" deneyiminden sonra geri teptiğini, Batı kültürünün, bir yandan sürgit kendi epistomolojik ve ontolojik temellerini aşındıracak pratikler üretmesi, öte yandan kültürleri de kolonize ederek, bu kültürlerin sunduğu anlam dizgelerini gelirini ve anlam haritalarını biçim bozgununa uğratması, Batılı kültürel paradigmaların; ekonomik toplumsal ve siyasal modeller kısa devre yapmasıyla "büyü"nün bozulduğunu ileri sürmektedir.
    Bunun böyle olmasının sebebi, böyle bir kültürden beklenebilecek bir düzleştiricilik ve şiddet örneği göstererek insanın ve hayatın fizik ötesi boyutunu ötekileştirmesİ, ürettiği teorik paradigmalarla ve pratiklerle fizik ötesini, fizik ötesi gerçeklik alanlarını mahkum etmesidir. Böylece Batıda üretilen alternatif paradigmaların veya pratiklerinde tüketilmesini kolaylaştırmasıyla insanın ve hayatın sadece "fizik" özelliklerinin dünyaya çekidüzen vermeye başlaması, insan-insan, insan-Tanrı ilişkileri de alt üst ederek insanı kendisine yabancılaştırdığını bunun ise "bunalımın meşrulaştırdığı çıkar ideolojilerine" dönüştüğünü ifade etmektedir.(23)

    Suat Filmer, bunalımın meşrulaştırdığı, çıkar ideolojisinin hakim olduğu devrin aynı zamanda liberalizmin parlak çağı olduğunu kabul eder. Böylece yeni büyü "çıkar" oldu. Yazarın deyişiyle önce bireysel kabilecil hazzı alan çıkarı yeğleyen sekulerizmin sorgulanacağı dönem olarak niteler. Günümüz dünyasını Batıdaki modernleşme teorisyenleri Batılı toplumlardaki modernleşme deneyiminin evrensel olduğunu, batı modernleşmesinin ideal bir toplum ürettiğini; başka toplumlarında benzer süreçleri yaşayacaklarını ve dolayısıyla, modernleşen tüm toplumların bir şekilde batılılaşacaklarını söylemişlerdir. (24)

    Suat Filmer'e göre bu gerçekleşmedi. "Modernleşen" toplumların yaşadıkları "modernleşme deneyimi", bu toplumları batılılaştırmak yerine kendi kültürleri ve kimlikleri ile buluşturduğunu ifade eder.
    Nitekim,batıh teorisyenlerin de ifade etmek zorunda kaldıkları sekularizm sonrası çağa girişinin işaretlerini sayan düşünceler geliştirdiler, Bergerce modernleşmenin ve sekülerleşmenin dinin önemini zayıflatacağı ve modern dünyada dinin geri çekilmek zorunda kalacağı düşüncesinin aksine gelişmeler olduğunu itiraf ettirmektedir.(25)

    Batılı toplumlar, moderniteyle birlikte, insanı özgürleştirmek amacıyla, dünyada her şeyin kontrolünü insanın eline vermek için yeni bir maceraya giriştiler. Sonunda, insanın doğaya, Tanrıya (=dine) topluma ve kültüre mutlak anlamda şekil vermeye müdahale etmeye başlatıldığı bir süreç başlatıldı. Suat Filmer, Batılı insanın, her şeyi kontrol etmek için yola çıktığını ancak sosyal    bilimci Alwin W. Gouldner'in deyişiyle kendisinin yarattığı ama bir türlü katılamadığı, yaşanılamaz grotesk bir dünya İnşa ettiğini belirtir.(26)
İnsanın moderniteyle bizzat kendi elleriyle inşa ettiği bu dünyanın paradoksal bir niteliğini görenlerde ilki Rousseau' dur,
    Rousseau, "Modern insan, yarattığı sanatlarla ve bilimlerle korkunç bir başarılar elde etti. Ancak hayati bir şeyi kaybetti" tutunacağı dalı yitirdi." demektedir.
    Yine Gouldner'e göre "modern dünyanın yarattığı paradoxal düzen sonsuz özgürlüğe kavuştuğunu sanat modern insanı zincirlerle yaşamaya mahkum etmiştir"

    Suat Filmer, Yukarıda belirten bakış dramatik bir bakış açısıyla gösteri toplumlarına dönüştüğünü belirtir. Bunun nedeni ise yukarda sıralanan nedenlerden ötürü patlak veren paradoksal durum, batılı toplumlarda hayatın trajikleşmesine yol açmakta olduğu için bu trajediden kurtulmak için çıkar yolu ise "kaçış yolları" bulmaktadır. Avrupa' nın bu kaçış yollarına bulduğu en önemli tercih "sanat" Nihilistlerin öncüsü Nietzche'de "Will to Power" kitabında da buna işaret ediyor. "Dinimiz, ahlakımız, felsefemiz, insanın kokuşmuş formları haline geldi. Karşı hareket: Sanattır"demekteydi, Batı toplumlannda sanata bu şekilde yer ve değer vermesi onları daha İncelikli kılmadı. Sanatın ruhlara değil duygulara hitap edişi, onlan agresif bir sekile bürünen duygusallık bürümelerine yol açtı.(27)

    Toplumların tarihinde kötü şakalar yapan şövalye olarak nitelediği Fukuyama Tarihin sonu, Güven kitaplarından sonra çıkardığı "Düzenin Sonu " (The End of Order/) kitabını inceleyen Yusuf Kaplan, Fukuyama'nın toplumsal ve ahlaki çözülmenin, sanayi devrimi kadar Önemli etkileri olacak büyük bir çöküş " olarak tanımladığını belirtir.(28)

    Yusuf Kaplan, 1960Tardan bu yana yaşanan toplumsal ve ahlaki yapıdaki çöküşün, dış faktörlerin etkisiyle değil, iç faktörlerin baskısıyla tezahür eden bir fenomen olduğunu belirtir. Refah Toplumunu insanları sınırsız tüketime itmesi, egoist, hedonist bireyler üretmiştir. Cinayet, hırsızlık, terör gibi toplumsal patolojilerin artışı, toplumsal Düzenin kaotik bir düzene girmesini sağlayan etken olmuştur. Fukuyama'ya göre bu çöküş sürecinin sorumlu aktörleri feminist ve cinsel özgürlük hareketlerinin belirleyici bir rol oynadığını. Ev' de çözülmeye yol açtığını belirtir.(29)
    Fukuyama'ya göre, Batı toplumlarında gözlemlenen toplumsal ve ahlaki çöküşün temel sorumlusu, kontrolden çıkan ve toplumu içerden vuran sınırsız özgürlük arayışıdır.
Oysa modern düşünce tarzının ortaya çıkardığı ise, Heidegger'in deyişiyle -mekanik bir benlik; mekanik bir toplumsal bünye ve dünya'dır. ve üstelik Batı uygarlığında gelişen bireycilik ve özgürlük anlayışı bir "öz"e de sahip değildir.(30)

Ontolojik Güvenlik

    Çoğu insanın kendi öz kimliklerinin sürekliliğine ve çevredeki toplumsal ve nesnesel eylem ortamlarının basitliğine duyduğu itimad olarak belirtir. Güven kavramında merkezi önemde olan, kişi ve şey'lerin inanılır (reliability) oldukları duygusunun ontolojik güvenlik duygularının temelini oluşturduğunu belirtir. (31)

    Güven, ontolojik güvenlik ve nesnelerin ve kişilerin sürekliliği duygusu yetişkin kişiliği içinde tümü bir diğeriyle yakından bağlı olarak var olurlar. Bu analizden, insan dışı nesnelerin güvenilirliğine olan güvenin, insanların güvenirliliği ve yetişmesine duyulan daha ilkel bir inanca dayandığı sonucu çıkar. Başkalarına duyulan güvenin sürekli ve yinelenen türde bir psikolojik gereksinim olduğunu başkalarının güvenilirliğinden yada dürüstlüğünden güvence çıkarmanın bildik toplumsal ve maddi çevrelerle ilgili deneyimlere eşlik eden bir tür duygusal doyum olduğunu, Bu ontolojik güvenlik ve rutin alışkanlığın kapsamlı etkisi yoluyla yakında bağlı olduğunu belirtmektedir.

    Giddens Modern öncesi ve modern toplumlarda güven ve risk ortamlarının bir karşılaştırmasını yapmaktadır.(32)

    Buna göre Giddens, Modern öncesinde ilişki tiplerinin daha çok akrabalık ilişkileri olarak belirlerken, modern toplumda dostluk yada cinsel yakınlık ilgili kişisel ilişkilerden oluştuğunu; Öncesi modern ortamında yerel çevre kültürüne ait yerel topluluk mekansal aralığı oluştururken modernlikte bunun yerine soyut sistemler vardır.

    Yusuf Kaplan
'a göre Modernite projesinin ontolojik güvensizlik duygusunun patlak vermesine yol açması, eski ile yeni arasındaki çatışma sürecinde kendisini gösteren meşruiyet sorunundan kaynaklanmaktadır. Ontolojik Güvensizlik ve kuşatılmışlık hali ise Stophen Frosh'un da belirttiği üzere kişinin ruhi ve çevresel (siyasi, sosyal) güvensizliğinin kişinin benliğinde yarattığı parçalanmışlık, boşluk, duygusu olan paranoya'yı ifade ettiğini belirtiyor.(33)

    Modernliğin, Kartezyen Felsefeyle birlikte akıl'la görüntü'yü özdeşleştirmesi, insanın diğer bilgi edinme biçimlerini ve duyularını bastırması, Foucault'un kurumlaşmış kuşatma " biçimlerinin kök salmasına izin vermiştir. İngiliz Şairi Wordsworth'un duyularımızın en despotu olarak nitelediği "görme" başat ifade ve davranış biçimi haline geldiği ve dolayısıyla insanın diğer duygu ve bilme biçimleri bastırıldığı için insan ve doğal bilimlerine "pozitivizmin" egemen olmasına, insandaki ontolojik güvensizlik duygusunun yol açtığı paranoyanın hızla tırmanma eğilimi göstermesine neden olmuştur.
    Batıda bu duygunun bastırılması için geliştirilen kurum ve aygıtlar, ontolojik güvensizlik duygusunu hafifletmek yerine, benlikte parçalanmasını ifade ve davranış biçimleri adeta kontrolden çıkmıştı, ve Psikanalist Jackues Alan'ın deyişiyle insan artık kendisi konuşan bir özne değil, kendisi hakkında konuşulan nesne haline gelmiştir.
Türkiyenin de Türk eliti ve aydınının, hayali olarak tasarladıkları "evi" inşa edemedikleri gibi, hayali düşmanlar icat ederek ontoloji ile güvensizlik içinde hedefsiz bir şekilde yaşadığını belirtir.(34)

    Yusuf Kaplan, olumsuzlayıcı akıl'in (Ben-öteki karşıtlığına dayanan bu anlayışta modern kafa: "Şimdi" 'nin ve "Bura " 'nın 'Batılı Ben' üzerinde oluşturduğu ontolojik güvensizlik nedeni ile kendisini emniyette hissetmek için kendisi dışındaki her şeyi örneğin-Tanrıyı- "öteki" olarak niteleyerek sömürgeleştirme zaaflarını ortaya koyma anlayışı) Araçsal akıl formuna bürünerek insanın olumsuzlanmasına yol açtığını belirtir. Sonuçta Benlikte parçalanma, hayatta atomlaşma ve göreceliliğin mutlaklaştırılması, insanın değil, eşyanın öncelenmesi ise Heidegger'in deyişiyle insanın çepeçevre kuşatılmasına imkan vermesidir. Böylece insanın "büyü"sünü anlamayacak kadar insanı insandan uzaklaştıran olumsuzlayıcı akılın, büyünün büyüsünü de bozarak, kendisinin de inanmaktan kaçındığı, ama yinede tutunmak zorunda olduğunu hissettiği yapay ve sahte büyüler (haz araçları) üreteceğini eklemektedir.(35)

    Yusuf Kaplan Teknolojinin böyle bir büyü olduğunu belirtir. Öyle ki olumsuzlayıcı akıl, hayattaki şiddeti ve paranoyayı bastırabilmek için büyü üretiyor ama ürettiği büyüye kendisi de inanmıyor. Zira üretilen büyü kozmik boyutları olmayan varlığını farkına vardırtmayan, insana neşe coşku heyecan vermekten uzak, sadece bura'yla ve şimdi'yle sınırlı geçici ve ayartıcı hazlar üreten sahte ve yapay bir büyüden.

    Yusuf Kaplan yukarıdaki önermelerden daha da ileri giderek postmodemlik, sanal gerçeklik formuyla ve kavrayışıyla modernliğin olumsuzlayıcı aklının çok daha kaypak şekillerde yeniden olumsuzlanması hali olarak niteler. Postmodernlik böylece fizik gerçeğin göreceleştirilmesi yada fizik gerçeğin sanallaştırılması sayesinde modernliğin ""düşünüyorum o halde varım" mitosunun metamorfoza uğrayarak "herşey mubah" aforizmasıyla adeta "varolamıyorum o halde düşünemiyorum, sadece düşlüyorum" şeklinde formüle edilen tuhaflık halini yansıttığını belirtir.(36)

    Böylece postmodernizm, sanal gerçeklik yoluyla insanın varoluş serüveni sürecinde, hristiyanlığın latin kültürü ile girdiği gayri meşru "evlilik"ten sonra fizikle fizik ötesini bütünleştiren kavramsal şemasını, anlam haritalarını anlamlandırma dizgelerini metamorfoza uğratarak, insanı işlemediği suçlardan sorumlu tutma tuhaflığına "(Postmodernliğe) meşruiyet kazandırıp insanın bu dünyadaki her şeyden önce kendisinin ve kendisine karşı "Ontolojik bir güvensizlik duyması ve dolayısıyla sürgit hayali "ötekiler" icat etmesi; sonuçta da fizik gerçekliği mutlaklaştırarak kozmik boyutlarından arındırıp, imaginasyonu (Dolayısıyla tüm yetilerini) öldüren, bastıran veya sınırlandıran dar bir alana hapsetmesi, kısacası rasyonalitenİn her şeyin ölçüsü haline gelmesi, insanın kaçınılmaz olarak rasyonaliteyi sorunsallaştıracak bir arayışın içine girmesine neden olmuştur.

    Yusuf Kaplan böyle modernliğin fizik gerçekliği mutlaklaştıran aklı'nın "uçuk" postmodern formlarla olumsuzlandığını ve tedavülden kalktığı sonucuna ulaşmaktadır.

    Zaten, gerçekliğin, salt fizik gerçeklikle sınırlandırılması, insanın yaşadığı ontolojik güvensizlik duygusunu aşmasını mümkün kılmaması ve bunun yerini alacak paranoyanın yeniden üreticisi ve "meşrulaştırıcısı" olumsuzlayıcı akıl yoluyla modernliğin sınırlandırıcı dünyasını sorgulamaya çalışan sanal gerçekliğin aslında fizik gerçekliğin sorgulanmasından ibaret olduğu dikkatten kaçmamaktadır.(37)

    Yusuf Kaplan'a göre Batı uygarlığı, geliştirdiği "rasyonel aklın" ürettiği irrasyonel akılla varlığını ve dünya üzerindeki hegomonyasını sürdürdüğünü belirtir. Basma kalıp özeliklere sahip "öteki"ler icad ederek ayakta durmaya çalışıyor. Böyle yaparak ötekinin varoluş alanını belirleyerek hem kendi kimliğini belirginleştiriyor ve muhtemelleştiriyor; kendisine yeni varlık ve hegemonya alanları açıyor, hem de kendi kavramlarını ve kurumlarını yeniden üreterek ömrünü uzatabiliyor.
    Burada, Heidegger'inde belirttiği üzere Batı felsefesinin görüntüyü, görme eylemini, her şeyin merkezine alarak insanın diğer duygularını ve bilgi edinme biçimlerini bastırdığını, bunun ise insanın duygu, düşünce ve eylem dünyasını yoksullaştırdığını belirtir."(38)

    Batılıların insanı dünyanın merkezine yerleştirerek "her şeyin ölçüsü" haline getirmeleriyle ve dolayısıyla gerçekliği, salt fizik gerçekliğe indirgemeleri ile sonuçlanmıştır. Bu fenomen ise Reformasyon, Rönesans'ın gelişmesine imkan tanımıştır. Modernlik, Hristiyanlığa karşı başlatılmış total bir kopuş fenomeni değil, o zamana kadar hakim olan otorite ve meşruiyet kaynaklarının sorunlaştırılması ve dolayısıyla el değiştirmesi fenomenidir.(39)

    Batı modernleşmesinin dayandığı temel kültürel kodlar ve paradigmalar çerçevesinde yürütülen modernleşme projelerinin yaşanılan sorunları anlamlandırmada kullanılmasının zor olduğunu belirten Yusuf Kaplan, esasen bu modernleşme projelerinin gerisinde başka ülkelerin kaynaklarını sofistike yollarla sömürmeye imkan verdiğine dikkat çeker.(40)

    Özellikle bu proje unsurlarının niteliğinde yer alan agresif ve şiddet yüklü öğelerin batı kültüründen farklı siyasi, ekonomik deneyimlere sahip olan toplumlarda (Türkiye gibi) bu öğeler baskıcı, totaliter siyasi, kültürel, toplumsal ve ekonomik söylemler, kurumlar ve aygıtların üremesine imkan verdiğini belirtir. Bunun ise spesifik deneyimlerin veya koşulların ürünü olmayan bu projeler tatbik edilmesi istenen toplumun anlam haritalarıyla tersyüz olmakta, baskıcı ve zorba söylemlerin gelişmesine ve toplum kesimleri arasındaki çatışmaya neden olduğunu belirtir.(41)

    Zigmunt Baumann tarafından açıklandığı gibi totaliterizm ve modernlik birbirleriyle olumsal anlamda değil yapısal olarak da ilişkilidirler. (42)

    Giddens yeni teknolojik gelişmeler ne olursa olsun (kapitalist verimliliğe faydalı olsalar bile, çevre sağlığı ya da askeri güvenlik için tehlike taşıyabilirler) Giddens potansiyel risklerin bir taslağını şu şekilde çizmiştir.


    Yönetimsel kaynaklar açısından bakıldığında artan demokratik katılım eğilimlerinin karanlıkta kalan yüzünde totaliter bir iktidar yaratma olanakları bulunmaktadır.

    Gözetim işlemlerinin yoğunlaştırılması demokratik katılımı için birçok fırsat sağlar: ancak bunun yanısıra politik gücün şiddet araçlarının tekelci kontrolüyle desteklenerek bir terör aracı olarak bölgesel kontrolü nede olanak verir.

    Modernliğin artık yeryüzündeki herkesin anlayabileceği diğer yüzünde, bir "böcekler ve çimenler cumhuriyeti" nden yada yıkılmış ve yaralanmış insan topluluklarından başka hiçbir şey olmayabileceğini ve kıyamet gününün gündelik yaşamın bir karşı-olgusu gibi bildik bir biçim aldığını ifade etmektedir.
 

        Yusuf Kaplan, özellikle 19. yüzyılın II. yarısından sonra medyanın elektronikleşerek kitleselleşebilecek bir nitelik kazanmasıyla beliren bir mantıktan bahsediyor. Modernliğin kendi söylemini yeniden üretme ve meşrulaştırma sürecinde zuhur eden Vülgerleştirici akıl paradoksal bir "çifte gerçeklik" yaratıyor. Aynı anda hem zafer (coşkusu), hem de ölüm korkusunun yer aldığı bu tema, temelde geçmişi olumsuzlayan, geleceğe kuşkuyla bakan ve dolayısıyla yön, mekan ve anlam yitiminin yol açtığı ontolojik güvensizlik duygusunu bastırabilmek amacıyla bura'yı ve şimdi'yi (=Fizik gerçekliği) mutlaklaştıran bir akıl olarak tarif eder.(43)

    Kartezyen felsefe'nin "Düşünüyorum, o halde varım" mitosundan hareketle, insanın düşünme ve varolma eylemlerini sadece fiziksel alana hapsettiğini, Sezai Karakoç'un deyişiyle "hayatta bilfiil var olan " Metafizik gerilim"i olumsuzlamış ve sonuçta kitlelerin ruhunda isyanlara yol açan vülgerleştirici (basit, sıradan, gelişigüzel) aklın zuhurunu meşrulaştırmıştır.(44)

    Modern Batı Kültürünün hem sorgulayıcısı, hem de meşrulaştırıcısı ve yeniden üreticisi olarak işlev gören medyanın vülgerleştirici aklı, zamanın ve mekanın kozmik boyutlarından arındırılarak kolayca "kontrol edilebilmesine, Batı kültürünün vülgerleştirici normlarının, anlam dizgelerinin küreselleşmesine katkıda bulunurken hayatı hazlara, arzulara ve tutkulara indirgemektedir. Özellikle medyanın her daim yeniden ürettiği vülgerleştirici akıt sayesinde "Baudrillard'ın deyişiyle "tarihi fosilleştiriyor, aptallaştırıyor, hem gerçeği (burayı ve şimdi) hem de geçmişi ve geleceği anlamsızlaştırıyor. İnsanın bura 'ya ve şimdi 'ye (=Fizik gerçeğe) tutunabilmesi ve dolayısıylaız hakim olabilmesi için, medyanın bu vüigerleştirici akıl yoluyla sürgit gerçeği "çalma"sı, bağlamından kopararak dondurması, kontrol etmesi ve doğal (=zorunlu) olarak bunun ticaretini yapması kaçınılmaz hale geldiğini vurguluyor " demektedir. (45)
    Kadriye Yılmaz, 23. yüzyılın sonunda, uzun dönemde birbirine yaklaşan medyanın bilgisayar ve telekomünikasyon ağı muhteşem bir hiper-medya sistemine dönüştüğüne dikkat çeker. Bu noktada süper bilgi otobanını inşa etmek için elektronik marketlerin yer aldığı serbest pazar modeli öngörüldüğü,
Marshal Mc. Luchan'ın "elektronik medya, tüm uzaya yayılacaktır. Bütün dünyadaki ilişkiler bir küçük köy ölçeğinde gerçekleşecek diyalogun yerini azarlama ve empoze etme alacak" dediği bu ortamda, siyaset, ekonomi, insan tartışılmasına imkan verecek bir tartışma zemini başlattığını bu yeni yapı içerisinde yüksek medya teknolojisini işçileri "ara sınıf olarak adlandırılırlar. Bunlar tekno-entellektüel bilimciler mühendisler, bilim adamları ve diğer iletişim uzmanlarıdır. Yüksek vasıflı emek gücünün oluşturduğu bu "iş aristokrasisi"emek pazarında dünya tarihinde şu ana kadar hiç görülmemiş tarzda emek otonomisinin sağlandığı belirtiyor.(46)

    Yusuf Kaplan, Husseri'nin zamanın (bu dünya sadece "olay"lardan ibaret olmadığını; aynı zamanda "değerler"i de ihata ettiğini, hatta "olayları oluşturan şeylerin, değerler olduğunu" )sözlerini anlamak için Heidegger'e müracaat edilmesi gerektiğini tavsiye eder.(47)
    Heidegger, insanın, kendisinin ve (bu-dünyanın) zamanın farkında olan bir varlık olduğunu belirtir ve insanın bu dünyada durumunun (yaşadığı dünyanın) farkına varmasının hayatı otantikleştirdiğini; insanın bu dünyada kendisinin ve tarihin farkında olmaksızın yaşamasının ise insani otomatlaştırdığını, robotlaştırdığını; kendisinin oluşturmadığı kendisi dışında oluşan "değerler'i ve "hayat formları" körü körüne izlemesine yol açtığını söyler.(48)
    Yusuf Kaplan'a göre Heidegger'in görüşünde insan, sadece zamanın - içinde yaşayan bir varlık değil, aynı zamanda zamansal (geçmiş, hal ve geleceğin farkında) olan bir varlıktır, zamansallıkla tarihin temel koşuludur.
    Yusuf Kaplan, Türkiye'nin "kendisi" olamadığı için "zaman" 'ın farkında olmadığını nereye ve niçin sürüklendiğini bilmeden "Tarihte Tatil'de olduğunu belirtir.
    Tarihin boşluk kabul etmediği böyle bir kaos ortamında hayali düşmanlar görme paranoyasına itildiğini, bunun sonucunda ise bir milletin hafızasıziığı, tarihsizliği, kendi 'sizliği kabul ederek kendi zamanı oynamaktan mahrum kalarak kendi tarihini acımasızca yıkmakla sadece kendi kuyularını kazdığını belirtmektedir.(49)

KAYNAKLAR
1 GİDDENS Anthony, "Modernliğin Sonuçları" Ayrıntı Yay., 1994

2-A.G.E ,GİDDENS Anthony, "Modernliğin Sonuçları"
3-BOZKURT Veysel, "Değişen Paradigma Çatışan uygarlıklar ve Bölgesel Bütünleşme" Lib. Düş. Güz.97

4-A.g.m. BOZKURT Veysel, sh 73
5-Agm. BOZKURT Veysel, sh 73
6-A.G.E.
GİDDENS Anthony, "Modernliğin Sonuçları"
7-A.g.m. BOZKURT Veysel, sh 74
8-A.g.m. BOZKURT Veysel
9-A.g.m. BOZKURT Veysel.
10-A.g.m. BOZKURT Veysel, sh 75
11-A.g.m. BOZKURT Veysel, sh 76
12-A.g.m. BOZKURT Veysel,
13-A.g.m. BOZKURT Veysel, sh 77
14-A.g.m. BOZKURT Veysel, sh 78
15-A.g.m. BOZKURT Veysel, sh 80
16-A.g.m. BOZKURT Veysel, sh 81
17-A.g.m. BOZKURT Veysel, sh 82
18-
A.G.E. GİDDENS Anthony, "Modernliğin Sonuçları",sh 61
19-
A.G.E. GİDDENS Anthony, "Modernliğin Sonuçları",sh 61
20-
A.G.E. GİDDENS Anthony, "Modernliğin Sonuçları", sh 15
21- 
A.G.E. GİDDENS Anthony, "Modernliğin Sonuçları" , sh 64
22
A.G.E. GİDDENS Anthony, "Modernliğin Sonuçları", sh 67
23-15-FİLMER Suat, "Batı'da post sekularizm çağı", 27.2.1997 Yeni Şafak
24-A.g.m. FİLMER Suat, "Batı'da post sekularizm çağı"
25-A.g.m. FİLMER Suat, "Batı'da post sekularizm çağı"
26-FİLMER Suat "Fukuyama da, Tarih de yaşayacak; ancak..." Yeni Şafak, 15.10.1995
27-A.g.m. FİLMER Suat "Fukuyama da Tarih de yaşayacak; ancak..."
28-KAPLAN Yusuf, "Fukuyama Yine Sahnede; ancak bu kez mağlup olarak" 27.09.97 Yeni Şafak Gazetesi
29-A.g.m. KAPLAN Yusuf, "Fukuyama Yine Sahnede.."
30-A.g.m. KAPLAN Yusuf, "Fukuyama Yine Sahnede.."
31-
A.G.E. GİDDENS Anthony, "Modernliğin Sonuçları" sh 85
32 
A.G.E. GİDDENS Anthony, "Modernliğin Sonuçları", sh 93
33-KAPLAN Yusuf "Ontolojik Güvensizlik, Ontolojik Kuşatılmışlık Güvensizlik psikolojisi", 13.9.1997 Yeni Şafak Gazetesi
34-A.g.m. KAPLAN Yusuf "Ontolojik Güvensizlik"
35-KAPLAN Yusuf. "Sanal Gerçek. Hayaller" 21.11.1997 Yeni Şafak
Gazetesi
36-A.g.m. KAPLAN Yusuf. "Sanal Gerçek, Hayaller"
37-A.g.m. KAPLAN Yusuf, "Sanal Gerçek, Hayaller"
38-KAPLAN Yusuf, "kuşatıcı bir medya Önerisi I" 31 Temmuz 1997 Yeni Şafak
Gazetesi
39-KAPLAN Yusuf, ''Kuşatıcı bir medya projesi önerisi III", 7 Ağustos 1998 Yeni Şafak Gazetesi
40-KAPLAN Yusuf"Batılı modernleşme projesinin geleceği" 6.12.1997 Yeni Şafak
Gazetesi
41-A.g.m. KAPLAN Yusuf" Batılı modernleşme projesinin geleceği"
42-
A.G.E. GİDDENS Anthony, "Modernliğin Sonuçları"

43-KAPLAN Yusuf "Medyanın Vulger aklı". 30.10.1997 Yeni Şafak Gazetesi
44-A.g.m. KAPLAN Yusuf "Medyanın Vulger aklı",
45-A.g.m. KAPLAN Yusuf "Medyanın Vulger aklı"
46-KOCA Kadriye Yılmaz"Modernnı Çağın Dijital Ütopyaları", 31.05.1997 Yeni Şafak
Gazetesi
47-KAPLAN Yusuf, "Tarih Dışında Yaşamaya Zorlanmak" ,Yeni Şafak Gazetesi 4.10.1997
48-A.g.m. KAPLAN Yusuf, "Tarih Dışında Yaşamaya Zorlanmak,
49-A.g.m. KAPLAN Yusuf, "Tarih Dışında Yaşamaya Zorlanmak,

    eposta       edit

0 yorum: