28 Aralık 2012 Cuma

Yayınlandı Aralık 28, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Dayak atılan erkek çocuklar

 Annesi tarafından dayak atılan erkek çocuklar, ileride kadınlarını döven kocalara dönüşürler.

Yasemin Bozkurt

Devamı
    eposta       edit
Yayınlandı Aralık 28, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Risk

 


Devamı
    eposta       edit
Yayınlandı Aralık 28, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Bakıyorumda

 -Bakıyorumda sakallarını kesmişsin. 

-evet kestim, her defasında çorba sakallarıma bulaşıyordu.” 

 Affedilmeyenler


Devamı
    eposta       edit

27 Aralık 2012 Perşembe

Yayınlandı Aralık 27, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Saat kaç?

    eposta       edit

24 Aralık 2012 Pazartesi

Yayınlandı Aralık 24, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Keloğlan filmleri

Rüşdü Asyanın oynadığı keloğlan filmleri beni alıp götürüyor. Geçmişe mi yoksa masal diyarına mı anlayamıyorum. En neşeli halinden bile sonra bile öyle hüzünlü bakıyor ki .

 Ama Keloğlan filmini izlerken rastladığım bazı sözleri  beni güldürdü.

"Sarayda hapşıran adama ,"çok yaşa" deyip gebertirler .

Yine Keloğlan Prensesi iyileştirmek ümidiyle saraya gizlice giren Keloğlan muhafızlardan birine yakalanıyor. 

Saray muhafızı:Burda ne arıyorsun ? 

Keloğlan :şeyy... takkemi arıyordum. 

Saray muhafızı:takken başında. 

Keloğlan :Haaa takkem burada... başımı arıyordum...

Keloğlan (Film)

Devamı
    eposta       edit

23 Aralık 2012 Pazar

Yayınlandı Aralık 23, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Ağacın ömrü

 Bir belgeselde izlemiştim. Görkemiyle büyüleyen bir ağacın bu büyüklüğe ulaşması otuz yılını alıyormuş.Ama işçilerin kereste haline getirmesi ise on dakikayı bulmuyormuş.

Devamı
    eposta       edit
Yayınlandı Aralık 23, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

ya çıkarsa


 

Bu, tam da kumarbazın haleti ruhiyesidir. Define arayıcısını da bu kategoriye sokabiliriz. O, ya çıkarsa umudu, işte o.. bütün bir ömrü anlamlandıran dürtü.. ya çıkarsa? Peki ya çıkmazsa? Yitirilecek olan şey nedir? Ömür! Ama ya çıkarsa? Kazanılacak olan? O da bir ömür..

Rasim Özdenören

Devamı
    eposta       edit

20 Aralık 2012 Perşembe

Yayınlandı Aralık 20, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

yalan

 Yalandan kim ölmüş’ diyenler: Yalan insanı öldürmez ama imanı öldürür.

Sait Çamlıca

Devamı
    eposta       edit

17 Aralık 2012 Pazartesi

Yayınlandı Aralık 17, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

ilham

 

Bu ülkede ilham yağmur ve rüzgârlara bakar
Donmuş ruh ancak baharla kanatlarını açar
Kışı bırakmak yeniden yaratılmak gibi
Yeniden olmak gibi bir fizikötesi töreni

Sezai  Karakoç

Devamı
    eposta       edit

16 Aralık 2012 Pazar

Yayınlandı Aralık 16, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

ilim ile amel

ilim ile ameldir kalbin cilası

amelsiz ilmin olmaz safası

Hüseyin Su -Hece dergisi

Devamı
    eposta       edit

11 Aralık 2012 Salı

Yayınlandı Aralık 11, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Çevre felaketlerinde canlı organizmaların kullanılması

İnsanoğlu'nun küçük ve zararlı diye geri plana attığı canlılar insana fayda sağlıyor. Bir belgeselde Muşlu bir Çiftçi “çiftçinin en büyük dostu yılandır.” demişti. Neden? çünkü çiftçinin ürünlerine saldıran zararlıları yok ediyor. Yani zararlı ve yok edilesi olarak gördüğümüz bir canlı insanın işlerini kolaylaştıran bir yardımcı haline gelebiliyor. 

Yine Meksika'da büyük bir petrol felaketi neticesinde ortaya çıkan devasa zararlı petrolü temizleyebilmek için bütün teknoloji kullanılmasına rağmen başarılı olunamamış ve petrol yiyen bakterilere umut bağlanmıştı. Petrol yiyen bakteriler, petrolün tükenmesi ile birlikte planktonlar halinde suda çöküyorlar ve sonra diğer canlılara da yem oluyorlar.


Japonya'da Tsunami sonrası aşırı deniz suyunun toprak örtüsünü mahvetmesi sonucu ortaya çıkan devasa tuzu topraktan arındırmak için de bitkisel bir projenin başarılı sonuçlar alırdığını belgeselde izlemiştim.

Devamı
    eposta       edit

5 Aralık 2012 Çarşamba

Yayınlandı Aralık 05, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Ağacın çekirdeği

 Bir yerlerde okumuştum hoşuma gitmişti “Haşmeti ve güzelliği ortada olan bir ağacın çekirdeğinin bereketsiz olduğu iddia edilebilir mi?

Devamı
    eposta       edit
Yayınlandı Aralık 05, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Toros dağları

 

İhtişamlı Toros dağlarının eteğinde. Yaz olmasına rağmen karla buzulla kaplı tepeleri farkediliyor.

Devamı
    eposta       edit
Yayınlandı Aralık 05, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Kış

Salına salına gitti yaz. Kışın ilk habercisi karlar dağların yükseklerine yağdı bile.Her tarafı kaplayıveren beyazlığın gelmesi yakındır. Ağaç ve çiçekler çoktan baharlık elbiselerini topladılar.Taptaze bir dirilişin eseri o güzelim yapraklarını tek tek döktüler. İkide bir karşımıza çıkan karıncalardan eser yok. Yaz boyu sapsarı yığınlarla bir şeyler biriktirip duruyorlardı. Kuşlar için de zor günler başlayacak. Hayret ediyorum bu soğukta nasıl ayakta kalıyorlar.Hallerine şükrettikleri belli. Zira en küçük bir güneş ışığında toplanıp şakıyıp duruyorlar.
Kış, bir bakıma tek renkliliğin verdiği huzurun da mevsimidir. Gözün alabildiği mekanlara yayılan bu beyazlık doğaya gittikçe artan bir saflık katar.
Devamı
    eposta       edit

2 Aralık 2012 Pazar

Yayınlandı Aralık 02, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Yolculuk

 

 
Bir gün solarsa içinde şafaklanan şiir


Rüya eğer biterse,vücut ruha dar gelir


Altında çalkalanır sular


Yolculuk var demek


Yıldızlara yelken açmak ve dönmemek.

Ali Faruk Nişli (Büyük Doğu)

Resim: https://vimark.deviantart.com/art/Blue-horizon-349707302

Devamı
    eposta       edit

1 Aralık 2012 Cumartesi

Yayınlandı Aralık 01, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Turistler

-Turistler niye bizim resmimizi çekiyorlar ? 

-Onlar bizi çekmiyorlar, bizim sefaletimizi çekiyorlar. Bir gün gelecek bizim sefaletimizin resmini çekemeyecekler…

Arkadaş

Devamı
    eposta       edit

4 Kasım 2012 Pazar

Yayınlandı Kasım 04, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

sesimiz çıkmadı

 Beyazlar geldiler ilk önce zencilerin liderlerini götürdüler sesimiz çıkmadı, sonra mahallemizdeki zenci komşularımızı götürdüler ve yine sesimiz çıkmadı, sonra akrabalarımızı götürdüler sesimiz çıkmadı, en son bize geldiklerinde ses çıkaracak kimse kalmamıştı.

Malcolm X

Devamı
    eposta       edit

20 Ekim 2012 Cumartesi

Yayınlandı Ekim 20, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Boş kafa

 

Boş bir kafa şeytanın çalışma odasıdır.

S.Smiles

Devamı
    eposta       edit

19 Ekim 2012 Cuma

Yayınlandı Ekim 19, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Duygusal motif olarak sevgi ve korku

 Sevgi, zorlama olmadan sadece özgür olduğunda yaşanabilen, kendiliğinden oluşan neşeyle, güzellikle; hatta gözyaşlarıyla ifadesini bulan bir duygudur. Bu yönüyle sevgi bütün tutum ve davranışların temelinde bulunan bir güçtür.

E. Fromm’a göre ise sevgi, iki insanın birbirlerinin varlıklarını ve her birinin de kendi varlığını tanıması sonucu gerçekleşir. Bu yönüyle sevgi, kişiyi diğer insanlardan ayıran duvarları yıkan, onu diğerleriyle birleştiren, insanın içindeki en etkin bir güçtür.

Ahmet Albayrak- Duygusal Motif Olarak Sevgi ve Korku

koprudergisi.com/kis-2008

Devamı
    eposta       edit

11 Ekim 2012 Perşembe

Yayınlandı Ekim 11, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Mavi kale satranç dergisi

 

TSF'nin üç ayda bir çıkarılan süreli yayını Mavikale dergisinde satranç genel bilgileri, kombinezonları,satranç oyunu ilkeleri ve güncel satranç maçlarına ait incelemelere yer veriliyor. 

tsf.org.tr/kaynaklar/mavi-kale

Devamı
    eposta       edit

20 Eylül 2012 Perşembe

Yayınlandı Eylül 20, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Solaris

 

Bilimkurgu yazarı Stanislaw Lem’in Solaris adlı bilim kurgu romanından uyarlanan filmde bilim adamı Kris Kelvin, Solaris adlı gizemli gezegene araştırma yapmak için gönderilir. Ancak bu yolculuğu sadece bilimsel araştırmaya dayalı bir seyahat olmaktan çıkacak kendi anıları üzerinde bir yolculuğa çıkacaktır. Solaris, kimsenin nasıl olduğunu ve sebebini bilmediği bu anıları yaratan nöral bir merkez olabilir mi?

Hap içerek intihar eden karısını solaris gezegeni-boyutunda karşısında yeniden diri gören Kelvin onu canlı görünce şaşkınlıkla şu soruyu soruyordu "yaşıyormuyum yoksa öldüm mü ?" karısı şu cevabı veriyordu. "artık böyle düşünmek zorunda değiliz artık birlikteyiz, yaptığımız her şey affedildi her şey"

Devamı
    eposta       edit
Yayınlandı Eylül 20, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Kemerhisar (Tyana) sokaklarında

 




Devamı
    eposta       edit

9 Eylül 2012 Pazar

Yayınlandı Eylül 09, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Kibir ve izzet

Kendimizden emin olmamız bizi emin biri yapmaz. Kibirli değilim demek de öyle. Şu veya bu nedenden dolayı, "kibir abidesi" haline gelenlere soracak olursanız, "kendilerine olan saygılarından" falan bahsedecekler. Kibrin çıkış noktası da burasıdır zaten... Bize yakışan kibir değil, izzettir. Mizah ile sululuk, hırs ile tutku, gurur ile onur nasıl aynı şeyler değillerse, kibir ile izzet de ayrı dünyanın kelimeleridir, kavramlarıdır.

İbrahim Tenekeci-Yeni Şafak Gazetesi

Devamı
    eposta       edit

8 Eylül 2012 Cumartesi

Yayınlandı Eylül 08, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Amerikan yaşam tarzı

George Bush bir keresinde “Amerikan yaşam tarzı tartışılamaz “demişti.

Hangi Amerikan tarzı.

Dünyanın nüfusunun yalnızca % 4,5 unu oluşturup dünyada üretilen enerjinin %25 ini kullanmak mı?

Amerikan yaşam tarzının ihtiyaç duyduğu devasa enerji ihtiyacı israf edilerek kullanılıyor. Türkiye de yavaş yavaş bu yola doğru gidiyor. İnsan artık sadece tüketim nesnesi.Ne kadar çok tüketiyorsanız o kadar makbulsunuz.

Devamı
    eposta       edit

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Yayınlandı Ağustos 25, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Evde hayvan beslemek

Kucağında minik yün yumağı sevimli sevimli mi küçük köpeklerle gezenlere imrenerek bakıyorum. Ama pittbull köpekleri anlayamıyorum. Zira artık yetiştiriliş tarzından mıdır yoksa genlerinden midir sahibinin dışında herkesi potansiyel olarak düşman görüp saldırabilen bir köpek.

Kediyi de çok severim.Küçük bir yumağın peşinde delicesine koşan bir kedimiz vardı. Onunla oynamaya bayılırdım. Ama kediyle pek fazla yakınlaşmaya gelmez bir anda küçük pençeyi yersin. Ama en rahatsız olduğum her tarafa bulaşan kılları.

Akvaryumda balık beslemeyi ise uygun şartları sağlayamadığımdan olacak balıkların çoğunun ardarda ölmesine üzerine  bıraktım. İyi bir süsleme ile ortama değişik bir renk katıyor ama bakımını titiz yapmak gerekiyor

Bir kaç kere kanarya besledim şimdilerde yine düşünüyorum. Sevimli küçük bir canlının odanın karşısından hızla omzuma iniş yapmasını özledim.
Devamı
    eposta       edit

19 Ağustos 2012 Pazar

Yayınlandı Ağustos 19, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Vasatlığın hikayesi

 Prof. Dr. Sabri Ülgener'in "İktisadi Çözülmenin Ahlaki ve Zihniyet Dünyası" adlı dev eserinde, vasatlığın izini sürüyor. Ülgener'e göre, Osmanlı'nın en parlak döneminde bile gelecek kaygısızlığı ve durgun-atıl hayat anlayışı ve ortalama bir hayat tarzı egemen değerler olarak kabul görüyordu.Evliya Çelebi, rekabeti, "yaran payına sarkmak" (arkadaşı çelmelemek) olarak niteliyordu.

Feridittin Attar, Pendname'sinde esnafa, "Pazara geç git ve erken dön" uyarısını yapıyordu. XVI: yüzyılın ahlak bilginlerinden Kınalızade ise "fazla emek harcamayı bir eksiklik" olarak görüyor ve "Erdem ılımlı ve vasat olmaktadır" diyordu.

Euler ve Lagrange'ın matematikte çığır açtıkları dönemde (1750-1800), bu bilginlerle aynı çağda yaşamış Şair Sümbülzade Vehbi, oğluna şu öğüdü veriyordu: "İtibar eyleme hendeseye Düşme ol daire-i vesveseye" Bugünkü durumumuzdan atalarımızın, dedelerimizin öğütlerine büyük ölçüde kulak verdiğimiz anlaşılıyor. Geometri ile uğraşmayı bir kuruntu döngüsü sayan zihniyet, günümüzde de jeofizik, sismoloji, zemin mekaniği ve mukavemet gibi depremin hasarını hafifletecek bilim dallarının uyarılarını kulak arkası edebiliyor.21. yüzyıldaki, yeni bin yıldaki geleceğimizi, sıradanlığa, kalitesizliğe ve saygısızlığa teslim olmayanlar kurtaracak.İnsan haklarının derinlere kök salması, yeni bir sorumluluk kültürünü yeşertecek. Demokrasinin, yaygınlaşması ile beynimizdeki yaratıcılık potansiyeline tam yol verecek. Vasatlık standart olmaktan çıktığında, bizim de Nobel ödüllü bilim adamlarımız, sporun her dalında dünya şampiyonlarımız olacak 

Faruk Türkoğlu

Devamı
    eposta       edit

16 Ağustos 2012 Perşembe

Yayınlandı Ağustos 16, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Başarı yolundaki engeller


 
Sosyal-psikolojik rahatsızlıklardan doğan sorunlar gelişme hızımızı kesip başarıya giden yolda önümüze engeller çıkartıyor. Yazar Faruk Türkoğlu aşağıda alıntıladığım güzel makalesinde kişilerin ve toplumların çok değerli yıllarını çalan bazı sosyal ve psikolojik rahatsızlıkları ele almakta.


Başarıya giden yol, engeller ve tuzaklarla dolu. Kişilerin, kurumların ve ülkelerin gelişmesi onundeki bazı engelleri ise bizler koyuyor, bazıları da sosyal-ekonomik ortamdan kaynaklanıyor. Sosyal-psikolojik rahatsızlıklardan doğan sorunlar, gelişme hızımızı kesiyor, dinamizmi kırılganlığa dönüştürüyor, enerjimizi kilitliyor. Bu sorunları zaman icinde çözmeden başarıya ulaşmak çok zor. Geçmişin ruhumuzdaki, beynimizdeki ipotekini kaldırmadan geleceğe hazırlanmak imkansız.


Bu nedenle yalnız basarılı olmanın koşullarını değil, arada bir de hayatımızı zorlastıran ve hızımızı frenleyen rahatsızlıkları da büyüteç altına almak gerekiyor. Çünkü bunlar herkesin hayatını dönem dönem etkiliyor. Bazen de salgın hastalık gibi hızla yayılabiliyor. Aşağıda kişilerin ve toplumların cok değerli yıllarını çalan bazı sosyal ve psikolojik rahatsızlıkları kısaca ele alacağız:

Travma sonrası stres: Kişisel ve toplumsal hayatta yaşanan felaketlerin, şokların ve örselenmelerin ardından gelir. Türkiye gibi hareketli ve hızlı değişen bir ülkede, gelişmiş ülkelere göre daha fazla rastlanır. Demokrasinin derinleştirilmesi ve insan haklarına saygı travmaların kalıcı izler bırakmasını önleyebilir.

Kuralsızlık (Anomi) : Yaşadığı ortamı değiştirenlerde, örneğin köyden kente veya Turkiye'den diğer bir ülkeye göçenlerde görülür. Göç eden kişi, ardında bıraktığı kırsal kesimin yüzyıllar boyu oluşmuş zengin kültürü ile köprüleri atmıştır ama kent kültürünü de henüz özümsememistir. Kuralsız kişilere, otosunu emniyet şeridinde surerken, kuyruklara yandan kaynamaya çalışırken rastlarsınız. Kişi, göç ettiği yerde ancak 20-25 yil yaşadıktan sonra bu hastalıktan kurtulabilir.

Sinir kişilik rahatsızlığı (borderline): Bu rahatsızlık son zamanlarda moda oldu. Özellikle hayata atılmak üzere olan gençleri etkisi altına alıyor. Bu rahatsızlık, aktif istikrarsızlık, dengesizlik, çevredeki olay ve insanlara aşırı duyarlılık, kendine güvensizlik, kronik bir "boşluk duygusu" ve bir uçtan diger uca savrulma gibi belirtilerle kendini gösteriyor. Belirsizlik ve kararsızlık,ortamı da rahatsızlığı körüklüyor. Ekonomik ve toplumsal planda ise bu semptomlar, zaman zaman hepimizde görülüyor. Bir an ekonomının geleceğini aydınlık görebiliyoruz, kısa bir süre sonra sonu gelmeyecek bir krize girdiğimizi ve batmaya basladığımızı düşünebiliyoruz.

Aşırı rasyonalizasyon: William Glasser'in tanımladığı bu rahatsızlığı tutulanlar toplumdaki aksaklıklar uzerine surekli konuşur, fikir yürütür, firsat bulduğunda tartışır. Ancak iş eyleme, bir şeyler yapmaya geldiğinde frene basar. Bu tip, hayattan korkusunu konuşarak gizlemeye gayret eder. Genelde zararsızdır ama bu kişinin parlak sözlerine kanıp peşinden gidenleri hayal kırıklığına uğratır. Bunların bazılarını TV kanallarında sık sık görebilirsiniz. Konuşmaların mantıksızlaşması durumunda ise "logore" (laf ishali) teşhisi gecerli olur.

Manipulatif kisilik: Kendisini çok mükemmel gördüğü için hayatını başkalarını "adam etmeye" adamıştır. Diğer insanların kişiliklerini, özlem ve istemlerini yok sayar. insanları motivasyonla gütmeyi, istedikleri noktaya sürüklemeyi isteyenler de bu gruptandır. Bu tip kişilerin en olumlu olanları, kendilerini diğer insanlardan üstün gördüğü "hoşgörü" kelimesini çok sık kullanır. Küçük-büyük zengin-yoksul her insana, her canlı varlığa ve doğaya "saygı" duymayı öğrenen kişi ise bu rahatsızlıktan kolayca sıyrılır.

Sosyal mazohizm: Bizde çok yaygındır. Bu rahatsızlığa tutulan kişi, içinde yaşadığı toplumu ve çevresindekileri hep cahil, tembel ve kötü olarak görür. Göruşlerini sık sık "Bu millet adam olmaz.", "Millet değil illet" ve "Eller aya, biz yaya" gibi klişe laflarla özetler. Psikologlar, bu kişilerin kendi başarısızlıklarına mazaret bulmak icin herkesi kötü ve başarısız olarak göstermek istediklerini söylüyor.

Kronik bağımlılık: Bu kişilik bozukluğunda kişi, kendi kişisel gelişim ve başarısı için hep başkalarının desteğini arar. Kendi potansiyelini gelistirmekten ve var gücüyle çalısmaktan kaçan bu kişi, işler kötü gittiğinde ve basarısız olduğunda baskalarını suclar. Suçlu, ailede baba, isyerinde mudur, toplumda ise devlettir. iyice kizdiklarında 'Nerde bu devlet!?" diye bağırırlar.

Depresyon: Bu terim hem ekonomide hem de psikolojide çöküntü, hareketin yavaşlaması anlamına geliyor. Durgunluk kelimesi de her iki alanda benzer anlamlar taşıyor. Son 15 yilda 2 depresyon ve 4 durgunluk yılı yaşanması ve bunların ardından gelen işsizlik, yoksulluk, kişilerin ruhsal durumlarını da bozuyor. Morali bozulan insanlar ise ekonomının temposunu düşürüyor. Depresyonun bir belirtisi de kendini kötülemedir. Depressif kişiler, ikide bir "Uçurumun eşiğindeyiz", "Ekonomi bıçak sırtında", "Köşeye sıkıştık" ve "Bıçak kemiğe dayandı" gibi cümleleri kullanır.

Karizma tutkusu: Bir kişinin fikirlerine ve eylemlerine bakmadan büyüsüne kapılma hastalığı, toplumların başına büyük dertler açabiliyor. Kitlelerin olağanüstü yetenek ve güce sahip olduğunu varsaydıkları kişinin peşinden gitmeleri, coğunlukla büyuk yıkımlara neden oluyor.

Aşırı fedakarlık: Kendini değistirmeden, bilgi ve beceri duzeyini yukseltmeden, başkalarını ve toplumu değistirmeye soyunanlar, ne vatanı kurtarabiliyor ne de kendilerini. Kendi hayatını yaşamadan, çevresindekiler için saçını süpürge edenler, gençliklerini harcayanların payına yalnız pişmanlık ve unutulma düşüyor. Kendini kurban edenlerin sonradan bu fedakarlıkları başa kakması ise yapılan iyiliklerin değerini iyice duşürüyor.

Nedensiz iyimserlik: Somut gerçek ve analizlere dayanmadan ve gerekçe göstermeden işlerin iyiye gittiğine inanmak da bir tür ruhsal rahatsızlıktır. Nedensiz iyimserler, Çetin Altan'ın Türk'ün Türk'e propagandası diye nitelediği övgüleri pek sever. Bu kişiler toplumda egemen olursa, ülkelerarası refah yarısında her 15 yılda bir tur kaybetmek kaçınılmaz olur.

Paranoid ve mantıksız korku: Elbette her ülkenin dostları da düsmanları da vardır. Her ülke belirli dönemlerde kompolar ve entrikalarla karşı karşıya kalır. Paranoid anksieteye kapılan kişiye göre ise cevredeki, hatta dunyadaki her ülke, her zaman düsmandır... Türkün Türkten baska dostu yoktur, dıştaki ve içteki düşmanlar her an yeni bir kumpas, komplo ve tuzak hazırlamaktadır....

Karamsarlik: 2000 yıl önce bu topraklarda boy vermiş melankoliye, biraz Doğu Akdeniz hüzünü, biraz da Ortadoğu'nun melalini katın. Ekonomik ve toplumsal sorunların ortaya çıkardığı, korku, endişe, tedirginlik ve bıkkınlığı da bunlara ekleyin. Şarkılarımızdaki yeis, elem, kasvet ve hicranı, türkülerimizdeki dertleri, yara ve sızıları hatırlayın. Bunlar yetmezse, kuruntu, vehim ve vesveseleri ortaya dokun. Ayrıca, medyadaki kış köşelerindeki günlük endişe, kaygı ve hüsran üretimini dikkate alın. İşte size milyonlara "hiç bahar yaşamamış güz gülü...", milyonlarca karamsar insan... Karamsar insanın semtine, cesaret, azim, sebat gibi pozitif duygular uğramaz. Karamsarlık damarlarda akan kanı soğutur, enerjiyi, dinamizmi, umudu ve yaratıcılığı yok eder. Durmadan sızlanan, eleştiren, şikayet eden insanlar, sorunları yenmenin, başarının, gelişmenin tadını tanıyamaz. Karamsarların çoğunlukta olduğu bir toplumda, olumsuz kehanetlerin büyük bölumun gerçekleşmesi de ister istemez kaçınılmaz olur...

Faruk Türkoğlu, Sabah Gazetesi, 2001



Devamı
    eposta       edit

14 Ağustos 2012 Salı

Yayınlandı Ağustos 14, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Pozitif bir bakış açısı için öneriler

İnsanlara ve hayata "gerçekci" gözlerle ama son noktasına kadar da "pozitif" bir yaklaşımla bakmayı deneyin. Negatif bakış açısı bazen haklı çıkar ama hiç bir sey kazandırmaz, başarıyı getiremez.
-En olumsuz ve en zor durumda bile kişinin yapabileceği bir şeyin olduğunu hic unutmayın.
-Kendinize karsı ne şahin olun ne güvercin... Zaaf ve erdemlerinizin bilincinde olarak içinizdeki potansiyel gücü, dinamizmi hayata gecirin.
-İnsanımıza ve ülkenize güvenin. insanımızın ve ülkemizin diğer ülkelerden ve insanlardan bir eksiği yok. Eğitim düzeyini yükselten, üretkenliğini ve verimliliğini artıran, çağın getirdiği firsatları değerlendiren her ülke gibi Türkiye de kalkınabilir.
-Üçüncu sayfaların şok haberlerin, gündeme bomba gibi duşen olayların sizi esir almasına izin vermeyin. Herseyin kötüye gittiği, en kötünün buralarda olduğu düşüncesine sakın kapılmayın. Bir ornek: 100 bin nufus başına bir yıldaki cinayet sayisi istanbul'da 35 iken, New York'ta 125'tir.
-Geleceğinizi önce kendi beyninizde kurmaya gayret edin. Aksi takdirde başkalarının yazdığı senaryolarda figuran rolünü ustlenmek zorunda kalabilirsiniz.
-Değişime en iyi şekilde uyum göstermek için neyin nasıl ve ne hızla değiştiğine kafa yorun.
-Sizi başarının yörungesinden çıkarabilecek kin ve şiddetten mümkün olduğunca uzak durun. içimizdeki en ufak bir öfke ve kin kırıntısının insandan insana dolaşarak, bir gun şiddet olarak kendinize ve sevdiklerinıze döneceğini unutmayın. Yureğinizdeki nefret ve düsmanlık duyguları, bendinden taşmak uzre öldüğünda yunus Emre'nin su mısralarını içinizden tekrar edin: "Giderdim gönlumden kini / Kin tutanın yoktur dini..."
-Öğrendiğimiz her bilgi, tanıdığımız her insan, gelecek için beslediğimiz her umut, bizi ruhumuzdaki labirentlerden, girdaplardan, karabasanlardan ve kör kuyulardan kurtaracak. Düşünerek, üreterek, ve verimliliğimizi yükselterek, duygularımızıdaki kilitlenmeleri açacağız.
Faruk Türkoğlu, Sabah Gazetesi, 2001

Devamı
    eposta       edit

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Yayınlandı Ağustos 13, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

soğuk suda kalma rehberi

-Titaniğin 1912 yılında batması sonucunda 1489 kisi 0 derecede 50 dakika içinde donarak ölmüşlerdir. Sayılamıyacak kadar yaşam soğuk havayla nasıl mücadele edileceğini bildikleri için kurtarılabilmişlerdir,genelde kurtulanların çoğu lifeboatların içindekiler olmuşlardır.

-ikinci dünya harbinde 30.000 kisi boğularak ve hypothermia dan ölmüşlerdir.

Önemli olan şey soğuk havanın siz nasıl etkileyeceğini bilmenizdir. Vücut yavaş yavaş işlemlerini kaybeder,durgun suda 5C derecede normal giyinmiş bir insan üç saat hayatta kalabilir. Basit kendinize yardımcı olacak tekniklerle bu zamanı uzatabilirsiniz. Özellikle can yeleği giyiyorsanız.

soğuk suda kalma rehberi pdf ekitap

Devamı
    eposta       edit

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Yayınlandı Ağustos 04, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Gerçek sevgi

    eposta       edit

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Yayınlandı Temmuz 25, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Ömür sermayesi

 Benim sermayem ömrümdür. Ömrüm gidince anaparam da gider ve artık kâr ve kazanç sona erer. Fakat bu başlayan gün, yeni bir gündür. Allah Teâlâ bugün de bana müsaade ederek, ikramda bulundu. Eğer beni öldürseydi, elbette bir günlüğüne de olsa geri gönderilip burada devamlı sâlih ameller ve çeşitli hayırlarda bulunmayı temenni edecektim. Şimdi kabul et ki öldürüldün ve geri çevrildin. O hâlde bugün günah ve mâsıyete katiyyen yaklaşma ve sakın ola ki bu günün bir anını bile boşa geçirme. Zira her nefes, paha biçilemeyen bir nimettir.

Gazali

Devamı
    eposta       edit

22 Temmuz 2012 Pazar

Yayınlandı Temmuz 22, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Farabi'nin Türk ve Dünya Tarihindeki yeri

Felsefe ve çeşitli bilimlerdeki bilgisinin ve görüşlerinin nedeniyle Aristo'dan sonra kendine Muallimi Sani (İkinci Öğretmen) denen Farabi İslam dünyasının yetiştirdiği ender dehalardandır. Prof.Dr.Yahya Akyüz'ün kaleme aldığı aşağıda pdf olarak yer verilen çalışmasında Düşünürün Türk ve Dünya tarihindeki yeri örnekler verilerek anlatılmaktadır.

dspace.ankara.edu.tr

Devamı
    eposta       edit

5 Temmuz 2012 Perşembe

Yayınlandı Temmuz 05, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

404-sayfa hatası

 aradığınız fikre ulaşılamıyor.

Evet ,tüm bağlantılar doğru olduğu halde yazarın bu fikrine ulaşılamıyor.

Bu fikir, yazar tarafından güncelliğini yitirmesi nedeniyle kaldırılmış olabilir ya da yenisi ile değiştirilmiş olabilir.

Devamı
    eposta       edit
Yayınlandı Temmuz 05, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Teknoloji gelişirken

 


Devamı
    eposta       edit

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Yayınlandı Temmuz 04, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Usta karikatürcü Muammer Kot


  Çizim sanatında muhteşem bir yeteneğe sahip Muammar Kot'un çizgilerine hayranım. Onun kaleminden akseden sıradan bir nesne bende bambaşka çağrışımlara yol açıyor. Renkleri ve çizgileri o kadar kendine özgü ki imza atmasa dahi onca çizim arasında bu onun eseri denilebilecek şekilde onu belli ediyor. Blogunda harika çizimler var. 

http://kotbasartcolors.blogspot.com

Devamı
    eposta       edit

3 Temmuz 2012 Salı

Yayınlandı Temmuz 03, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Ankarada

 Ankarada,insanlar hep bir şeylere yetişmek ister gibi aceleleri var.

Devamı
    eposta       edit

28 Haziran 2012 Perşembe

Yayınlandı Haziran 28, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Allah'ın hikmeti

 Allah'ın hikmeti; Roger Garaudy ömrünün yarısına geldiği sırada, egzistansiyalizm yani varoluşçuluk felsefesinin fikir babalarından Friedrich Nietzsche'nin çizgisinden giderek "Dieu est Mort (Tanrı Öldü)" isimli kitap yazdı. Nietzsche benimsediği inanç üzere öldü. Ama Garaudy, söz konusu kitabı yayınlamasından yirmi yıl sonra yaratılışın zorunlu ve yaratıcının da ölümsüz olduğu gerçeğini gördü. Bu inanç üzere de otuz yıl yaşadı ve bu inanç üzere öldü. Bunda da düşünenler için önemli ibret var. Allah dilerse kimleri hidayete kavuşturabiliyor demek ki!

http://www.habervakti.com/

Devamı
    eposta       edit

26 Haziran 2012 Salı

Yayınlandı Haziran 26, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Taht dediğin

 

Senin taht dediğin şey, tahtadan yapılma tuzaktır. Konduğun yeri baş köşe sanmışsın ama, kapıda kalakalmışsın

Mevlana Celaleddin Rumi

Devamı
    eposta       edit

24 Haziran 2012 Pazar

Yayınlandı Haziran 24, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Evlilikte mutluluk

Evlilik; bir başkasından mutluluk umanların değil, Bir başkasını da mutlu edebilecek kadar mutlu olan kişilerin birlikteliğidir.

Senai Demirci

Devamı
    eposta       edit

18 Haziran 2012 Pazartesi

Yayınlandı Haziran 18, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Kişisel gelişim

 insanlar, bazen her şeye başvurdukları ve çok çalıştıkları halde, istediklerine kavuşamazlar. İşte o zaman, bu işte kendi ellerinde olmayan bir kudret bulunduğunu öğrenirler. 

Kişisel gelişim diye yazılan bazı kitaplardan başlıklar: 

“Şans yoktur her şey kuvvet ve emek mahsulüdür. Hayat bir mücadeledir. Bu mücadelede dövüşenler kazanırlar. "

 Her şey istediğim gibi olacak. Çocukluğumda, mutluluklar anlıktır, sürekli mutluluk yoktur gibi bir bakış açısında büyüdüm. Oysaki yanlış bir düşünce şekli imiş... Çünkü artık hayatımda mutluluklar sürekli, sıkıntı ve stresler anlık oldu. Bir şeyi bir kişi yaptıysa, herkes yapabilir. Kendine güvenin varsa her şeyi başarabilirsin.” 

Dikkat ettiniz mi; insanı adeta Süpermen yapmışlar. Hayatın gerçeklerinden tamamen uzak, motivasyon bile sayılamayacak kadar hayal mahsülü iddialar. Başarmayı, tamamen insanın kendi elinde kabul eden, muhtemel hiçbir engel tanımayan satırlar… Başaramadığında tek sorumlu olarak kendisini gören ve sonrasında insanı tamamen tüketen bir zihniyet…

İzzettin İçin

Alıntı

Devamı
    eposta       edit

10 Haziran 2012 Pazar

Yayınlandı Haziran 10, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Satrançta oyun kazanmak için bazı ipuçları

 

Satranç oyununu nasıl kazanabiliriz ? neler yapmalıyız ya da neleri yapmamalıyız? Satrançta kazanmak için en önemli şey sakin olmak ve acele etmemek.

İkincisi ve en önemlisi rakibi asla küçümsememek. Rakibin yaptığı hamleye karşı bütün olasılıkları değerlendirip en iyi hamleyi bulmaya çalışmak.

Her hamle değerli. Bu adım seni ya başarısızlığa ya da başarıya götürecektir. Tabii satranç oyununda makine ile oynamadığınız sürece insan olması nedeniyle hata yapıyor ve yapacaktır bu durumda en iyisi fırsatları değerlendirmek.

Oyun başlangıcı önemli .Oyunun gidişatı ilk oynadığınız 5-6 hamleye bağlı olabilir. İyi oyuncular nadiren açılışta hata yapıyor. İyi bir oyun açılışına ilişkin teoriler oldukça fayda sağlar. Ama açılış teorisi her şey demek değil. Oyun başlangıcında çok iyi açılış teorisini bildiğiniz oyuncu ile oynuyorsanız normal oyun gidişatından farklı yollarla şaşırtmayı deneyerek onu stabilize yada mıcırlı yola davet edebilirsiniz. 18.yüzyılda yaşamış Ünlü İtalyan satranç teorisyoni G .Lolli “kötü bir oyun başlangıcını çürük bir bina temeline” benzetmiştir. 

Satranç mücadelesinde temel alınacak başlıca prensipler

1-hızlı gelişim 2-merkez mücadelesi 3- taşların birbirleri ile uyum içinde dizilişi. Tabii bütün bu prensipler ve strateji körükörüne uygulanmamalı esnek bir yol izlenmeli ve planları değiştirmek gerekirse bundan kaçınmamalıdır.

Büyükusta R.Spielmann’ın “Açılışta dikkatli olun hatta en küçük piyade hareketlerinde bile ve herşeyden önce şu üç ana hedefi takip edin gelişme,gelişme ve gelişme” diyerek oyunda gelişim yapmanın önemini vurgulamıştır. İyi bir satranç oyuncusu elindeki malzemelerle en iyi sonucu çıkarabilecek iyi bir aşçı olmalıdır.Satranç oyunu bir planlar oyunu diyebiliriz. O halde ne yapıp etmeli rakibin planlarını boşa çıkaracak hamleleleri bulabilmeliyiz.Eğer elimizdeki malzemelerin özelliklerini ve sınırlarını bilmiyorsak o oyundan başarı elde etmek mümkün değil.

Açılışta beyaz ile e4 yada d4 iyi bir açılıştır. Şimdi ismini hatırlamadığım ünlü bir  Satranç ustası “d4 hiç bir yere götürmez” demiş ve d4 açılışı yapmamaya dikkat etmiştir. Ama bazı oyuncularda çoğu kez e4 sürmemeye dikkat etmiş. 

Günümüz turnuvalarında oynanan oyunlara baktığımızda büyük çoğunluğunun d4 ile başladığını görüyoruz. Bu neden böyle? 

Nedenini iyi bir satranç oyuncusu olan bir arkadaşımdan dinlemiştim. "e4 açılışı yapıldığında karşınıza çok sayıda farklı savunma tipleri çıkması kaçınılmazdır. ister istemez bu savunma türlerini de öğrenmek zorunda kalıyorsun. Ama d4 açılışı yaptığında rakibin buna cevabı 2-3 savunma ile sınırlı. Bu savunma türlerini iyi bir şekilde öğrenilebilirsen beyaz için en iyi strateji tespit edilebilir. "demişti. Oldukça mantıklı bir açıklama ve bana doğru gibi geldi. 

Günümüzün gittikçe gelişen satranç materyalleri pek çok oyuncunun oyun veri tabanlarını barındırıyor. Bu yüzden eğer edinebilirseniz rakibin önceki oyunlarına göz atmakta fayda var. Bu oyunlarda oyuncunun pek çok stili hakkında fikir edinebilirsiniz. Örneğin saldırganmı, dengecimi, sağlamcımı ,bekle görcümü? Ama en önemlisi rakibinin ince eleyerek sık dokuyarak senin arazine yerleştirdiği truva atlarına dikkat etmeli. Hele bu truva atı 6.yada son yatay kareye yakınsa rakip her an gemileri yakıp Turgut Özalın deyişiyle bir koyup üç alabilir.

Devamı
    eposta       edit

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Yayınlandı Mayıs 28, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Söz verdiğinizde

 Birine bir şeyi yapacağınıza dair söz verdiğinizde mutlaka yapın. Sadece konuşan ve harekete geçmeyen kişi olmaktansa sözünüzün arkasında duran kişi olun.

Robin Sharma

Devamı
    eposta       edit

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Yayınlandı Mayıs 26, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

En büyük narsistler

    eposta       edit

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Yayınlandı Mayıs 12, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Yumruk vuran

yumruk vuran kazanmaz,yumruklardan kaçan kazanır

vitali kliçko

Devamı
    eposta       edit

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Yayınlandı Mayıs 07, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

insanın büyüklüğü

Evrende bir kum tanesi kadar olamayan dünyada yaşayan bir insanın büyüklük taslaması akıl karı bir iş mi?

Devamı
    eposta       edit
Yayınlandı Mayıs 07, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

evliyalık

Söylentiye göre Hasan dede bir müridini zirveden doldurduğu suyu Aksaray’daki kardeşine gönderirmiş bir defasında mürit kentte ayakkabıcıda güzel bir kadın görünce mendilde su taşıdığını unutmuş, eli ayağına dolanmış ve su dökülmüş Ayakkabıcı müride dönerek “dağın doruğunda evliyalık yapmak kolaydır. Hasan dedeye söyle bu işi biraz da kentte yapsın” demiş

Atlas dergisi’nden
Devamı
    eposta       edit

3 Mayıs 2012 Perşembe

Yayınlandı Mayıs 03, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Dost aramak

 Bütün hayal kırıklıklarımıza karşın dost aramaktan vazgeçmeyiz! J.Derrida bunu, “Bir başka insana inanmaya duyduğumuz şiddetli özlem” olarak açıklar. Çünkü “ancak bir başkasına inanarak kendimize inanırız.” İnsana hüzün ve umutsuzlukla “ey dostlarım, dost yoktur” dedirten arayışın kaynağı budur!

https://www.sabah.com.tr/Yazarlar/babaoglu/2011/08/14/pazar-notlari-sert-merhamet

Devamı
    eposta       edit
Yayınlandı Mayıs 03, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

yaşayan efsaneler siemens sx1 ve nokia 6600

 

Simens sx1

Cep telefonlarının bir fırtına gibi hayatımıza girdiği günlerde almıştım siemens sx1'i. Smybian işletim sisteminin ilk versiyonunu kullanan cihaz bazı durumlarda kendisiyle benzer dönemde çıkan nokia 6600'a fark atan özelliklerle donatılmıştı. Halen de kullanıyorum emektarı. Kaç kere yere düştü kaç kere içini açıp ameliyat ettim. Bazı uygunsuz yazılımlar kurma sonucunda öylece kapanıp gitti. Ama sonra yeniden küllerinin arasından yeniden doğdu. Bu cihazı böylesine sevimli ve vazgeçilmez yapan nedir ?

Ergonomik tasarım. Simens sx1 tasarım ve ergonomiklik açısından nokia 6600 a nazaran daha kullanışlı. Ondan daha hafif ve tuş bileşimi çok farklı. Sürekli mesaj yazanlar açısından alışamayanlar için yazma sıkıntılı olsa da bazı uygulamalarda tam yerli yerinde bir kolaylık sağlıyor.Ne tam büyük ve ağır ne de çok küçük, insanın eline tam olarak oturuyor . İlk kullanıldığı servis firmware sürümünden farklı olarak pek çok özelliği değiştirilmiş bir sürü modifiye sürümleri var . Pek çoğunu denedimde . Ancak zamanla sorunlara yol açtığını tespit ettiğimden kaldırdım.

 Siemens sx1, nokia 6600’ a iki yönden büyük üstünlük sağlıyor. Öncelikle siemens sx1 stereo 6600 ise mono . Ayrıca radyosu ve bas özellikleri ile donatılmış harika bir MP3 çalıcı. Kaliteli bir kulaklıkla Mp3 çalarlar kalitesinde müzik dinleme imkanı veriyor. Kulağı tırmalayan ya da rahatsız eden bir sesi yok. 

 Siemens sx1'de tuşlar radikal bir şekilde sol ve sağ alana olmak üzere ikiye ayrılmış. Bu tasarımın uygulamaları kullanırken  ergonomik bir kolaylık getirdiğini söyleyebilirim.

Bütün bu özelliklerine rağmen siemens sx1 ‘in piyasadan silinmesine neden olan tasarım hatası kullandığı tuş bileşiminde yatıyor.Herhangi bir tuşunda olabilecek bir bozukluk koca ekranı etkileyebiliyor.Çünkü ekran ve tuş kapağı tamamiyle entegre edilmiş durumda. 

 

6600 ın belirgin farkla öne geçtiği yan burası.

 

Devamı
    eposta       edit

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Yayınlandı Mayıs 02, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Sessizliğin dili

 

Bir Kızılderili atasözü şöyle der: "Herşey aynı nefesten alır: Hayvanlar, insanlar, ağaçlar"

Hayvanlar olmazsa insanlar ne yapar? Tüm hayvanlar gitse insanların ruhu büyük bir yalnızlığa boğulur.

Evet gerçekten etrafımızda aslında sonradan farkedebileceğimiz ses yapan o kadar canlı var ki farklı sesleriyle dünyanın renklerine ayrı bir renk katmakta ve gören gözlere ayrı bir güzellik sunmaktadır. Bir baykuşun ,bir Ağustos böceğinin , hatta bir sivrisineğin sesi … sanki büyük bir orkestranın bitmek bilmez konseri gibi tekrarlanır durur. Bir belgeselde dinlediğim şu söz arasıra aklıma geldikçe ürperirim “Ormanda yürüyorduk Ormanın sessizliği demek orman tarafından yutulmak anlamına geliyor.” diyordu.

Devamı
    eposta       edit

28 Nisan 2012 Cumartesi

Yayınlandı Nisan 28, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Şöhret

 


Devamı
    eposta       edit

27 Nisan 2012 Cuma

Yayınlandı Nisan 27, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Doğa harikası Kapuzbaşı şelaleleri

 

Geçen haftasonu muhteşem Kapuzbaşı şelalelerine gittim. Kayseri'nin şirin Yahyalı ilçesinden yer yer uçurumlarla dolu nefes kesici manzaralar eşliğinde başlayan yol kapuzbaşı şelalerine kadar uzanıyordu.Devletimiz bu kuş uçmaz kervan göçmez diyebileceğimiz bu yerlerde iğneyle kuyu kazar gibi koca dağların arasında güzel yollar yapmış.

Aladağların bitmek tükenmek bilmeyen tepeleri ve dev kanyonları arasında ilerleyen yolculuğumuz suyun ve toprağın dansıyla taçlanıyor. Uzaktan duyulan çağlayanın o sağır edici sesi, üzerimizde bir duvar gibi yükselen tepe ile eşsiz bir görüntü sunuyor. Koca bir ırmak dolusu suyun kayaları delip metrelerce yükseklikten büyük bir güçle dökülmesinden sonra ortaya çıkan gökkuşağını izlemeye değer.Böylesine sert kayalardan gözyaşı misali suyu çıkartan Allah nelere kadir değil.

Kapuzbaşı şelaleleri, İrili ufaklı bir çok şelaleden oluşuyor.Daha Kuzeyde yer alan takım şelaleleri ve daha güneyde yer alan güney şelalelerinden oluşuyor. Şelaleleri tam karşıdan izlemeye imkan veren "seyir noktası" muhteşem manzarayı güvenli bir şekilde izlemeye imkan veriyor. Bazı insanların tehlikeli bir şekilde şelalelerin yakınına kadar gittikleri buralarda fotoğraf çektirdiklerine şahit oluyorum ki bu hatayı bende işledim.


Büyük bir gürültüyle akan şelale ırmağının sadece santimlerce üstünde içilen çayın keyfine diyecek yok. Bölgede eskiden mezra olarak kullanılan bir yerleşim yeri varmış, ama şimdi irili ufaklı bir çok küçük çay evleri ile donatılmış. En yakın medeniyetten kilometrelerce içeride pansiyon,lokanta ve bakkal bulmak beni açıkçası şaşırttı. Buradaki doğal güzelliklerin yapısı ve doğanın muhteşem güzelliği burada çok büyük turizm potansiyeli vaad ediyor. Burada şirin bir pansiyon da var.

 

şirin bir pansiyon


 

Çağlayan yanında çay evi

 

 

kayalıkların arasından çıkan ağaç

 


Kapuzbaşı köyü köylüsü   

 Yukarıda fotoğrafı görülen yaşlı amca kapuzbaşı köyünde yaşayan bir köylüye ait. Bakışlarında ve yüz çizgilerinde zamanın ağırlığını taşıyan bu tatlı ihtiyar aralıksız türkü söylemesi ile çok renkli bir kişiliğe sahip.Bu fotoğrafı da onun iznini alarak çektim. 

Devamı
    eposta       edit
Yayınlandı Nisan 27, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Ankara hayvanat bahçesinde

 TV de yayınlanan bir belgeselde seyretmiştim akbabaları.Himalayaların 4000 metre yüksekliğinde yaşayan bir köy halkı yüzyıllardır ölülerini farklı bir yöntemle gömüyorlarmış. Çok yüksek olduğu için ölülerine yakmak için odunda bulamayan halk ölülerini akbabalara bırakıyorlar. Böylece ölünün hastalık yayılması önlenmiş oluyordu. 

Akbabanın bir benzeri Ankara hayvanat bahçesinde de vardı. Akbabalar, muaazzam kanat genişliğiyle 2-3 metre gibi bir alanda uçuş denemesi yapmış ve tel örgülere çarpmıştı.

 

Burada yer alan kimi hayvanların durumu içler acısıydı. Aslında böylesine renkli ve çeşitli hayvanı birarada görme imkanı sunulduğu için memnun olsamda hayvanların bu acınası halleri karşısında üzülmüştüm. Bir kaplan sürekli olarak bir ileri bir geri gidiyor, aslanlar neredeyse hiç bir hayat belirtisi göstermeksizin mütemadiyen yatıyordu. 

 

Animal Planet’in bir programında timsah uzmanı Steve’nin çalışmaları aklıma geldi. Bir timsahın yaşama alanında rahat ve mutlu hissetmesi için hemen her ayrıntı düşünülüyordu. Ya bizdeki havyanat bahçelerine ne demeli. Avukat Sernur Sayar’ın dediği gibi bizdekiler tam bir hayvanat bahçesi değil hapishane.  Hayvanların yaşamlarını özgürce sürdürebildiği çok büyük doğal parklar gerektiğini savunan Sernur Sayar:

 ”kendimizi kandırmayalım hayvanat bahçesi  olmaz.Buraları olsa olsa hayvanlar cezaevi olur hayvanların tutsak merkezi olur Bir arslanı 3 metrekarenin içine hapsetmek nasıl bir vicdansızlıktır.O aslan koşacak,avlayacak o kuş özgürce uçacak ki hayat sürsün.(Sabah Gazetesi haberi)

Devamı
    eposta       edit

26 Nisan 2012 Perşembe

Yayınlandı Nisan 26, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Sabırlı insan

Devamı
    eposta       edit
Yayınlandı Nisan 26, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Tehlikeli yürüyüş

 


Devamı
    eposta       edit

30 Mart 2012 Cuma

Yayınlandı Mart 30, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Gülmecenin arkasından düzeni sorgulayan bir adam

 

“Bir şey kesin: Ben bir palyaçoyum. Ve böyle olmam beni herhangi bir politikacıdan daha yüksek bir statüye kavuşturuyor.”

Lois Lumiere 1890 yılında sinemayı keşfettiğinde herhalde bu keşfinin bir “sanat” olarak ileride nitelendirileceğini düşünmüyordu. Genel olarak o günkü konumuna göre pek fazla bir şey almayan sinema her ne kadar uzun zamandır 7. Sanat olarak nitelendirilse de, bugünkü insan hala sinemayı bir vakit geçirme aracı veya can sıkıntısına bir çare olarak görmekte. Bu arada her yıl yüzlercesi çekilen filmlerde bu kanıyı pohpohlarken acaba bu bahsi geçen filmlerden kaçı 100 yıl sonra izlenecek? Bütün öbür sanatlarda olduğu gibi sinema sanatında da sadece ustalar olduğunu kabul edersek, bu yüz yıl içerisinde sinema sanatına damgasını vuran bir ustayı Charlie Spencer Chaplin’i yani nam-ı diğer adı ile Şarlo’yu yadsıyamayız.

Charlie Chaplin 1889’da Londra’da doğdu. Babası, karısıyla iki çocuğunu bırakıp başka bir kadınla yaşayan ayyaş bir adam, annesi ise tiyatro oyuncusuydu. Küçük Chaplin kardeşi Sidney’le birlikte sokakta geçen geceleri, karakolları, polis dayağını ve başka zorlukları tanıdı. Daha 5 yaşındayken annesi tiyatro gösterisinde rahatsızlandığından, annesinin yerine sahneye çıktı. Chaplin sahneye çıktığında çeşitli taklitler yapmış, dans etmiş ve şarkı söylemişti. Bu şov da seyircinin hoşuna gitmişti. Chaplin’e bahşişler vererek ve onu ayakta alkışlayarak bir bakıma Chaplin’in hayatını deşitirmişti. Yaşadıkları yoksulluğa dayanamayan annenin narin ruhsal yapısı acılara dayanamadı ve Chaplin annesini akıl hastanesine yatırmak zorunda kaldı. Chaplin bir tiyatro grubuna girene kadar gazete satıcılığı, cam üfleyiciliği gibi çeşitli işlerde çalıştı.

Bir ara tiyatro grubuyla beraber Amerika’ya giden Chaplin, yaptığı gösterilerle sinema prodüktörü Mack Senneth’in dikkatini çekti. Böylece 1913 mayısında Keystone firmasıyla haftada 150 dolara anlaşma imzaladı. Chaplin’in oyndağı ilk fim ‘Making A Living’ ( Yaşımı Kazanma) 1914 yılında çekildi. O dönemki Amerika bir ekonomik buhran yaşamakta ve ekonomisi de henüz ilkel bir düzeydeydi. Buna rağmen Amerikan ekonomisi büyük bir ivmeye sahipti ve “süper güç” olması ancak 1. Paylaşım Savaşı’nın Avrupa’nın bütün devletlerinde yaşattığı büyük bir ekonomik krizden faydalanarak yaptığı emperyalist politikalar sayesinde oldu.

Ekonomik buhran yüzünden derin çelişkiler yaşayan Amerika, Amerikan halkının o zaman daha çok mekanik- hızlı, düşüp kalkmalı, yüze pasta atmalı kaba saba güldürülerle besliyor, bu şekilde var olan burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki çelişkiyi gizliyordu. Hollywood’un çektiği filmlerin konuları gerçek olaylar değil de daha çok hayali ve gerçekdışı şeylerdi. O dönemdeki görsel sanatlar (opera, tiyatro) şaşılacak derecede abartılı, egzotik ve frapan (1) konular işlerdi. Bu şekilde sinema yığınlara gerçek değil hayal, gösterme değil büyeleme, öykü değil masal yoluyla yaklaşmayı seçmiş ve sinemanın üzerinden bu biçimini atması ancak Orson Welles’in Yurttaş Kane filmiyle gerçekleşmişti. Ama Chaplin’in tarzı bambaşkaydı. O zamanki starlar, geniş yığınlara yaklaşmak, onlara yakın olmak amacında değil bilakis daha çok onlardan olabildiğince uzaklaşmak suretiyle yığınlara kapitalizmin iyi bir şey olduğunu göstermek amacındaydılar.

Chaplin’in yığınlara yaklaşımı o dönemin tersine yığınlara kendilerini, kendi dertlerini düşündürme yoluyla olmuştur. Chaplin, Amerika’daki kapitalizmin çarpık yönlerini, burjuvazi ile emekçi kesim arasındaki çelişkiyi gözler önüne serdi. Onun tarzı daha çok pandomime dayanan bir komiklikti. Chaplin ileride bu durumu şöyle açılayacaktı: “Bir şey kesin: Ben bir palyaçoyum. Ve böyle olmam beni herhangi bir politikacıdan daha yüksek bir statüye kavuşturuyor.” Chaplin daha sonra ünlü kıyafetini dolayısıyla kıyafetiyle birlikte karakterini de seçti. Chaplin bu kıyafeti nasıl seçtiğini şöyle anlatıyor: “Ne giyeceğime ilişkin hiçbir fikrim yoktu. Elbise bölümüne giderken düşünüyordum: Torba gibi bir pantalon, büyük ayakkabılar, bir baston ve bir şapka. Her şeyin birbirine karşıt olmasını istemiştim: Pantolon torba gibi, ceket çok dar, sapka küçük, ayakkabılar kocaman.

Genç mi görüneyim, yaşlı mı görüneyim karar veremiyordum ama Sennett’in beni ilk gördüğünde daha yaşlı olmamı beklediğini düşünerek küçük bir bıyık da ekledim. Chaplin, Mack Sennett’le çalıştıktan sonra başka bir firmayla çalışmaya başladı. Burada kendi tarzını yaratmak için çalışmalara başladı. Film yapma süresi giderek uzuyor, her film üzerinde daha fazla durmaya özen gösteriyor ve mümkün olduğunca daha çok ayrıntılara inmeye çalışıyordu. Kaba komedi filmler yerine Chaplin, artık duygusallığını ve toplumculuğunu göstermek niyetindeydi. Filmlerinde kapitalist dünyanın siyasal, ekonomik ve toplumsal baskı mekanizmaları altında ezilen bir insan profilini çizerek düzeni sorgulayan temaları işlemek niyetindeydi.

Fakat çalıştığı şirketin uzun film konusundaki isteksizliği, Chaplin’in ‘The Kid’ (Yumurcak, 1921) isminde 52 dakikalık bir başyapıt çıkarmasına engel olamıyordu. Bu dönemde Chaplin’in pek fazla bir misyonu yoktu. Chpalin bu durumun şöyle tanımlıyor: “Benim bir misyonum yok. Sadece insanlara keyif vermeye çalışıyorum.” Chaplin böyle dese de yaptığı işe büyük bir önem veriyordu. Amerika’nın bazı çarpıklıklarına iyi bir şekilde değiniyordu. Chaplin bir filmini değerlendirirken şunları söylüyordu: “Şarlo Kaçıyor’da yediğim dondurma, pantalonumdan içeri kaçıyor. Ve balkondan aşağı zengin görünüşlü şişman bir kadının gerdanından içeri düşüyor. Böylece iki komik öğe kullanmış oluyorum. Burada kadının zenginliği de önemli, çünkü inanlar zengin birinin başına gelenlere gülerler. Ama o zavallı bir hak kadını olsaydı duyacakları his bunun tam ters

“Bir şey kesin: Ben bir palyaçoyum. Ve böyle olmam beni herhangi bir politikacıdan daha yüksek bir statüye kavuşturuyor.”

Lois Lumiere 1890 yılında sinemayı keşfettiğinde herhalde bu keşfinin bir “sanat” olarak ileride nitelendirileceğini düşünmüyordu. Genel olarak o günkü konumuna göre pek fazla bir şey almayan sinema her ne kadar uzun zamandır 7. Sanat olarak nitelendirilse de, bugünkü insan hala sinemayı bir vakit geçirme aracı veya can sıkıntısına bir çare olarak görmekte. Bu arada her yıl yüzlercesi çekilen filmlerde bu kanıyı pohpohlarken acaba bu bahsi geçen filmlerden kaçı 100 yıl sonra izlenecek? Bütün öbür sanatlarda olduğu gibi sinema sanatında da sadece ustalar olduğunu kabul edersek, bu yüz yıl içerisinde sinema sanatına damgasını vuran bir ustayı Charlie Spencer Chaplin’i yani nam-ı diğer adı ile Şarlo’yu yadsıyamayız.

Charlie Chaplin 1889’da Londra’da doğdu. Babası, karısıyla iki çocuğunu bırakıp başka bir kadınla yaşayan ayyaş bir adam, annesi ise tiyatro oyuncusuydu. Küçük Chaplin kardeşi Sidney’le birlikte sokakta geçen geceleri, karakolları, polis dayağını ve başka zorlukları tanıdı. Daha 5 yaşındayken annesi tiyatro gösterisinde rahatsızlandığından, annesinin yerine sahneye çıktı. Chaplin sahneye çıktığında çeşitli taklitler yapmış, dans etmiş ve şarkı söylemişti. Bu şov da seyircinin hoşuna gitmişti. Chaplin’e bahşişler vererek ve onu ayakta alkışlayarak bir bakıma Chaplin’in hayatını deşitirmişti. Yaşadıkları yoksulluğa dayanamayan annenin narin ruhsal yapısı acılara dayanamadı ve Chaplin annesini akıl hastanesine yatırmak zorunda kaldı. Chaplin bir tiyatro grubuna girene kadar gazete satıcılığı, cam üfleyiciliği gibi çeşitli işlerde çalıştı.

Bir ara tiyatro grubuyla beraber Amerika’ya giden Chaplin, yaptığı gösterilerle sinema prodüktörü Mack Senneth’in dikkatini çekti. Böylece 1913 mayısında Keystone firmasıyla haftada 150 dolara anlaşma imzaladı. Chaplin’in oyndağı ilk fim ‘Making A Living’ ( Yaşımı Kazanma) 1914 yılında çekildi. O dönemki Amerika bir ekonomik buhran yaşamakta ve ekonomisi de henüz ilkel bir düzeydeydi. Buna rağmen Amerikan ekonomisi büyük bir ivmeye sahipti ve “süper güç” olması ancak 1. Paylaşım Savaşı’nın Avrupa’nın bütün devletlerinde yaşattığı büyük bir ekonomik krizden faydalanarak yaptığı emperyalist politikalar sayesinde oldu.

Ekonomik buhran yüzünden derin çelişkiler yaşayan Amerika, Amerikan halkının o zaman daha çok mekanik- hızlı, düşüp kalkmalı, yüze pasta atmalı kaba saba güldürülerle besliyor, bu şekilde var olan burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki çelişkiyi gizliyordu. Hollywood’un çektiği filmlerin konuları gerçek olaylar değil de daha çok hayali ve gerçekdışı şeylerdi. O dönemdeki görsel sanatlar (opera, tiyatro) şaşılacak derecede abartılı, egzotik ve frapan (1) konular işlerdi. Bu şekilde sinema yığınlara gerçek değil hayal, gösterme değil büyeleme, öykü değil masal yoluyla yaklaşmayı seçmiş ve sinemanın üzerinden bu biçimini atması ancak Orson Welles’in Yurttaş Kane filmiyle gerçekleşmişti. Ama Chaplin’in tarzı bambaşkaydı. O zamanki starlar, geniş yığınlara yaklaşmak, onlara yakın olmak amacında değil bilakis daha çok onlardan olabildiğince uzaklaşmak suretiyle yığınlara kapitalizmin iyi bir şey olduğunu göstermek amacındaydılar.

Chaplin’in yığınlara yaklaşımı o dönemin tersine yığınlara kendilerini, kendi dertlerini düşündürme yoluyla olmuştur. Chaplin, Amerika’daki kapitalizmin çarpık yönlerini, burjuvazi ile emekçi kesim arasındaki çelişkiyi gözler önüne serdi. Onun tarzı daha çok pandomime dayanan bir komiklikti. Chaplin ileride bu durumu şöyle açılayacaktı: “Bir şey kesin: Ben bir palyaçoyum. Ve böyle olmam beni herhangi bir politikacıdan daha yüksek bir statüye kavuşturuyor.” Chaplin daha sonra ünlü kıyafetini dolayısıyla kıyafetiyle birlikte karakterini de seçti. Chaplin bu kıyafeti nasıl seçtiğini şöyle anlatıyor: “Ne giyeceğime ilişkin hiçbir fikrim yoktu. Elbise bölümüne giderken düşünüyordum: Torba gibi bir pantalon, büyük ayakkabılar, bir baston ve bir şapka. Her şeyin birbirine karşıt olmasını istemiştim: Pantolon torba gibi, ceket çok dar, sapka küçük, ayakkabılar kocaman.

Genç mi görüneyim, yaşlı mı görüneyim karar veremiyordum ama Sennett’in beni ilk gördüğünde daha yaşlı olmamı beklediğini düşünerek küçük bir bıyık da ekledim. Chaplin, Mack Sennett’le çalıştıktan sonra başka bir firmayla çalışmaya başladı. Burada kendi tarzını yaratmak için çalışmalara başladı. Film yapma süresi giderek uzuyor, her film üzerinde daha fazla durmaya özen gösteriyor ve mümkün olduğunca daha çok ayrıntılara inmeye çalışıyordu. Kaba komedi filmler yerine Chaplin, artık duygusallığını ve toplumculuğunu göstermek niyetindeydi. Filmlerinde kapitalist dünyanın siyasal, ekonomik ve toplumsal baskı mekanizmaları altında ezilen bir insan profilini çizerek düzeni sorgulayan temaları işlemek niyetindeydi.

Fakat çalıştığı şirketin uzun film konusundaki isteksizliği, Chaplin’in ‘The Kid’ (Yumurcak, 1921) isminde 52 dakikalık bir başyapıt çıkarmasına engel olamıyordu. Bu dönemde Chaplin’in pek fazla bir misyonu yoktu. Chpalin bu durumun şöyle tanımlıyor: “Benim bir misyonum yok. Sadece insanlara keyif vermeye çalışıyorum.” Chaplin böyle dese de yaptığı işe büyük bir önem veriyordu. Amerika’nın bazı çarpıklıklarına iyi bir şekilde değiniyordu. Chaplin bir filmini değerlendirirken şunları söylüyordu: “Şarlo Kaçıyor’da yediğim dondurma, pantalonumdan içeri kaçıyor. Ve balkondan aşağı zengin görünüşlü şişman bir kadının gerdanından içeri düşüyor. Böylece iki komik öğe kullanmış oluyorum. Burada kadının zenginliği de önemli, çünkü inanlar zengin birinin başına gelenlere gülerler. Ama o zavallı bir hak kadını olsaydı duyacakları his bunun tam tersi olurdu.” (1) 

Frapan: Görme duyusu üzerinde güçlü bir izlenim bırakan, çarpıcı. 

Alıntı


Devamı
    eposta       edit

17 Mart 2012 Cumartesi

Yayınlandı Mart 17, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Süleyman Demirel'in Türk siyasal hayatı içerisinde Ordu ile ilişkileri ikinci bölüm


 14 Ekim 1973 seçimlerinin sonucu AP için büyük bir hayal kırıklığı olmuştur.

"Ordu temsilcileri emrinde bulunduğu hükümet ve parlamentonun emrinden çıkmıştı. Adalet Partisi siyasi iktidarı hükümeti bırakmayıp ne yapacaktı, yapılacak iki şey vardı, birincisi parlamentoyu açık tutabilmek ve o zeminde rejimin tekrar normal hale dönmesi için mücadele etmek... ikinci yol sinei millete dönmekti. Demokrasinin yürümediği, yürütülemediği ilan olunurdu. 12 Mart 1971 ile 15 nisan 1973 arasında AP parlamenter zeminde demokrasi hizmet mücadelesi vermiştir.(53)

  AP'nin oy kaybetmesinin temelinde partinin 12 Mart müdahalesi ile bütünleşerek seçmeni gözünde itibar kaybetmesi diğeri ise Tükiye'de sol ve sağ cenahta uç vermekte olan radikalleşmedir.

AP-MC hükümetlerini kurarken, milli iradenin sağda tek bir partiyi iktidara getirmesi karşısında parçalanan tabanın oy tercihini bir sonraki seçimlerde AP'ye kaydırmak amacını

gütmüştür. Solda bütünleşme, sağda bütünleşme vardır. Sağın toparlanması halinde ve AP etrafından toparlanması halinde, AP'nin tek başına iktidara gelmesine mani yoktur.
(54)

Sakallıoğluna göre MC'lerin gerisinde yatan 1973 seçimlerinin kahramanı Ecevit'in giderek parlayan yıldızının sağ cephede uyandırdığı büyük korkudur. MC mimarları ve ideologları politikada Ordu faktörünü milli iradenin sağlıklı bir seçimde tecelli etmesini engelleyen, cendere içine alan, dolayısıyla hep CHP'nin yararına çalışan bir unsur olarak algılamaktadırlar. Onlara göre sağın müdahale ile biten iktidar deneyimleri ortadadır. Bu tür başarısızlıklarda ders alarak yeni iktidar girişimlerinde bulunulmalı, Ordu müdahalelerinin tekrarlanmaması için gereken önlemler alınmalıdır. Muhalefette kalmanın bir yararı yoktur. Yeni bir formülle beşli bir ittifak kurarak işbaşına gelinirse, sağın "Ne iktidar ne de muhalefet olamaması" sorunu da çözülecektir. Bu nedenle AP nin komünizmle mücadelede militan sokak gücüne de sahip olan MHP ile yanda itibarlı mevkie sahip güven partisi ile ittifak kurulabilir.(55)

1973-1980 arasındaki AP ve CHP arasındaki iktidar mücadelesinin temelinde Demirel'in CHP liderlerinin aslında demokratikliğinin kabuktan olduğuna inanması yatar. Demirel, CHP'yi gerek seçimle gerektiğinde de seçimsiz olarak iktidara gelmeyi hedefleyen darbe planının bir ortağı olarak görür. (56)

Anarşinin hedeflerini incelediği 1977 Seçim Beyannamesinde CHP'nin gizli bir şekilde anarşinin hedeflerinden yaralanmakta olduğunu belirtir. "Türkiye deki anarşinin iki hedefi vardır. Birincisi anarşi yoluyla Türk vatandaşım bezdirerek hürriyetçi demokrasiden ümidini kesmiş bir hale getirmektir. Bu metodun gayesi, Türkiyeyi komünist idarenin tahakkümü altına almak ve parçalamaktır. İkincisi, 7 seçimden hiçbirini kazanmamış Halk partisinin seçimle gelmiş hükümetleri seçimsiz mağlup edebilme ihtirasının tatminidir." (57)

Sakallıoğluna göre Demirel, CHP'yi yıpratma kampanyasında CHP'nin Atatürk ilkelerinden saptığını, Cumhuriyetçi ve halkçı olmadığını, solu ve komünizmi himaye ettiği noktalarına büyük önem vermiştir.(58)

Demirel, yine CHP'nin Kıbrıs zaferini Ordunun elinden alıp kendi siyasal amaçlan için istismar ettiği düşüncesindedir. "CHP kendisini TSK'nin ve milletin başarısın olan Kıbrıs harekatının kahramanı ilan etmiştir. Hatta koalisyon ortağına bile hiç bir şey bırakmamıştır,(59)

Demirel Şubat 1978'de canlanan kontrgerilla (Devlet içinde görünmez ve kimsenin bilmediği yere yuvalanmış sivil otoriteye hatta Genel Kurmayın dahi sınırlı olarak denetlediği örgüt) konusunda CHP'yi SK'in içişlerine karışan, onu görevini yapmaktan alıkoyan bir siyasal parti olarak yansıtmıştır.

"Böyle bir kuruluş yok. Rastgele adamlar bunlar. Devletin böyle bir kuruluşu olsa on yıldır devleti idare dene birisi olarak bilirdim herhalde. " açıklaması yapmıştır.(60)

Demirel 9.Büyük Kongrede yaptığı konuşmada da Kontrgerilla iddialarının Silahlı Kuvvetleri yıpratma amacına yönelik olduğu kanısındadır.

"Bu hükümet döneminde her türlü siyasal tartışmanın üzerinde tutulması gereken S.K. 'in bazı konularda tartışmanın içine çekilmek istendiği görülmüştür. Halk Partili parlementerlerin mecliste başlattığı ve bugünkü hükümetin başının yıllarca meydan meydan iddia ettiği seçim beyannamesine aldığı hatta sayın Cumhurbaşkanına kadar şikayet konusu yaptığı Kontrgerilla iddiası Silahlı Kuvvetlerimize Yöneltilen bir iftiradır ve ülkedeki sol mihrakların amaçlı istismarıdır"(61)

Demirel Kontrgerilla iddiaları karanlığa terk edilmez demiş ve gerekli tahkikatın yapılmasını istemiştir, "iddialar ya doğrudur, ya yanlıştır, tahkikat yapılması lazımdır"(62)

Kenan Evren anılarında Demirelin bu tavrının olumlu olduğunu siyasal parti temsilcilerinin kontrgerilla gibi konularda dış güçlerin oyununa gelerek dolaylı olarak Orduyu yıpratma kampanyalarının bir aleti konumuna girdiğini düşünmektedir.

"Bu gibi SK'e saldırılardan hepimiz üzüntü duyuyorduk. Kontgerilla dedikleri ise 1952 yılında kurulmuş "Özel Harp Dairesi" teşkilatıydı. Düşman işgali karşısında yürütülecek gayri nizami harple iştigal eden bir kuruluştu. Kontrgerilla tabiri sonradan uydurulmuş bir tabir olup
Silahlı Kuvvetleri yıpratmak için ele alınmıştır. Maalesef bu maksatlı beyanlara ve yazılanlara Ecevit ve hükümetinde inanmış görünüyordu.
(63)

Demirel ve Sıkıyönetim:

Sıkıyönetim eşgüdüm bakanlığı sıkıyönetim komutanları arasında koordinasyonu sağlamak amacı ile Başbakana bağlı kuruldu.

Demirel, Maraş olayları patlak vermeden yaklaşık bir yıl önce, Ecevit'in sıkıyönetim ilan etmeden anarşiyi çözemeyeceğini ileri sürerken, MHP her fırsatta ısrarlı bir sıkıyönetim ilanı isteklisi ve takipçisi olmuştur. Demirel ise CHP hükümetini sıkıyönetimi geç ilan ettiği için sıkıyönetimin caydırıcılık niteliğini kaybettiğine inanmaktadır. "Zaten CHP: Türkiye'yi sıkıyönetimsiz idare edemez, bütün devirlere baskın, hep sıkıyönetim vardır. Yani CHP sıkıyönetim demektir!(64)

Sakallıoğluna göre Demirel'in bu kuruma karşı bakış açısı gerçeklikten uzaktır. Bu savı desteklemek için Kenan Evrenin bir konuşmasını ileri sürer. "Demirel ile Alparslan Türkeş, kurula bu eşgüdüm bakanlığının anayasaya aykırı olduğunu beyan ettiler. Bu başkanlığın Anayasaya aykırı olmadığını onlarda biliyordu. 1971 sıkıyönetim döneminde de uygulanmıştı. 1979 senesi sonunda Ecevit hükümetten ayrılıp Demirel hükümeti kurulduktan sonra da bu başkanlık görevine devam etti. Madem anayasaya aykırı idi, neden hükümeti kurunca bu başkanlığı lağvetmedi? Maksat iktidara anarşi konusunda yardımcı olmak değil köstek olmak.(65)

Sakallıoğlu'na göre Demirel, eşgüdüm bakanlığının sıkıyönetimin etkinliğini azalttığını savunarak CHP'ye saldırdıkça komutanlar bu saldırıyı SK'leri CHP'nin ve onun desteklediği sol ideolojilerin emrine girip tarafsızlığını yitirdiği suçlaması biçiminde algılanmış ve kendilerince müdahalenin sağlıklı bir biçimde gerçekleşmesinin ana koşulu olan "tarafsızlık" ve "partiler üstülük" konumlarının tehlikeye düştüğü sanısına kapılarak tepki göstermeye başladığını belirtir.(66)

Demirel, CHP'ye yani hükümete bağlı olan eşgüdüm dairesine bile "siz askerleri gütmek mi istiyorsunuz" tarzında askerlerin işlerine sivil hükümetin karışmama anlayışının yerleşmesine katkıda bulunacak strateji izlemiştir.(67)
Sakallıoğluna göre Demirel'in 1977 sonrası izlediği siyasetin ana eksenini, CHP yi Ordunun gözünden düşürmeyi amaçladığını, Orduyu darbe doğrultusunda harekete geçirmeyi gibi bir yol takip etmediğini belirtmektedir. Demirel CHP'nin içinde bulunduğu siyasal koşulları gidişatını hayra yormamakta bu siyasal koşulların bir şekilde Şili'de meydana gelen dramatik olaylarıyla sonuçlanacağı kanısındadır."bunların gidişi Ailende gidişi. Allende de Şili 'yi aynen böyle idare etti. Mao'nun, Castro'nun durduğu kapı önünde bizde duruyoruz. Acaba kapıyı kırmadan tokmağı çevirerek içeri girebilir mi, bunu bekliyoruz... Bunlar ne yapmak istiyor, rejimi tahribe mi çalışıyor?" demektedir.(68)

Sakallıoğlu, Demirelin Ordu ilişkilerinin niteliğinin belirlenmesinde konuya ışık tutması açısından askeri Kurumların rolü önemli bir İşleve sahip olduğunu belirtmektedir. Demirel, MGK'u Hükümet temsilcisi bakanların çoğunluğa sahip olmalarına rağmen ve kurulun hükümeti Milli Güvenlikle ilgili olarak alacağı kararlarda yalnızca "tavsiye" yolu ile etkileyebilmesine rağmen bu kurulu önemsediğini, hatta icranın karar ve uygulamalarına eleştiri yolu ile sekte vurmasını engellemek için MGK'na örneğin anarşiye karşı ortak çözüm üretmeleri gibi çok önemli bir karar ortağı konumunun sağlanmasını istemektedir.

Demirel'in 12 Kasım 1979'da Başbakan oluşunun ardından 16 Ağustos 1979 toplanan MGK'nun yayınladığı bildiri, Birand'a göre bu şekilde Demirel'e cephe alışı "terör ile mücadeledeki şaşkınlık ve kararsızlığın bir işareti olarak algılanabilir" demektedir.(69)

21 Kasım 1979 ve 23 Ocak 1980'de gelen bildiriler ile bütün anayasal kuruluşların ve vatandaşların "Cumhuriyet ve Atatürk İlkeleri doğrultusunda Devletin yanında yer almaları zorunluluğu "yani destek arayışı gündeme gelmiştir.

MGK ve iktidar ilişkilerine bakıldığında kurulun almış olduğu kararlar arasında çelişkiler taşıdığı görülebilir. Kurul 22 Ekim 1979'da alınan önlemler başarılı derken 12 Kasım 1979'da anarşinin çok büyük boyutlara vardığından bahsetmektedir. Sakallıoğlu, Demirelin MGK'u sivil yönetimleri askeri badireden korumak için hem bir kalkan hem de muhtemelen bir müdahale karşısında istihbarat odağı olarak kullanmak ve MGK'ya ait kararlara, yani eğer bir suç varsa ona ortak ederek müidahele projesini imkansız kılma amacını güttüğünü belirtir.(70)

Sakallıoğluna göre Demirelin, muhalefette iken ise CHP Ordu ilişkisinden kaygı duyduğu için askeri CHP aleyhine siyasallaştırma kampanyasında MGK'u teşvik edici bir siyasal çizgiyi benimsediğini belirtir.(71)

Demirel 21 Şubat 1979'da Cumhurbaşkanı Korutürk'e yazdığı mektupta, 20 Aralık 1978'de Kahramanmaraş olaylarının ardında CHP hükümetinin ilan ettiği sıkıyönetimi ilan edilmeden önce MGK'a getirilmesini ve onun tavsiye kararına dayanmaması nedeniyle eleştirilen, MGK'nın görev yapmasının engellendiğini öne sürmüştür. "Devleti koruyan organ MGK'u ne güne duruyor? Bugün lazım olmayacakta ne zaman lazım olacak? Bunca olup bitenler karşısında hükümete hangi tavsiyelerde bulunmuştur. Savunmamışsa ne zaman bulunacaktır? Bulunmuşsa hükümet bunlara ne yapmıştır?" (72)

Sakallıoğlu, Demirelin MGK'na ilişkin takındığı tavır ve benimsediği parti politikası açısından, askerin siyasal güç dengesi içinde zaten var olan konum ve rolünü daha da abartarak Siyasal belirleyiciliğine katkıda bulunduğunu belirtmektedir.(73)

Demirel, DGM'nin kurulmasına ilişkin yasa tasarısının ısrarlı bir takipçisi ve savunucusu olmuştur. 1976'da "DGM kurulmazsa anayasanın bu emri yerine gelmemiş olur. Anayasa bir bütündür. Onun 156.maddesini beğenmeyenler varsa, kati çoğunluk bulurlar gelirler değiştirirler" (74) diyen Demirel 1979 da Mecliste yaptığı konuşma da aynı ergümam tekrarlayarak DGM'nin kurulmasının bir zorunlu anayasal ilke olduğunu tekrarlar."Bu Anayasa 'nın 136.maddesi var. "devlet güvenliğini ilgilendiren suçlara bakmakla görevli DGM kurulur. " kurulabilir demiyor. Halk Partisi isterse kurulur demiyor. Nerede bu mahkeme, mahkeme nerede? Anayasanın ihlali içindesiniz. Bunları size bir gün sorarlar (75)

Sakallıoğlu'na göre Demirel, Sıkıyönetim Komutanlarının yetkilerini artıran Olağanüstü Hal Yasasına da destek vermiştir. "Her defasında silahlı kuvvetlerin mütemadiyen taliminden, terbiyesinden uzaklaştırarak, mütemadiyen sokaklara sürerek bunları başka şekilde meşgul edeceğimize, bu hizmetleri yine gerektiği zaman devlet adına zor kullanan silahlı kuvvetlerimizin
şemsiyesi altında bunu sivil idareye gönderelim diyoruz. Bir fevkalade hal kanunu çıkaralım diyoruz.(76)

Sakallıoğluna göre Demirel, CHP'yi tek hem parti yönetiminin mirasını sürdürmekle yani Ordu ile arasındaki simbiyotik bağlı siyasal yaşamı sıkıyönetimle düzenleme amacına yönelik olarak kullanmakla suçlamaktadır. Ama aynı zamanda sıkıyönetime başvurmakta geciktiğinden söz etmektedir. Bu durumu Sakallıoğlu, Sivil yönetimlerin yetki şemsiyesinin asker kesimi de bir türlü tam anlamıyla içine alınamamasının acısını çekmiş bir lider olan Demirel'in eşgüdüm bakanlığına polemiksel saldırısını tutarsızlığın örneği olarak değerlendirmektedir.(77)

Ancak Demirel'in bu çizgisi 26 Aralık 1978'de sıkıyönetim ilanının hemen sonrasından başlayarak sıkıyönetim uygulanışına ilişkin tavrı çok olumsuzdur. Sakallıoğluna göre bu olumsuzluğun iki nedeni vardır:(78)

l.Demirelin Başbakanlığa bağlı Eşgüdüm Başkanlığına ilişkin rahatsızlığıdır. Aslında Eşgüdüm Başkanlığı işlerliğini koruyamamış, asıl yetki yine Genel Kurmay Başkanlığında kurulan Sıkıyönetim Askeri Hizmetler Askeri Koordinasyon Başkanlığında kalmıştır. İkisi arasındaki bağlantıyı sağlamakla bir irtibat subayı görevlendirilmiştir. Demirel'in tedirginliği 21 Şubat 1979'da Fahri Korutürk'e yazdığı mektupta da ifade edildiği gibi sıkıyönetim komutanlarının başta bölücülük olmak üzere yaşamsal bazı konularla uğraşmak yetkilerinin olmayışı üzerinde yoğunlaşmaktadır. "Sıkıyönetimin ilan gerekçesini anayasadaki "vatan ve Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli kalkışmanın ve vaya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten ve dıştan tehlikeyi düşünen yaygın şiddet hareketleri ibaresinin yer alması bu tereddütlere sebep olmuştur. Bu durum sıkıyönetim komutanlarının elini kolunu bağlamış ve cereyan eden olay ile, ona karşı alman çareyi uyumlu olmaktan çıkarmıştır.

Demirel, 1979'da sıkıyönetimin 2 ay daha uzatılması konusu gündeme geldiğinde, sıkıyönetimin bölücülükle uğraşması sağlanamazsa, bu hükümetin eline sıkıyönetim vermenin gereği olmayacağını ve bu nedenle uzatma teklifine partisinin grup olarak red oyu vereceğini gündeme getirmiştir. Sakallıoğlu, Demirel'in böylece sıkıyönetim yetkisinin bir alanda daha genişletilmesini ve silah kaçakçılığı ile de uğraşmasının sağlanmasını istediğini ve özellikle AP'nin 12 Kasım 1979'da kurduğu MHP ve MSP'nin dışarıdan destekledikleri son hükümeti sırasında çok dile getirir olduğunu belirtmektedir. "Eksikler var eksikler... Tatbikatçılar diyor ki, mesela: bugün silah kaçakçılığı ile sıkıyönetim meşgul olamaz. Sıkıyönetim kanunu kapsamına girmiyor. Halbuki silah kaçakçılığı bu
işin belkemiği, silah kaçakçılığı geldiği zaman, "bunu sicil mahkemelere gönderin" diyor., gelin sıkıyönetim komutanlarının görevlerini ve yetkilerini yeni baştan bir ayarlayalım (79)

Sakallıoğlu, Demirelin bu politikalara ek olarak Terör suçlarında yargı mekanizmasının daha etkin ve hızlı çalıştırılması için DGM'nin kurulmasını ve olağanüstü hal yasasının çıkarılmasını da tavsiye ettiğini belirtmektedir.(80)

Ancak Sakallıoğlu 1979 sonlarına doğru Demirel'in bu karşılılıklı dengeleri gözeten politikalarının Ordu içerisinde hiç de tasvip edilmediğinin bir işareti olarak 4 Aralık 1979 sıkıyönetim koordinasyon kurulu toplantısından başlayarak sıkıyönetim mahkeme süre ve yetkilerinin genişletilmesi, radyo ve TV'de sansür uygulanması işlemleri,gibi konularda ilişkide giderek artacak olan bozulmanın ilk habercileri olduğunu belirtmektedir. Buna karşın Demirel'in tavrı Ordu ile işbirliğine hazır ve olumlu bir tavır sergiler. Gözaltına alınma süresinin 15 günden 30 güne çıkarılması gibi anayasa değişikliği gerektiren hususlar bir yana SK'ın talepleri basına açıklanır.Bu açıklamalardan Türk Silahlı Kuvvetlerinin istediği yapısal değişiklikler şunlardır. 1. Türk Silahlı Kuvvetlerinin ilgili yasaları çıkarılması. 2.Sıkıyönetimin kalkmasını sağlayacak ortamın hazırlanması ve DGM'nin kurulması vb. 19 Şubat 1980'de bu yasalar çıkarılır, ancak komutanların "yeni" sıfatıyla talep ettikleri ek önlemlere Demirel, meclis çoğunluğu yetmeyeceği gerekçesini belirterek karşı çıkmıştır, "öyle istekleriniz var ki bu rejim içinde yapılamaz, İstiklal mahkemesi dönemine, Tunceli Kanunları dönemine girilemez. Hukuk için ne gerekirse, Anayasanın içinde kalmak üzere yaparım. Bazı şeyler var ki bu anayasayı değiştirseniz dahi benden isteyemezsiniz. Zira yapamam. Yapabileceklerimi ise yaparım" (81)

Sakallıoğluna göre Demirel'in kendince mümkün olmayan yasaların dışında kalan hususlar hariç kendisinin de mutabık kaldığı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulması, Olağanüstü Hal ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasalarının çıkarılmasından ve bazı maddelerinin değiştirilmesinden yana olduğunu ancak Meclis çoğunluğu buna elvermediğini Evren'in anılarında da bu hususu teyid ettiğini belirtecek açıklamalar olduğunu belirtmektedir.'yapmayı elbette istiyordu, kim istemezdi ki, lakin istemekle yapmak ayrı ayrı şeylerdi"(82)

Demirel'le asker ilişkisini 27 Aralık 1979 Korutürk'e sunulan muhtıra bozmuştur. Bu muhtıranın sivil iktidarın otoritesinin dışına çıkışı olarak yorumlanabileceğini bu nedenle komutanları
niye emekliye sevk etmediğine ilişkin olarak: yapılan değerlendirmelere Demirel'in yanıtı "Emekliye ayırmayı düşünmedim değil düşündüm. Ancak o aşamada bir müdahaleye niyetli oldukları izlenimini vermediler veya vermemeye özen gösterdiler. Cumhurbaşkanı ise günlerini sayıyor ve hiçbir şekilde karışmak istemiyordu. Cumhurbaşkanı ile yola çıkamazdım. Ecevit'e hiç güvenmiyordum. MHP ile 1979 14 ekim seçim öncesinde açıkça müdahale isteyen müdahale bildirileri yayınlamışlardı. Nihayet mektup komuta zincirinde geliyordu. Yani önceden temaslarını yaptıkları anlaşılıyordu. Bu nedenle zaman kazanmaktan duyarlı oldukları noktada destek vermekte başka çarem yoktu. Ardından erken seçime gidip ülkeyi düzlüğe çıkarabileceğimi düşünmüştüm. " şeklindedir.(83)

Demirel 1979 yılında ülkenin "huzur arayan, güven arayan, kanun nizam-hükümeti arayan bir ülke" olarak tanımlar (84)

Nitekim 1979'da azınlık hükümetini kurduğu zaman ki Ordu üst kademesi ile yaptığı toplantıda herşeyin kanuna uygun olarak düzenlenmesinden yanadır. Rejim içinde çare aranması gerektiğini belirtmekteydi. "Ne isterseniz isteyin kanun, kanun, her türlü silah ve para hemen, gerekli gördüğünüz tayin ve nakil hemen, kanundışı iş beklemiyoruz. Demokrasinin içinde kalarak bizden tedbir isteyin dersim olayları beklemiyoruz. Vatandaşın can ve mal güvenliği sağlanmalıdır. Ancak bu insan hakları beyannamesinde yer alan diğer hakların özüne dokunulmadan yapılmalıdır. Bizden takriri sükun kanunu istemeyiniz de ne isterseniz isteyiniz, demektedir. (85)

Demirel'e göre Darbeler kişisel sorun değildir. "Vatandaşın can ve mal güvenliği, rejim kişisel sorunumuz değildir. Müdahale sorunu devlet ve millet sorunudur. Faturayı da millet ödeyecektir. "

Demirel Ordunun müdahaleye doğru gittiğini anlaması üzerine tavırlarında değişim olmuş, kendisinin samimiyetle inandığı 1402 sayılı yasada yapılmasını gerekli gördüğü değişikliklere bile sıcak bakmamaktadır. Bu konuda İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Necdet Uruğ ile yaptığı görüşmede Ordunun yeni yetki istemesinin gerekçesini anlayamadığını belirtmektedir. "Güvenlik Kuvvetlerinin elinin kolunun bağlı olduğunu kabul etmiyorum. Cinayet tertipçilerini ve canileri yakalamaya mani,
kanun hükümleri mi var? Ne istediyseniz yaptık. Mevcut yetkileri kullanınız. Yetki istediniz verdik. Şimdi yeni yetkiden bahsediyorsunuz" demektedir. (86)

Sakallıoğlu, Demirelin Ordunun niyetinin bozuk olduğunu, bir müdahaleye doğru gidildiğini sonradan açıkça ifade etmese bile sezdiğini düşünmektedir. Demirel Ordunun siyasal şiddete karşı mücadelede başarılı olamadığını ve ancak "yıpranmış gibi" inandırıcı olmayan bir nedenden dolayı bu mücadeleden vazgeçilemeyeceğine ilişkin vurguya önem vermiştir. Buna karşın SK' 1er Sıkıyönetimin terörü önlemedeki başarısızlığını istedikleri yasaları siyasi iktidarın çıkarmamasına bağlamaktadır. Bu ise askerlere göre muhtemel bir müdahalenin arefesinde yıpranan bir Ordu ile meşruiyet sağlamanın gerekçesi olmuştur.(87)

Sakallıoğluna göre MHP bile 78'lerdeki sıkıyönetim yanlısı tutumunu, Sıkıyönetimin SK'i yıprattığı gerekçesiyle karşı çıkmaya başlamıştır. Ayrıca o dönemde SK'in asli görevinin iç tehdit(terör) uğraşmak olmadığını, bunun olsa olsa tali bir görev olduğuna ilişkin yoğun tartışmalar vardır. Onlara göre Ordunun asli görevi sadece dıştan gelen tehlikelere göre vazife yapmak değildir. Demirel de Ordunun sıkıyönetim aracılığıyla terörü önleme çalışması da asli görevden sayılması gerektiğini belirtmektedir."3. Ordunun asli görevine dönmesi meselesi... aslında Ordunun bugün yaptığı görevde asli görevdir, çünkü iç hizmet talimatına göre Ordunun asli görevi iç ve dış tehlikelere karşı ülkeyi korumak ve kollamaktır. Gelen tehlike dıştan tehlike gelmesini beklemeye hacet bırakıyorsa, o zaman asli görev kalmaz ki orta yerde (88)

Demirelin İçişleri bakanı Orhan Eren'de yıpranma konusunun asayişi sağlayamama nedeni olarak bir koz gibi kullanılmasını engellemek isteyen görüşü benimseyip ifade etmektedir."Bir arkadaşım da Ordunun asıl görevi bu değildir, demek istedi. Eğer bundan başarıyla çıkmazsak, Ordu neyi bekleyecektir? Ortada bir devlet, bir Cumhuriyet kalmayacağına göre, Ordunun yapacağı bir vazife kalmayacaktır, "demektedir. (89)

Demirel Ordunun anarşi ile mücadelesinde yıpranacağı endişesiyle mücadele etmekten vazgeçilmesini kabul edilemez görmektedir.22 Haziran 1980'de 1. Ordu komutanı Necdet URUĞ'a karşı yine Ordunun inandırıcı olmayan yıpranma" nedeniyle komünizmle mücadeleden vazgeçilemeyeceğini şöyle belirtir:

"Sayın Komutan, büyük tirajlı basın sizin yanınızdadır. Hiçbir devirde matbuat, bugünkü kadar sıkı yönetimin yanında olmadı. Hangi Üniversite size karşı .Hiç bir devirde devlet, hükümet
ve kamuoyu, Sıkıyönetimin bugünkü kadar yanında olmadı. Entellektüel çevrenin Türkiye 'de bugünkü kadar sıkıyönetimin yanında olduğu görülmüş değildir. Bu durumda yıpranıyoruz diyemezsiniz.(90)

Sakallıoğluna göre Demirelin, kendi iktidarının asayişi sağlamadaki başarısızlığını ve Nihat Özer gibi bir Sıkıyönetim Komutanının MHP'ye karşı harekete geçen varlığı, ona muhtemel bir darbenin ona ve partisine fatura çıkaramayacağını hesapladığını, bunun için komutanlarla açıkça ters düşmemek içinse "zaman kazanma stratejisini benimsediğini belirtmektedir. Bu konuya çarpıcı bir örnek olarak, Türk ekonomisinde radikal bir serbest piyasaya dönüşümü ifade eden 24 Ocak 1980 kararlarını almadan Önce ve sonra Başbakanlık Müsteşarı tarafından verilen brifingi verir. Bu Brifingi değerlendiren Orhan Erkanlı'ya göre bu brifingin iki yönlü etkisi olmuştur. 1. Demirelin SK'in devlet yönetimindeki ağırlığını kabul etmek zorunda kalması, 2. Turgut ÖZAL'ın askerler tarafından tanınmasıdır. Demirel böylece meclislerde bulamadığı desteği, manevi gücü Ordu'da bulmaya çalışıyordu. (91)

Ordunun giderek sivil iktidara karşı artan yükselişini belirleyen temel kriterlerden biri de özerkleşme yönündeki girişimleridir.Mehmet Ali Birand, SK'in sivil otoriteye karşı anlamlı çıkışında biri olarak 23 Şubat 1980 714 nolu Türk hükümetinin aldığı,Ege denizinin iki ülke tarafından eşit biçimde kullanılacağını sembolize eden 714 nolu nota'nın Genel Kurmayın kaldırılması girişimi olarak belirtir.

Demirel ise Nota'nın kaldırılışının kendi kontrolü altında olduğunu ve öneminin abartıldığını düşünmektedir.'Notam denen şeyin Türkiye'ye bir faydası olmadığı görülmüştür. 13 Şubat günü daha buraya kimse gelmeden, 13 Şubat günü devletin yüksek görevlileri toplanmış ve Türkiye 'ye ne getirmiş bu nota 'nın hiç. Bir hiçin peşinde nereye gidiyoruz? Ne gereği var (92)

Ordunun giderek iktidara karşı özerk bir tavır içerisine girişi Kenan Evren'in anılarında daha açık olarak dile getirilmiştir. Kenan Evren, Bir Sıkıyönetim Komutanının yerinin değiştirilmesini öneren Demirel'e nasıl sert bir karşılık verdiğini şöyle dile getirmektedir."Güneydoğu Anadolu'daki bölücü ve Anarşi olaylardan bahsediyor, bunun bir türlü önlenemediğini şikayet ediyordu. Maksadını anlamıştım. Diyarbakırdaki 7. Kolordu ve Sıkıyönetim komutanının değiştirilmesini dolaylı olarak istiyordu. Kendisine sıkıyönetim komutanının bu hususta bir ihmali ve kusuru olmadığını bu
bakımdan görevinden alınmasını düşünmediğimi söyledim. Bu konu üzerinde fazla durmayarak değiştirdi. (93),

Sakallıoğluna göre yükselen özerkliğin en doğal nedeni bunalım koşullan, zayıf iktidarlar ve bu iki değişmez kesimin cisimsel belirtisi olarak felce uğrayan devlet olgusu olarak sıralar. Ve Demirelin de iktidarının varoluş koşullarının çok zorlaştığının farkında olduğunu belirtir. "Bugün Türkiye dahi düşünecek durumda değildi. Yarından sonrası hiç bugünü düşünmeye ve bugünün çarelerini bulmaya mecburdu. (94)

Sakallıoğluna göre Anarşi ve devlet kurumlarının felce uğramasının boyutları önemli olmakla beraber bunların Ordunun sivil siyasi otorite karşısındaki konumunun daha da özerkleşmesine ve darbe kararının alınmasına yaptıkları katkısına ek olarak, kamuoyunda aşağıdaki gelişmelerinde değerlendirilmesi halinde daha iyi anlam kazanacağını belirtmektedir.

1. AP-CHP geniş tabanlı hükümetinin kurulamaması

2. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kilitlenişidir.

3. Sivillerin askere öz güvenini sağlayıcı etkileridir.(95)

1-AP-CHP koalisyonu işbirliği ve diyalogun gerçekleşmemesi sorunu.

27 Aralık 1979 muhtırasının verdiği darbe korkusu CHP'nin ortak hükümet kurma talebine Demirel olumlu bir cevap vermemiştir. Dönemin en önemli olgusu hem AP'de hemde CHP ağırlığı olan tek husus mecliste sağlanacak sayısal üstünlüktür. Sakalhoğluna göre Demirel ise başından beri milli iradeyi yansıtmayan AP-CHP koalisyonunu milli demokrasiyi değil Ordu iradesini yansıttığını belirtmektedir. Böylece hem CHP'ye hem de Ordu üst kademelerinin manipulasyon gücüne de tepki duyduğunu gösterme fırsatı buluyordu.Onun için Demirel koalisyondan ziyade erken seçim istemektedir.(96)

Demirel, ülkenin temel sorunu olan iç güvenlik konusunda dahi CHP ile bir araya gelmesinin muhtemel bir darbeyi önleyemeyeceğini düşünmektedir. "îşte Halk Partisi geldi yapamadı AP geldi, o da yapamadı ikisi bir oldular onlarda yapamadı deyip müdahaleye gerekçe verdik. (97)

Demirel, anarşinin sıkıyönetim yoluyla önlenmesi konusu ile AP-CHP koalisyonu uzlaşma sağlanamaması konusu arasında bağ kurmanın anlamsız olduğunu esasen bu bunalımın koşullarının bu şekilde tırmandırılmasında darbe yapıcıların darbe yapma koşullarının meşruiyetini sağlama belirmektedir. "AP-CHP koalisyonun olmayışı, sayın Evren 'in hangi işine mani idi, Yani kendisi anarşiyi bastırmak istedi de böyle bir koalisyonun olmayışı mı buna mani oldu? Hükümet sıkıyönetim önüne hangi engeli koydu da onun için sıkıyönetim başarılı olamadı. Bizim İnancımıza göre böyle bir koalisyonun darbeyi önleme şansı sadece sayın Evren 'i Cumhurbaşkanlığına getirmesine bağlı idi"(98)

2-Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kilitlenmesi

Sakallıoğluna göre 6 nisan 1980 görev süresi dolan Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ü yerine yeni bir Cumhurbaşkanı seçilememesinin de müdahaleyi kolaylaştırdığını, Ecevit'e göre Demirelle birlikte bir cumhurbaşkanının seçiminin muhtemel bir müdahaleyi engelleyeceğini düşünmektedir."(99)

Sakallıoğluna göre Demirel Ordunun sivil denetime tabi olmamasını gerçeğini bildiğinden Korutürk'ün görevden ayrılmasıyla yerine Çağlayangil'in vekaleti CHP ile uzlaşarak oluşturulan bîr isimden daha uygundu. Böylece bu ara boşluktan yararlanarak Cumhurbaşkanının yetkilerini artıran ve doğrudan seçimle işbaşına getirilmesini öngören değişiklik önerilerini attı. Böylece seçime giden bir parlamentonun varlığının darbe yapılmasının meşruiyetini engelleyeceğini hesaplamaktaydı. Hatta Evren bile Demirel'in bu aşamada bir seçime gitmesinde Demirel'in kazançlı çıkacağını belirtmektedir. "Eğer teklifi kabul edilirde Cumhurbaşkanlığı seçimi için halka gidilirse nasıl olsa kendisinin göstereceği aday rahatlıkla seçilecektir. Manzara onu göstermektedir. Hatta kendisini de aday göstermesi mümkündür, görüldüğü gibi ustaca oynanmış bir oyundur" (100)

Böylece Demirel erken seçim sonucu ile birleştirilmiş bir anayasa değişikliği ile o günü değil geleceği de garanti altına almaya çalışmakta ve Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı seçimlerine askeri artık hiç bir biçimde karıştırmama projesini yürürlüğe koymaktadır, Kenan Evren'in anılarında iki emekli orgeneral (AP'nin adayı Faik TÜRÜN ve CHP adayı Muhsin BATUR'un Cumhurbaşkanlığına aday olarak konmalarını "garip" bulan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin daha doğrusu seçilememe turlarının ülkeyi bir belirsizliğe adım adım götürdüğünü yazmaktadır.(101)

3-Sivil müttefikler:

Demirel bozulan güç dengelerinin bir takım sivil kişiler tarafından Orduyu müdahale öncesinde daha bir teşvik ettiğini düşünür. "Askerler kendi başlarına bir şey yapamaz, Onlar
kendiliklerinden orta yere çıkmazlar, onları tahrik eden sivil kadrolar vardır. 12 Martta vardır, 12 Eylül 'de vardır. Bu sivil kadrolar genellikle bu işi meslek edinmişlerdir. Bildikleri bir çare varsa orta yere koymak ve sorunları çözmek için partilere girip çaba göstermek yerine askere gidip, "paşam memleket batıyor, daha ne duruyorsunuz? demeyi meslek edinmişlerdir"(102)

Sakallıoğlu'na göre bu konuda Başbakan Yardımcısı Orhan Eyuboğlu ve Adalet Bakanı Mehmet Can Ordu ile ilişkilerindeki davranışları hakkında CHP lideri Ecevit' in gözlemlerini örnek olarak vermektedir. "Eyuboğlu ve Mehmet Can hemen her eşgüdüm toplantısında devlet batıyor, elden gidiyor diye yakınmalar yaparlardı. Bir iki kez bu iki arkadaşıma "bu tür konuşmaları lütfen askerlerin yanında yapmayınız. Biz aramızda konuşup toplantılara gidelim" dememe karşın Eyuboğlu ile Can bu tutumlarını sürdürdüler, demektedir(103)

Bu durum toplantılar hakkında izlenimlerini aktaran gazeteci Arcayürek'in de ilgisini çekmiştir. "Eşgüdüm toplantılarına katılan bakanların dikkatini özellikle Eyuboğlu ve Can çekiyordu. Toplantılarda sürekli olarak - askerlerden gelmesi beklenen yakınmalar - bu iki bakandan geliyordu. Toplantılara çay içmek için ara verildiğinde bu ikisi askerlerle söyleşiler yapıyorlar, ayrı bir köşeye çekilerek "özel" bir anlayış içinde görüştüklerini" belirtiyor.(104)

Sakallıoğluna göre müdahale sürecine sivil katkılardan Bir başka strateji ise ait olunan hükümetten büyük yankılar uyandırarak istifa etmek ve bunu yapmadan önce yüksek komutanlara danışmak olmuştur. Örnek olarak Ecevit hükümetinden istifa eden Başbakan Yardımcısı Turhan Feyzioğlu komutanlarla ilişkisini sıcak tutmanın ödülünü 12 Eylül sonrasında Başbakanlık için ilk düşünülen kişi olmakla aldığını belirtmektedir.(105)

Sakallıoğlu, yetki ve gücünü sivil iktidarların çizdiği bir düzende ona hesap verme ve güvenme yerine sivil iktidarın denetimi altında olması gereken askeri hiyerarşiye danışması hesap vermesi ve güvenmesi şeklinde ortaya çıkan bu durumlar "Başbakanın Ordu ile Cumhuriyet tarihinde görülmedik bir şekilde uyum olduğunu belirtmesi" kadar çarpıcı bir nokta olduğunu belirtir.(106)

Sakallıoğluna göre 6 Nisan 1980 başlayan yeni Cumhurbaşkanı seçimi turlarında Demirel bu sürece askerlerin karışmasını yönlendirmesini engellemek için CHP ile ortak bir aday yerine AP'li Çağlayangil'in vekaletinin sürmesini yeğlediğini belirtir.Bu durumun nedenlerini ise şöyle açıklar.

Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün seçilmesinde Ordu tarafından empoze edilen Faruk Gürler'in seçilmemesi için CHP ile ortak uzlaşmaya varması Cumhurbaşkanı ile komünizm tehdidi karşısında ortak noktaları olduğunu ortaya çıkarmışsa da Cumhurbaşkanının Orduyu kontrol süreçlerinde etkisiz bir konuma yükselmesi karşısında yeni adayın ortak bir uzlaşma içinde seçilmesinden ziyade seçilecek Cumhurbaşkanının dünya görüşü itibari ile AP'e yakın olmasının daha tercih edileceğini belirtir.(107)

Sakallıoğluna göre Demirel, konuşmalarında hep hükümet-devlet ayırımını yapar, dolayısıyla devletin en büyük başı olan Cumhurbaşkanının acz içinde olması düşünülemez. Ona göre Cumhurbaşkanının asker kökenli olup olmaması önemli değildir. Önemli olan AP'e yakın olmasıdır. Ona göre Ordu bu duruma alışmalıdır da. Zira Ordu Korutürk'e mesafeli ilişkilerine ve yer yer ters düşen vizyonuna rağmen 7 yıl birlikte yaşayabilmiştir. Sakallıoğlu'na göre bu nedenle rejimin niteliğini ilgilendiren "Komünizm" ve "Bölücülük" diye ifade edilen "Kürtçülük" konuları gibi asgari konuların dışında olması kaydıyla komutanlarla ters düşebilen AP'li bir politikacının da pekala Cumhurbaşkanlığı yapabileceği düşüncesine götürmesinin doğal olduğunu, bu nedenle Demirel'in Cumhurbaşkanının kişilik, rol, işlev ve seçim yöntemine ilişkin yeni bir düşünsel çerçeve geliştiriyor oluşu, seçim turlarının uzayıp gitmesini ve akabinde askerlerin 12 Eylül müdahalesini gerektiren meşrulaştırma nedenlerinden birisini oluşturduğunu belirtir.(108)

Demirel'in sivil iradeyi güçlendiren kurum olarak emniyet teşkilatına ve Ordu'ya yaklaşımı:

Arcayürek'e göre Demirelin "Demokratik Cumhuriyeti" korumada Ordunun üzerine düşeni sıkıyönetim yoluyla yapmasından ziyade polis ile yani emniyet kuvvetleri bastıracağını tercih edeceğini belirtir.(109) Bunda Demirelin deneylerin verdiği bir ders olan "Gelirlerse gitmezler" kuralına dayandırdığı açıktır. "Orduyu 'İlla ki Olduğun Yerden Çık, müdahale et diye kışkırtıyorlar bütün bu olayları polis ile bastıracağını" demektedir. Sakallıoğluna göre iç meselelerde SK'nin emniyet
teşkilatı gibi kullanılması düşüncesinin temelinde, Devletin "Demokratik Otorite"sini artırıp askeri otoriteye bel bağlamayacağı düşüncesinin önemli payı olduğunu söylemektedir. (110)

"SK 'nin isyanlar hariç iç güvenliği sağlamakta kullanılmasının yanlış olduğunu burada da görüyoruz. Devlet bütün bu olup bitenlerden bir şeyler öğrenmelidir. İç güvenlik meselelerinde iyi yetişmiş polis ve kolluk kuvvetleri sorunun çözümüdür. Asker caydırıcı güç olarak muhafaza edilmeli ve çok büyük zaruret olmadıkça kullanılmamalıdır. İyi eğitilmiş ve cihazlandınlmış polis teşkilatı, Türkiye 'de gelecekteki müdahalelere çok büyük engel teşkil edecektir(111)

Ancak Demirel'in emniyeti güçlendirme ve reform yapma düşüncesi, uygulama şansı bulamamıştır.Bir yandan Demirel ve AP kurmayları Sıkıyönetim ilan edilince Polis ve Jandarmanın Sıkıyönetim Komutanlarının emrine girdiğini, olayları engelleme de gösterilen ve Polisin performansını da kapsayan büyük başarısızlığın tümüyle Sıkıyönetim makamlarına ve onları askeri yönden sorumlu oldukları Genel Kurmay Başkanına ait olduğunu tek ve değişmez bir tez olarak savunurken, öte yanda komutanlar (Evrenin anılarında da görüldüğü gibi) Polisin ve İstihbarat gücünün yetersizliğini bu başarısızlığın belli başlı gerekçesi sayarak gelmiş geçmiş iktidarlara suç payı çıkarmaktadırlar.(112)

Abdullah Uraz'a göre Demirel'in bir özelliği de tavizci olmaması, telifçi oluşudur.(113)

Abdullah Uraz, Demireli siyaset sahasında tamamen silmek için çalışmalar yapılmak istendiğini belirtmektedir. Ancak yine de Demirel'in gücünden istifade etmek istiyorlar ve Bülent Ulusu'nun (Kendilerinin eski Kuvvet Komutam) 12 Eylül Dönemi Başbakanının kuracağı partiye devlet Partisine Kore usulü partiye Demirel'den destek isteniyordu. Demirel ise bu teklifi reddetmiştir. 12 Eylül ihtilalcileri ülkede Kore usulü bir rejim düşüncesinde idiler,veya öyle telkinlere sahip çıkmışlardı. Bu maksatla önce Evren daha sonra Ersin Paşalar ve bunu takiben Genelkurmay başkanı Necdet Uruğ paşa Koreye gitmişlerdi. Evren ise Koreyi övüyordu, birisi iktidar birisi bunlara muhalefet vardı. Evren Türkiye'de bunu düşünmekteydi. (114)

Demirel, Evrenin anılarına verdiği cevapta Evrenin kendisi ile SK'i karşı karşıya getirmeyi amaçladığını belirtir. "Ben hem Silahlı Kuvvetlere teşekkür ederim etmişim, hem de sıkıyönetim
görevini yapmamıştır demişim. Sayın Evrenin söylediğimi anlayamamış olması doğaldır. Çünkü aklı fikri hep müdahalededir, ve aklı sıra beni SK lerle karşı karşıya getirmeyi amaçlamaktadır. Ben SK'lerden değil darbe planlayıcısı komuta heyetinden şikayetçiyim. SK'i sıkıyönetimde başarılı kılmayan, bu "komuta heyeti "dir. Nitekim silahlı kuvvetler sayesindedir ki onun caydırıcılığı sayesindedir ki 11 Eylül günü akan kan 13 Eylül günü durmuştur. Herhalde milletde tarihte bu tabloyu ibretle bakmaktadır. "Kan devraldık"diyorsunuz bizde "kan bıraktınız"diyoruz. Yalan mı(115)

Demirel, Polis-Jandarma, Asker üçlüsünün olayları bastırmada gösterdikleri zaafı kasdi bir nedene, komutanların-Ordunun tüm kademelerinin olmasa bile bir müdahele ortamının yaratılmasını bekleme sürecine girmiş olmalarına bağlar.

'12 Eylül 1980'de gerçekleştirilen müdahale, daha Temmuz 1979'da ana rahmine düşmüş cenin 14 ay zarfında binlerce kişinin kanı ile beslenmiş, büyümüş ve 12 Eylül 1980'e gelinmiş. Kafada müdahale fikri varken, mücadele nasıl yapılacaktır ve niye yapılacaktır? Soru budur: 20 aylık sıkıyönetime rağmen 800 bin kişilik Ordu, 120 bin kişilik jandarma, 50 bin kişilik polisi ile Türkiye kan dökülmesini durduramamtş: aksine sıkıyönetimin başlangıcına nazaran, olaylar daha da azmış ve ülke zor bir durumun içine sürüklenmişti. Komplo, kumanda heyetinin işidir. SK'nin nüfuzunu kullanarak müdahale yapılacak ve daha sonra Kenan Evren ve arkadaşları bulunan 4 komutan 9 sene ikbale ermiş olacaklardır. (116)

Demirel ihtilali yapıp Devleti kurtaranların gün gelip milletin başına ayak bağı olacağına ilişkin düşüncelerini dolaylı olarak hikayelerle süsleyerek dile getirdiği Nazlı Ilıcak'a yazdığı mektuplarda anlatır"Buradan (Zincirbozan) tel örgü içine hiçbir yargı kararma dayanmadan kapatılan biz değiliz. Milletin hukukudur. Şayet Zincirbozan olayı varsa başkalarını hedef alan başka Zincirbozanlarda olur. Bu aslında 1960'larda Ankara'nın Eğriboz kasabasına bağlı Mahmutlar köyündeki 'İhtiyar Cennet Ana " adındaki bir köylü kadının ihtilali izah etmeğe gelenlere anlattığı "Dursun Hoca" hikayesine gelir. Cennet anaya diktaya doğru gitmekte olan bir idareyi devirdiklerini, memleketi kurtardıklarını söyleyenlere ihtiyar köylü kadının şöyle bir hikaye anlattığını belirtmektedir. Hikaye şudur:

-İstiklal harbi sırasında köyde erkek, eli silah tutan kimse kalmamış, köye eşkiya musallat olmuş, köylüler eğriboza gidip güçlü kuvvetli adam olan "Dursun Hoca'yı köye imam olarak getirmişler Hoca hem namaz kıldıracak, hem de köyü eşkiyadan koruyacak.

Kısa süre içinde hoca eşkiyayı püskürtmüş. Köy rahatlamış. Ama bu defa hoca köye musallat olmuş. Hoca "Yağ getirin, bal getirin, kuzu getirin, koyun getirin " demiş köylüler de "bizi eşkıyadan kurtardı. Hakkıdır " deyip bir dediğini iki etmezlermiş ama hoca daha ileri gidip işin içine ırz, namus meselesi girince, köylüler oturup "hoca, bizi eşkiyadan kurtarmaya kurtardı ama bu defa da hoca eşkiya oldu cennet ana 1960 methiyesi yapanlara "înşaallah sonunuz Dursun hocaya benzemez" demiş. Mamafih Neticede Cennet Ana kuşkulanmakta haklı çıkmıştır. Karışıklığa not vermemek için not. Tabii ki Türkiye 'yi kurtardık diyenler ile Dursun Hoca 'nın fiiliyatta benzerliği yoktur. Dursun köyü kurtarmıştı. Ama öbürleri kurtarmayı bir bahane olarak kullandılar, batırdılar.(117)

Demirel Abdullah Uraz'la yaptığı telefon görüşmesinde 12 Eylül müdahalesi hakkında onu tasvip etmemekle beraber ona karşı düpedüz bir tavır almanın da anlamsızlığı üzerinde duruyordu. "Yazılarında çok dikkatli olman lazım. Bize yakınlığın dolayısı ile bilhassa biz, 12 eylül 'ü tasvip edemeyiz, edersek buna şike derler. Bu defa idareye el koyanlar, bunun şike olmadığın göstermek için arkadaşlarımızı ezerler. 12 Eylül'ün karşısında da olamayız orta da bir vakıa var. Bugün karşısında olman ne ifade eder? demektedir. (118)

Demirel 1980 sonra Kenan Evren'in "Seçimle gelmiş bir parlemento ve hükümete iktidar devir edilecektir. Bizim memleket, idaresinde gözümüz yoktur. Demokrasiye geçilecektir. Bu asker sözüdür" meyanındaki açıklamasına ilişkin kaygılıdır.

"İşte taahhüdün özü, ülkeyi biz idare edeceğiz. % 92 oy aldık şimdi kurulacak partiler ve onları kuracaklar bizim dediğimiz gibi olacaktır. Milletin seçeceği milletvekilleri bizim verdiğimiz isimler olacaktır. Buna demokrasi denir mi ?. Bunun bir tek adı vardır. Diktatörlük.... İşte taahhüt- işte icraat bunun adına ahde vefa göstermemek derler." (119)

"Polis meselesi bütün komutanlar tarafından dile getirildi. Evet, aslında Türkiye 'nin iyi yetişmiş polisi olsaydı, belki sıkı yönetime hacet kalmazdı. Türkiye 'yi parçalamak için bu işe tahsis edilmiş çeşitli teşkilatların kaynattığı kazan, bugünkü polis teşkilatı ile Türkiye 'yi idare etmenin mümkün olmadığını göstermiştir. Polis teşkilatı görevini yapamadığı için SK'e görev düşmüştür.
Biz istiyoruz ki SK' bu çeşit görevler çok az düşsün. Onun için Olağanüstü Hal Kanunu'nu meydana getirelim diyoruz."(120)

Demirel buna paralel olarak MİT'den şikayeti vardı.MİT'in müdahaleleri önceden bilse de sivil otoriteye haber vermediğinden yakınır. "Genellikle mesela Angola 'da olan hareketleri biz biliriz de Ankara 'da olan hareketleri pek bilemeyiz"demektedir.(121)

Sakallıoğluna göre Ordu nazarında artık Demirel'in erken seçim ve bunun akabinde güçlenerek gelip anarşi olaylarını bastırma hedefi çok önemli değildir. Ancak yine de erken seçime İlişkin taleplerin, meclislerce alınacak kararın ve seçimin kendisinin böyle bir karar alınsa da alınmasa da Ordunun gittikçe artan siyasal belirleyiciliğine karşı simgesel bir çıkış olarak değerlendirir.(122)

Demirel darbe sonrasında bile siyasi mücadelesini devam ettirmiş kimi çevrelerce de rejimin demokratikleşmesi açısından vaızgeçilemez bir merci konumunu sürdürmüştür.Bu durum Abdullah Uraz'ın anılarında dile getirilir. 1982 anayasasından sonra 12 eylülden sonraki siyaset yapma yasağının olduğu dönemlerde Turgut Özal'ın kardeşi Korkut Özal'ın Demirel'e "Rejimi kurtarmak, yeniden kurmak sizin elinizde, sizden başka kimse yok, siyasetin ve siyasilerin hamisi sizsiniz. İsmet Paşa'da yok. Şu anda en güçlü sizsiniz, size güveniyoruz, dediği zaman Demirel gülüyor ve Inşaallah diyor.Abdullah Uraz'a göre O günkü demirel'in rejim ile mücadelesi "Kendisi için bir şey istiyorsa Namerddi" (123)

Abdullah Uraz, Demirel'in Büyük Türkiye Partisi kurulmadan önce İstanbul'a gelerek temaslarda bulunduğunu ve bu arada Bayar ile de görüştüğünü Demirelin Bayar'a 12 Eylül Konsey İdaresinin devlet partisini kurmak istediğini ve güdümlü bir demokrasi düşündüğünü, bunun ise ülke için rejim için hayırlı olamayacağını 1946'ya dönüş olacağını, yeniden o günlere gidilmesine imkan verilmemesi gerektiğini, Başkan olmasını istediğini yazmaktadır.(124)

Ancak bu girişimlere Ordu sıcak bakmamış ve 1980 öncesinin anarşik ortamına zemin hazırlayan zayıf iktidarlı hükümet dönemlerinin temsilcisi durumunda bulunan yasaklı siyasi temsilcilerin bir ayak oyunu olarak değerlendirilmiştir. Bu durum Evren'in konu ile ilgili basına yansıyan sözlerinde bulunabilir.

Kenan Evren Demirel'in ikazlarıma rağmen mahkum ve iktidar koltuğundan uzaklaştırılmış isimlerini burada tekrar etmeyeceğim bazı malum kişiler aylarca bizans entrikalarıyla hazırlıklarını sürdürmeleri sonucunda büyük Türkiye Partisi isminde bir parti kurdurarak, sahneye koydular ve bu partiye kapatılan bir siyasi partinin mensubu olup kendileri ne on sene müddetle siyasi yasaklama konulan kişilerin kardeşliğini, beş senelik yasaklamaya tabi kapatılmış partinin milletvekillerini, aynı partinin eski il ve ilçe belediye başkanlarıyla belediye başkalarını toptan kaydettirmek suretiyle kurulan bu partinin adıla amblemiyle ve kaydolunanlarıyla kapatılan bir siyasi partinin devamı olduğunu bir gövde gösterisi halinde ortaya sergilediler.

Sevgili vatandaşlarım, o partinin adının nereden geldiğini biliyorsunuz, amblem olarak evvela arıyı seçtiler. Arı o eski parti başkanının mezun olduğu üniversitenin amblemi idi. onu belirtmek içindi, bitmedi başka bir parti de onu aldığı için vazgeçtiler. El yaptılar elin manası nedir: Seçime gittiği zaman vatandaşı mühürü alacak evet yerine basacak ya o demirden yapılmış Demiri elle bas, Demirel olsun onun için el işareti aldılar. Acaba bizi bu kadar saf mı sanıyorlar. Bunları anlayamayacak kadar?
(125)

Abdullah Uraz, Ordu temsilcilerinin stratejisinde Demirelsiz ve güdümlü bir siyasi yapılanmanın ön planda olduğunu belirterek Konseyin stratejisinde düşündükleri Kore usulü devlet partisini dönemi başbakanı Amiral Bülent Ulusu'ya kurdurmak istediğini ve Ulusu'nun istemeyerek de olsa aldığı talimat doğrultusunda temas ettiği liderlerin başında Demirelin yeraldığını ama bunu Demirelin reddettiğini bunun üzerine Turgut Sunalp'ın önderliğinde MDP' partisi kurulduğunu belirtmektedir. (126)
ikinci bölümün sonu...
SONUÇ

Türk sağının en önemli ve etkin siyasal partisinin lideri olan Demirel'in Orduya ilişkin izlediği strateji ve söylem Ordu-sivil iktidar ilişkisi açısından önemli sonuçları barındırır. Demirel'in liderliğindeki çizginin askere bakış açısı şu ana stratejiyi izlediği görülüyor. (127)

1. Askere yaklaşım çift söylemli olmuş, bazen askerle uzlaşmacı yolda yatıştırıcı bazen de husumet belirten milli irade merkezlidir. Bu iki söylemi bir arada kullanmaya çalışmıştır. Bu söylemlerin değişimi ve yönü, ülkenin içinde yaşadığı genel ortama siyasi gelişmelere, konjonktüre ve parti atmosferine göre şekillenir.

2. 1960'da darbe ile devrilen selefi partiden farklı bir çizgiye sahip olduğunu vurgulamak için yahut aynı sondan kaçınma amacı ile oldukça ürkek, uysal hatta titrek bir muhalefet çizgisi izlenirken, 1971'deki müdahaleden sonra Demokrasiler de çare tükendikçe devletin otoritesi artırılmalıdır inancına uygun hareket ederek devletin demokratik otoritesinin güçlendirilmesi için solun iktidara gelişini önlemek İçin asker ile işbirliği yapmayı denemiştir. Öncelikle solu kontrol etmek üzere kurulan DGM olmak üzere, sivil iktidarın iradesi yerine askeri iradenin ağırlığını hissettireceği Olağanüstü Hal ve Sıkıyönetim uygulamalarının öncülüğünü yapmıştı. Artık düzeni tehdit eder hale gelen örgütlü radikal sol karşısında kapitalist düzeni ve devlet ideolojisini savunmakta askeri bürokrasi ile ortaktı. Ancak bu söylemin bir sonucu ise Ordunun kamusal alandaki ayrıcalıklı konumunun desteklenmesi ve onun iktidarına boyun eğişi beraberinde getirmiştir.(
A.g.e. SAKALLIOĞLU Ümit Cizre sh:265)

Bunun sonucu olarak Ordu, CHP'den piyasa ekonomisinin siyasal koşullarını sağlama yönünde yararlandığı, kısır iç siyasi çekişmelerin sonucu ülkenin bir batağa saplandığı ortamda iktidarı elde etmek için yarışan bir güç haline sokmuştur. (
A.g.e. SAKALLIOĞLU Ümit Cizre sh :265)

KAYNAKLAR

53 Demirel'in 7.Büyük Kongre konuşması: s:16& SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.123
54 Demirel: Gerçekler sh:21& SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu ilişkileri,sh. 124
55 A.g.e. SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.126
56 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh. 131
57 AP 1973 seçim beyanı:5&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.132
58 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.135
59 Demirel, Milliyetçiler Birleşin, 199 &SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh. 136
60 
ARCAYÜREK Cüneyt,Cüneyt Arcayürek açıklıyor:7 sh:339& SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh. 179
61 AP genel Başkanı Süleyman Demirel 9.büyük kongreyi açış konuşması sh:41& SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.138
62 Sonhavadis 8 Ekim 1978 & SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh. 141
63 EVREN Kenan ,Kenan Evren'in anıları sh:186 & SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh 143
64 Son Havadis: 11.1.1979 &SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh. 146
65 A.g.e.EVREN Kenan ,KenanEvren'in anılan, sh:241 & SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh. 149
66 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.150
67 Öymen Altan, Milliyet 22.9.1991 & SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh. 152
68 Cumhuriyet:20.3.1979&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.159
69 Birand, 12 Eylül: 1984&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh 165
70 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh. 164-167
71 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.173
72 9.Büyük Kongre 21.10.1978 Sh:29& SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh. 165
73 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.173
74 Hürriyet yıllığı 02 Eylül 1976&S AKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh. 176
75 TBMM tutanakları: 16.02.1979&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,176
76 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.178
77 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.181
78 A,g.e ARCAYÜREK Cüneyt,sh 79 &SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.180
79 TBMM tutanak: 23.7.1980&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh. 182-183
80 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.184
81 BÎRAND Mehmet Ali,12 Eylül saat 04.00:161&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.189
82 A.g.e.EVREN Kenan,Evren anıları.: sh:305&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh. 189
83 A.ge.BİRAND Mehmet Ali, sh: 163&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh. 189
84 A.g.e.URAZ Abdullah  sh:92
85 A.g.e.URAZ Abdullah  sh:93
86 A.g.e. ARCAYÜREK Cüneyt,10;sh: 111 &SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.196
87
A.g.e. EVREN Kenan, sh:453&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh. 196-197
88 TBMM Tutanakları: 29.2.1980&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.201
89 EREN Orhan,Orhan Eren'in meclis konuşması, TBMM: 18.4.1980&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.201
90 A.g.e. ARCAYÜREK Cüneyt, sh:115& SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.202
91 Erkanlı Orhan, Askeri Demokrasi sh:346&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre sh.205
92 TBMM tutanağı 29.2.1980: sh:314)&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre sh.205
93 A.g.e.EVREN Kenan,Evren'in anıları:43 l&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre sh.208
94 TBMM Tutanak:22.11.1979; slı: 198&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.213
95 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.213
96A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.220-222
97A.g.e. ARCAYÜREK Cüneyt, sh 470&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.224
98 Milliyet 14.11.1990-sh:224&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.224
99 Demirel darbeye teslim oldu: 25.8.1991&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.225 ,
100A.g.e.EVREN Kenan,sh: 438 &SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,sh.227-228
101 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.229-232
102 Fikret Bila, Demirel ve Ecevit anlatıyor Milliyet 27 Mayıs 1990,& SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, sh.227-239
103 A.g.e.ARCAYÜREK Cüneyt,8;.sh:156&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre.AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.227-239
104 A.g.e.ARCAYÜREK Cüneyt,Cüneyt Arcayürek açıklıyor:8.sh:157& SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.236
105 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizrc,AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.237
106 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.238
107 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.(244-246)
108 A.g.e.SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.246
109A.g.e.ARCAYÜREK Cüneyt,Cüneyt Arcayürek açıklıyor ;6, sh:41& SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.246
110 A.g.e SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.246
111 Milliyet: 21 Kasım 1990&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.248
112 A.g.e SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu ilişkileri, İletişim Yay. sh.251-255
113 A.g.e.URAZ Abdullah 1993 Demirel "Baba" Demirel'in büyük Türkiye kavgası Demokrasi ve Kalkınma sh:17
114 A.g.e.URAZ Abdullah 1993 Demirel ''Baba" Demirel'in büyük Türkiye kavgası Demokrasi ve Kalkınma sh:92
115 A.g.e.URAZ Abdullah 1993 Demirel"Baba" Demirel'in büyük Türkiye kavgası Demokrasi ve Kalkınma sh:94
116 Demirel den Evrenin anılarına yanıt; Milliyet: 18 Kasım 1990&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu İlişkileri, İletişim Yay. sh.255
117 A.g.e ILICAK Nazlı ,Demirelden Nazlı Ilıcak'a Zincirbozan Mektupları,Dem Yayınları 1990 sh: 84
118 A.g.e.URAZ Abdullah 1993 Demirel ''Baba" Demirel'in büyük Türkiye kavgası Demokrasi ve Kalkınma sh;102
119 A.g.e ILICAK Nazlı ,Demirelden Nazlı Ilıcak'a Zincirbozan Mektupları,Dem Yayınlan 1990 sh: 62
120 Nevzat Bölügiray: Sokaktaki Asker: sh:381&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu İlişkileri, İletişim Yay. sh.257
121 Nokta. 16.3.1986 sayi:10,&SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu İlişkileri, İletişim Yay. sh.257
122 A.g.e SAKALLIOĞLU Ümit Cizre,AP-Ordu İlişkileri, İletişim Yay. slı.262
123 A.g.e.URAZ Abdullah 1993 Demirel "Baba" Demirel'in büyük Türkiye kavgası Demokrasi ve Kalkınma sh:234
124 A.g.e.URAZ Abdullah 1993 Demirel "Baba" Demirel'in büyük Türkiye kavgası Demokrasi ve Kalkınma slı:242
125A.g.e ILICAK Nazlı ,Demireldeıı Nazlı Ilıcak'a Zincirbozan Mektuplan,Dem Yayınlan 1990 sh: 30
126 A.g.e.URAZ Abdullah sh:243
127A.g.e. SAKALLIOĞLU Ümit Cizre, AP-Ordu İlişkileri, İletişim Yay. sh:264

Devamı
    eposta       edit