Sosyal-psikolojik rahatsızlıklardan doğan sorunlar gelişme hızımızı kesip başarıya giden yolda önümüze engeller çıkartıyor. Yazar Faruk Türkoğlu aşağıda alıntıladığım güzel makalesinde kişilerin ve toplumların çok değerli yıllarını çalan bazı sosyal ve psikolojik rahatsızlıkları ele almakta.
Başarıya giden yol, engeller ve tuzaklarla dolu. Kişilerin, kurumların ve ülkelerin gelişmesi onundeki bazı engelleri ise bizler koyuyor, baziları da sosyal-ekonomik ortamdan kaynaklanıyor. Sosyal-psikolojik rahatsızlıklardan doğan sorunlar, gelişme hızımızı kesiyor, dinamizmi kırılganlığa dönüştürüyor, enerjimizi kilitliyor. Bu sorunları zaman icinde çözmeden başarıya ulaşmak çok zor. Geçmişin ruhumuzdaki, beynimizdeki ipotekini kaldırmadan geleceğe hazırlanmak imkansız.
Bu nedenle yalnız basarılı olmanın koşullarını değil, arada bir de hayatımızı zorlastıran ve hızımızı frenleyen rahatsızlıkları da büyüteç altına almak gerekiyor. Çünkü bunlar herkesin hayatını dönem dönem etkiliyor. Bazen de salgın hastalık gibi hızla yayılabiliyor. Aşağıda kişilerin ve toplumların cok değerli yıllarını çalan bazı sosyal ve psikolojik rahatsızlıkları kısaca ele alacağız:
Travma sonrasi stres: Kisisel ve toplumsal hayatta yasanan felaketlerin, şokların ve örselenmelerin ardından gelir. Turkiye gibi hareketli ve hızlı değişen bir ülkede, gelişmiş ülkelere göre daha fazla rastlanır. Demokrasinin derinleştirilmesi ve insan haklarına saygı travmaların kalıcı izler bırakmasını önleyebilir.
Kuralsızlık (Anomi) : Yasadığı ortamı değiştirenlerde, örneğin köyden kente veya Turkiye'den diğer bir ülkeye göçenlerde görülür. Göç eden kişi, ardında bıraktıgı kırsal kesimin yüzyıllar boyu oluşmuş zengin kültürü ile köprüleri atmıştır ama kent kültürünü de henuz özümsememistir. Kuralsız kişilere, otosunu emniyet seritinde surerken, kuyruklara yandan kaynamaya çalışırken rastlarsınız. Kişi, göç ettiği yerde ancak 20-25 yil yaşadıktan sonra bu hastalıktan kurtulabilir.
Sinir kişilik rahatsızlığı (borderline): Bu rahatsızlık son zamanlarda moda oldu. Özellikle hayata atılmak üzere olan gençleri etkisi altına alıyor. Bu rahatsızlık, aktif istikrarsızlık, dengesizlik, çevredeki olay ve insanlara aşırı duyarlılık, kendine güvensizlik, kronik bir "boşluk duygusu" ve bir uçtan diger uca savrulma gibi belirtilerle kendini gösteriyor. Belirsizlik ve kararsızlık,ortamı da rahatsızlığı körüklüyor. Ekonomik ve toplumsal planda ise bu semptomlar, zaman zaman hepimizde görülüyor. Bir an ekonomının geleceğini aydınlık görebiliyoruz, kısa bir süre sonra sonu gelmeyecek bir krize girdiğimizi ve batmaya basladığımızı düşünebiliyoruz.
Aşırı rasyonalizasyon: William Glasser'in tanımladığı bu rahatsızlığı tutulanlar toplumdaki aksaklıklar uzerine surekli konuşur, fikir yürütür, firsat bulduğunda tartışır. Ancak iş eyleme, bir şeyler yapmaya geldiğinde frene basar. Bu tip, hayattan korkusunu konuşarak gizlemeye gayret eder. Genelde zararsızdır ama bu kişinin parlak sözlerine kanıp peşinden gidenleri hayal kırıklığına uğratır. Bunların bazılarını TV kanallarında sık sık görebilirsiniz. Konuşmaların mantıksızlaşması durumunda ise "logore" (laf ishali) teşhisi gecerli olur.
Manipulatif kisilik: Kendisini çok mükemmel gördüğü icin hayatını başkalarını "adam etmeye" adamıştır. Diğer insanların kişiliklerini, özlem ve istemlerini yok sayar. insanlari motivasyonla gütmeyi, istedikleri noktaya sürüklemeyi isteyenler de bu gruptandır. Bu tip kisilerin en olumlu olanları, kendilerini diğer insanlardan üstün gördüğü "hoşgörü" kelimesini çok sık kullanır. Küçük-büyük zengin-yoksul her insana, her canlı varlığa ve doğaya "saygı" duymayı öğrenen kişi ise bu rahatsızlıktan kolayca sıyrılır.
Sosyal mazohizm: Bizde çok yaygındır. Bu rahatsızlığa tutulan kişi, icinde yaşadığı toplumu ve çevresindekileri hep cahil, tembel ve kötü olarak görür. Göruşlerini sık sık "Bu millet adam olmaz.", "Millet değil illet" ve "Eller aya, biz yaya" gibi klişe laflarla özetler. Psikologlar, bu kişilerin kendi başarısızlıklarına mazaret bulmak icin herkesi kötü ve başarısız olarak göstermek istediklerini söylüyor.
Kronik bağımlılık: Bu kişilik bozukluğunda kişi, kendi kişisel gelişim ve başarısı için hep başkalarının desteğini arar. Kendi potansiyelini gelistirmekten ve var gücüyle çalısmaktan kaçan bu kişi, işler kötü gittiğinde ve basarısız olduğunda baskalarını suclar. Suçlu, ailede baba, isyerinde mudur, toplumda ise devlettir. iyice kizdiklarında 'Nerde bu devlet!?" diye bağırırlar.
Depresyon: Bu terim hem ekonomide hem de psikolojide cokuntu, hareketin yavaslaması anlamına geliyor. Durgunluk kelimesi de her iki alanda benzer anlamlar taşıyor. Son 15 yilda 2 depresyon ve 4 durgunluk yılı yaşanması ve bunların ardından gelen işsizlik, yoksulluk, kişilerin ruhsal durumlarını da bozuyor. Morali bozulan insanlar ise ekonomının temposunu düşürüyor. Depresyonun bir belirtisi de kendini kötulemedir. Depressif kisiler, ikide bir "Ucurumun eşiğindeyiz", "Ekonomi bıçak sırtında", "Köşeye sıkıştık" ve "Bıçak kemiğe dayandı" gibi cümleleri kullanir.
Karizma tutkusu: Bir kişinin fikirlerine ve eylemlerine bakmadan büyüsüne kapılma hastalığı, toplumların başına büyük dertler açabiliyor. Kitlelerin olağanüstü yetenek ve güce sahip olduğunu varsaydıkları kişinin peşinden gitmeleri, coğunlukla büyuk yıkımlara neden oluyor.
Aşırı fedakarlık: Kendini değistirmeden, bilgi ve beceri duzeyini yukseltmeden, başkalarını ve toplumu değistirmeye soyunanlar, ne vatanı kurtarabiliyor ne de kendilerini. Kendi hayatınıyasamadan, cevresindekiler icin sacini supurge edenler, gencliklerını harcayanların payina yalniz pismanlik ve unutulma dusuyor. Kendini kurban edenlerin sonradan bu fedakarliklari basa kakmasi ise yapilan iyiliklerin degerını iyice dusuruyor.
Nedensiz iyimserlik: Somut gercek ve analizlere dayanmadan ve gerekçe göstermeden işlerin iyiye gittiğine inanmak da bir tür ruhsal rahatsızlıktır. Nedensiz iyimserler, Çetin Altan'ın Türk'ün Türk'e propagandası diye nitelediği övgüleri pek sever. Bu kişiler toplumda egemen olursa, ülkelerarası refah yarısında her 15 yılda bir tur kaybetmek kaçınılmaz olur.
Paranoid ve mantıksız korku: Elbette her ülkenin dostları da düsmanları da vardır. Her ülke belirli dönemlerde kompolar ve entrikalarla karşı karşıya kalır. Paranoid anksieteye kapılan kişiye göre ise cevredeki, hatta dunyadaki her ülke, her zaman düsmandır... Türkün Türkten baska dostu yoktur, dıştaki ve içteki düşmanlar her an yeni bir kumpas, komplo ve tuzak hazırlamaktadır....
Karamsarlik: 2000 yil once bu topraklarda boy vermis melankoliye, biraz Doğu Akdeniz hüzünü, biraz da Ortadoğu'nun melalini katın. Ekonomik ve toplumsal sorunların ortaya çıkardığı, korku, endişe, tedirginlik ve bıkkınlığı da bunlara ekleyin. sarkilarimizdaki yeis, elem, kasvet ve hicrani, turkulerimizdeki dertleri, yara ve sızıları hatırlayın. Bunlar yetmezse, kuruntu, vehim ve vesveseleri ortaya dokun. Ayrıca, medyadaki kış köşelerindeki günlük endişe, kaygı ve hüsran üretimini dikkate alin. İşte size milyonlara "hiç bahar yaşamamış güz gülü...", milyonlarca karamsar insan... Karamsar insanın semtine, cesaret, azim, sebat gibi pozitif duygular uğramaz. Karamsarlık damarlarda akan kanı soğutur, enerjiyi, dinamizmi, umudu ve yaratıcılığı yok eder. Durmadan sızlanan, eleştiren, şikayet eden insanlar, sorunları yenmenin, başarının, gelişmenin tadini tanıyamaz. Karamsarların coğunlukta olduğu bir toplumda, olumsuz kehanetlerin büyük bölumun gerçekleşmesi de ister istemez kaçınılmaz olur...
Faruk Türkoğlu, Sabah Gazetesi, 2001
0 yorum:
Yorum Gönder