Hiçbir şeye cesaret edemeyen, hiçbir ümit beslemesin.
Schiller
İnsan, yaratıcıyla etkileşime girmediği ve beyin bölgesi onu hissedemediği takdirde kendisini yalnız hisseder. Yalnız bu noktada şu soru bir tartışma konusu olmuştur: İnsandaki bu güven duygusu mu beyindeki o bölgeyi aktif hale getirmektedir, yoksa evrendeki enerji ile etkileşime girdiği zaman mı beyin bu duyguyu aktif kılar? Bu bilimsel tartışma konusu, ne derece sebep sonuç ilişkisiyle değerlendirilir bilinmez ama insan beyninin bir bölgesi harekete geçtiği zaman, kişinin kendisini mutlu ve güvende hissettiği açık bir gerçektir. Bunu başarabilmek için akıl, duygu ve ruh arasındaki tanımlamaları iyi bilmek gerekir. Ruh, insandaki iç gerçeği araştırırken, akıl daha çok dış gerçeklerle uğraşır. Ruh, insanın içinden gelen duygu ve heyecanlara karşı daha duyarlıdır. Sonuçta insana yaşama sevinci veren şey, bu üç melekenin ortak sonucudur.
Zafer Bilim Araştırma Dergisi -2009
Ey hayırsız evlat!
Nihayet sen Ademoğlusun, ne vakte dek alçaklığı şeref sayarsın.
Niceye dek ben alemi zaptedeyim, bu cihanı kendi varlığımla doldurayım dersin?
Dünyayı baştan başa kar kaplasa güneşin harareti, bir görünüşte onu eritir.
Mevlana Celaleddin Rumi -Mesnevi
The road adlı filmde kıyamet sonrası bir zamanda bir baba ve oğulun yolculuklarındaki yaşam mücadelesi anlatılıyor. Issızlık, yalnızlık insanların vahşileşmesi karşısında bir umudun yolculuğu."Kabus görüyorsan yaşıyorsun demektir ,asıl güzel rüya görürsen endişelenmen gerekir" "diyordu. Ama filmin sonu karamsar.
Dünyayı kazanıp onu dağıtanlar ise güzel insanlardır. Dünyanın dönüştürücü bir gücü ve etkisi vardır. Onu çok yakınınıza alırsanız, ondan kurtulmak mümkün değildir. Dağıtırsanız, sürekli çoğalarak ardınıza düşer. Biriktirirseniz, içinizde kangrene dönüşür ve kalbinizi öldürür. Kıyamet (En iyisini Allah bilir), bütün kalplerin öldüğü gün, dünyanın infilakıdır, belki.
D.Ali Taşçı
Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini oluşturdukları halde Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilmekte. Eğer islam ülkeleri Avrupa Birliği gibi bir yapı teşkil etselerdi Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından Almanya’ya eşdeğer bir ekonomik güç oluşturabilirlerdi. Bunda en büyük pay Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan ve İran gibi ülkelerde toplanıyor. Mısır ulusal gelirini Süveyş kanalından ve turizmden elde ederken çoğu “zengin” Müslüman ülke ham petrol ve doğal gazdan geçiniyor yani katma değer üretmeden!(Kitaptan) http://www.derindusunce.org tarafından paylaşıma sunulan Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren birçok farklı yazara ait çeşitli makalelerden oluşuyor.
Amerikan ordusu Antik Mezopotamya'da lale tarlasındaki su aygırı gibi davranıyor. Özgürlük, demokrasi, meşru müdafaa ve insan hakları adına insanlar hırpalanıyor, dayak yiyor, öldürülüyor. Yedi yüz bin insan daha öldükten sonra, belli belirsiz bir özürle ülkeden çekilecekler. Yaklaşık 1 trilyon dolar, bazılarına göre bunun iki-üç katı para harcandı. Ama işgal edilen ülke eskisinden de yoksul. Terörizme karşı mücadele vermek isteniyordu ama terörizm hiç bu kadar azmamıştı. Başkan Bush'un Hıristiyanlığı öne sürülüyordu ve artık her kilise haçının düşmanla işbirliği yaptığından kuşkulanılıyor. Sözde demokrasi getirilecekti, ama buna öyle bir şekilde kalkışıldı ki kavramın kendi bile uzun süreliğine gözden düştü.
Amerika Irak sarsıntısını atlatacaktır. Irak ise Amerikan saldırısını atlatamayacaktır; en kalabalık tarikatlar daha yüz binlerce ölü verecek; en zayıf tarikatlarsa eski hallerine bir daha asla ulaşamayacaktır
Amin Maalouf-Çivisi Çıkmış Dünya
İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi tarafından hazırlanmış olan bu rehber kitabın dış ticaret ile ilgili tüm kesimlere özellikle dış ticaretle uğraşan firma çalışanlarına, dış ticaret eğitimi alan ve dış ticaret eğitimine katkıda bulunanlara önemli bir kaynak niteliğinde. 270 sayfadan oluşan ücretsiz kitabı bilgisayarınıza indirmek için tıklayın..
http://www.muhasebetr.com/arsiv/2008.03.18.100_soruda_dis_ticaret.pdf
Cep telefonunumun sistemi adım başı güncelleniyor.Olan da yazılımsal gelişmeye ayak uyduramayan donanıma oluyor. Cep telefonu hafızası gün be gün şişiyor ve yeni bir cihaz almanın artık gereklilik olduğu tüketiciye aşılanmaya çalışılıyor.
Eleştiri,yerli yerinde ve doğru bir şekilde kullanılırsa istifadeye neden olur. Ancak burada kantarın topuzu kaçırılıp işin içine küfür girerse yarardan çok zarara yol açar.
Nihat Hatipoğlu hoca başkalarına yapılan küfrün şeytanın bir maşası olduğunu belirtiyor“…Çünkü çirkin söz şeytanın maşasıdır. Şeytan onunla pislikleri karıştırır. Fitneyi alevlendirir. Kalpteki ve yüzdeki nuru giderir. Ve mutlaka o sözü kullanana bedelini şöyle veya böyle ödetir.
Ben varım demek için bile hatırlamaya ihtiyacınız var. Hatırladığınız sürece var olanlar unuttuğunuzda hiç yaşanmamış gibidir. Hatırlamadığınızda siz yoksunuz demektir. Uykuda iken bu örnek çok aşikardır. Hatırlamak sizi var eden şeydir. Uyku esnasında hatırlama kavramı geçici olarak saf dışı kalır. Aslında uyumaya çalışırken bile hatırlama(bilme) kablosunu koparmaya çalışıyorsunuzdur. Çok gayret gösterip,yüce kitabı okumaya Kitaptaki dualarla bütünleşerek başlarsanız idrakınız genişler.
Adem Korkmaz-Dua ve Tefekkür Rehberi
Anlayış… Ne kadar nadir! Çünkü bunun yolu önce “anlayışsızlığı” anlamaktan geçiyor.
Haşmet Babaoğlu
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/babaoglu/2013/10/20/guzel-seyler
Kalleşlikse, bir insanî ilişki biçiminde ortaya çıkıyor. Yani tarafların birbirine mutlaka savunma fırsatı tanıması gereken bir konumda bulunması gerekirken, bundan kaçınılması halinde ortaya çıkıyor. Bu yüzden, kalleş, pusu kurandan ve tuzak hazırlayandan iki defa daha alçak bir konumda yer alır, diyoruz. Birini sırtından vurmak böyle bir kalleşliktir ve bu kalleşliğin alçaklığına sınır yoktur. Alçaklık belli bir yüksekliğe nispet edilebilir; fakat burada hiçbir yüksekliğe nispet edilemeyecek denli aşağılara düşen bir çukurluk söz konusudur artık.
Rasim Özdenören
Ben umuda inanıyorum” diyor; “insan umutsuz yaşayamaz.” Ona nasıl anlatmalıyım ki, umuda inanılmaz! Tanrı’ya inanırsın ve o sayede umudun olur, umutlanırsın! Aksi takdirde, seküler bir dünyada umut gitgide koflaşır; hayallere karışır. Durmadan kırılan hayallere…
Haşmet Babaoğlu
Mevlana Celaleddin Rumi-Mesnevi
ABD Dışişleri Bakanı Kerry: Mısır'da ordu demokrasiyi yeniden inşa ediyor. (1) demiş.
Bu inşa sürecinde darbeciler Mursi'nin göreve iadesini isteyen barışçıl protesto gösterilerde bulunan insanlardan bazılarını öldürürse bunun adı demokrasiyi inşa mı oluyor şimdi. Kimbilir belki de Cengiz Çandar'ın bir yazısında belirttiği gibi darbeciler "temizlik operasyonu" yapıyorlardır.
"...Bu çaptaki bir harekâtın çok sayıda ölü ve yaralıya yol açması kaçınılmaz olduğuna göre, askeri darbe yönetiminin giriştiği iki Kahire meydanını Müslüman Kardeşler’den temizleme harekâtının ‘katliam’ boyutları kazanmış olması muhtemeldir. Ölü sayısı hakkında birbiriyle ilgisiz rakamlar veriliyor (Bu satırlar yazıldığı sırada Müslüman Kardeşler 200, 300 ve hatta 600 ölüden söz ediyordu). Bununla birlikte, bunun aritmetik ölçüsü yoktur. Kan dökülmüştür ve bunun adına ‘katliam’ denir ve denecektir." (2)
Independent Gazetesi'nin Ortadoğu muhabiri Robert Fisk anlatıyor "Ölenlerin çoğu yüzünden vurulmuştu. Bazıları gözlerinden ve bir kısmı da göğsünden... Sırtından vurulan sadece bir kişi gördüm. Bana gösterilenlerin çoğu sakallıydı. Bu bir katliam mı? Kesinlikle..(3)
Artık İslam ülkelerinde insanların öldürülmesi sıradan hale geldi. Şehirlerinde bomba patlayan , kan ve şiddetin egemen olduğu bir coğrafya halini almaya başladı.
Nazlı Ilıcak bir yazısında "Şiddet eylemleri yaygınlaşınca,insan hayatı "istatistik parçası"haline geliyor....Ölümün istatistik parçası haline gelmesi insanın giderek önemini kaybettiğinin bir işareti "(4) diyor.
Peki ama bunun böyle olmasında tüm suçu dışta mı arayacağız. Hiç mi ibret alıp kendimize çeki düzen vermeyeceğiz?. Ortadoğu denilen yere hiç mi barış gelmeyecek ve insanlar selam ve emniyet içerisinde yaşayamayacak?.
Kaynaklar
(1)http://www.aa.com.tr/tr/rss/211154--quot-misir-ordusu-demokrasiyi-insa-ediyor-quot
(2) http://www.radikal.com.tr/yazarlar/cengiz_candar/kahirede_kan_peki_sonrasi-1146217
(3) http://www.ensonhaber.com/robert-fisk-misirdaki-katliami-anlatti-2013-07-29.html
(4) http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ilicak/2008/10/06/istatistik_ve_hayat
Hayırlarla dolu bir Ramazan ayını daha uğurladık. Oruç, azgın olan nefse kelepçe vurdu, kalbin bakış açısı değişti. İnsanı değiştiren güce sahip olan Kuran'ın indiği ay olan Ramazan bir de baktık ki uçup gitti. Allah, tekrarını nasip eder İnşallah.
Bayram, güzel giyinme, güzel konuşma, yaklaşma, bireysellikten uzaklaşma, topluluğa karışma, insanlarla hem hal olma, sevinme, sevinç ve biraz da tatlı olma demektir.
Biliyoruz ki, bu alemde hiçbir şey kendiliğinden var olacak bir durumda değildir. Bunlardan hiç biri ne kendi kendine var olabilir, ne de kendi kendine yok olabilir. Başka bir deyişle, hiç bir şey kendi kendine yokluktan varlığa gelemez. Varlıkdan da yokluğa gidemez. Hiçbir yaratık da ne bir zerreyi var edebilir, ne de onu yok edebilir. İçinde yaşadığımız bu dünya ile beraber sonsuz alemler meydana gelmiş, birbiri ardınca vücuda gelip devam etmektedir. Nice şeyler de varken yok olmuştur. İşte bütün bunları yokluktan var eden ve sonra yok eden, kuvvet ve hikmet sahibi Yüce bir yaratıcının varlığından asla şüphe edilemez.
Ömer Nasuhi Bilmen-Büyük İslam İlmihali
Halil APAYDIN tarafından hazırlanan bu makalede şiirleri ve deyişleri ile kültürümüze büyük katkıları olan halk ozanı Aşık Veysel Şatıroğlu’nun dini tecrübesi, şiirlerinden hareketle din psikolojisi açısından ele alınmış ve değerlendirilmeye çalışılmıştır.
okumak için tıklayın...
Levent ERASLAN'ın hazırladığı Dönüşümcü liderlik adlı çalışmasında Dönüşümcü liderliğin gelişim süreci, geleneksel liderlik anlayışı ile karşılaştırılması ve özellikleri bütün yönleriyle inceleniyor. Tarihsel sürece baktığımızda Dönüşümcü liderliğe verilecek en büyük örneğin Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu M.Kemal Atatürk olduğunu belirtiyor. "Büyük Lider Atatürk dönüşümcü liderliğin bütün karakteristik özelliklerini taşımaktadır. Yıkılmış bir imparatorluktan, her şeyi ile yeni bir devlet kurarak, yönetsel,sosyal,ekonomik ve kültürel yaşamda köklü bir dönüşüm süreci gerçekleştirmiştir. Atatürk’te Dönüşümcü liderliğin başat özelliklerinden; Ortak Vizyon Oluşturma ve Paylaşma, Zihinsel Uyarım ve Yaratıcı olma, Karizmatik Etkiye Sahip Olma, Etkili İletişim ve Yüksek Motivasyon Becerisi, Değişimin Temsilcisi Olma,Duygusal Dayanıklılık, Cesur Olma, Risk Alma, Güçlendirme (Yetkilendirme), Esnek Yönetim Anlayışı, Güvenilirlik ve Öz-güven Sahibi olma, Ekip Çalışmasına Önem Verme ve Yaşam Boyu Öğrenme gibi özellikler bulunmaktadır.
Levent ERASLAN'ın kaleme aldığı bu çalışmayı https://www.j-humansciences.com sitesindeki aşağıdaki bağlantıdan okuyabilirsiniz
https://www.j-humansciences.com/ojs/index.php/ijhs/article/view/168/168
İbadet ve itaat zevkinden yoksun olanlar, kendi yaratılışlarındaki hikmetten habersiz olan zavallılardır. Yüce Allah’a kulluk ve ibadette bulunmayanlar, borçlu oldukları şükür görevini terk etmiş, sonsuz ahiret hayatlarını tehlikeye düşürmüş mutsuz kimselerdir.
Ömer Nasuhi Bilmen-Büyük İslam İlmihali - 45
Rüzgârın böyle eyyâmından olma
Örfî şâd Keştî-i mihnet-zeden bahr-i serâb üstündedir”
“İşlerin hep iyiye gidişi, seni anlamsız bir iyimserliğe sevketmemeli;
unutma ki aslında tutunduğunu zannettiğin gemi, bir serap deryasında yol
almaktadır!”
Kudretine nihayet bulunmayan Yüce Allah için, gelecekte ahiret hayatını meydana getirmek pek kolay şeydir. Alemleri yoktan var eden, hele insanları birçok güç ve meziyetlerle yaratıp kendilerine hayat veren büyük Yaratıcımız için, bütün bu alemleri yok ettikten sonra tekrar yaratmak zor birşey midir?
Bir şeyi önce var eden, sonra tekrar onu var edemez mi?
Bunları tekrar var edemeyen yaratıcı olur mu? Hayır, Yüce Allah öyle bir büyük yaratıcıdır ki, nice alemleri de yaratmaya kadirdir.
Bir kere astronomi ilmine bakalım: Ucu bucağı olmayan bir boşlukta dolaşıp duran ve zaman zaman parlayıp sönen yüz binlerce nur ve ışık alemini bu ihtişamları ile yaratmış olan Allah, ahiret alemini de yaratmaya kadirdir.
Ömer Nasuhi bilmen-Büyük İslam İlmihali
Stefan Zweig’in “Satranç" kitabını ara vermeden bir çırpıda bitirdim. Küçük hacmine rağmen hemen sardı beni. Yazarın daha önceki kitaplarını da çok beğenmiştim. İnsan ruhunun en ince noktalarına kadar girmek isteyen okuyucusunu dünyasına kilitleyen bir yazı stili var. Satranç oyunu üzerinde yoğunlaşan bu kitabında İnsanlardan ayrı olarak tek başına bir odada tecrit edilen bir insanın içine düştüğü yalnızlığı gözler önüne seriyor. Avusturyalı Jean Amery (1912-1978), toplama kamplarına ait izlenimlerini dile getirdiği bir denemesinde, bu kamplara gönderilen bir aydın için gerçekleşen ilk sonucun “entelektüel ölüm” olduğundan söz eder. Zweig'in Satranç başlıklı eseri, edebiyat alanında böyle bir “entelektüel ölüm” üzerine kaleme alınmış en yetkin metinlerden biridir. (Ahmet Cemal) Kitaptan bazı kısımlar…
Yapacak hiç birşey yoktu, duyacak hiç birşey yoktu, görecek hiçbirşey yoktu, her yerde ve sürekli olarak insanın çevresinde hiçlik, zamandan ve mekândan mutlak anlamda yoksun bir boşluk vardı. İnsan bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu ve onunla birlikte düşüncelerde bir aşağı bir yukarı, bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu, sürekli gidip geliyordu. Fakat sonuçta düşüncelerinde, ne kadar herhangi bir özden yoksunmuş gibi görünürlerse görünsünler, bir destek noktasına ihtiyaçları vardır, aksi takdirde dönmeye ve anlamsız bir biçimde kendi etraflarında çember çizmeye başlarlar; onlarda hiçliğe dayanamazlar. İnsan birşey bekliyordu, sabahtan akşama kadar bekliyordu ve hiçbir şey olmuyordu. İnsan tekrar tekrar bekliyordu. Hiçbirşey olmuyordu. İnsan bekliyor, bekliyor, bekliyordu, düşünüyor, düşünüyordu, şakakları ağrımaya başlayana kadar düşünüyordu. Hiçbirşey olmuyordu. İnsan yalnız kalıyordu. Yalnız. Yalnız… Bir otelde kendine ait bir oda -aslında kulağa çok insanca geliyor, öyle değilmi? Ama inanınki, bizim gibi ‘seçkinleri’ yirmişerli gruplar halinde buz gibi barakalara tıkacakları yerde epeyi iyi ısıtılmış, tek kişilik otel odalarına yerleştirmekle, bizler için yalnızca insani olmakla ilintisiz, fakat çok daha ustaca bir yöntem geliştirmiş oldular. Zira bizden zorla ‘malzeme’ elde etmek için kullanılacak baskının kaba saba dayaklardan veya bedensel işkenceden çok daha ince ve etkili bir üslupla işlemesi öngörülmüştü: Bunun adı, düşünülebilecek en ustaca izolasyonu sağlamaktı. Bize hiçbir şey yapmadılar -sadece bizi en mutlak anlamdaki hiçliğin içerisine yerleştirdiler, çünkü bilindiği gibi dünyada hiçbir şeyin insan ruhu üzerinde hiçlik kadar ağır bir baskı uygulayamaz. Tektek her birimizi mutlak anlamda bir hava boşluğuna, dışarıya tümüyle kapalı bir odaya hapsetmekle, sonunda dudaklarımızın açılmasını sağlayacak baskının dayak ve soğuk aracılığıyla dışarıdan değil, ama iç dünyalarımızdan kaynaklanması amaçlanmıştı. Hayatım boyunca tek bir düşünceye saplanıp kalmış, monoman insanların her türü hep dikkatimi çekmiştir, çünkü bir insan kendini sınırladığı ölçüde sonsuzluğa da yaklaşmış demektir.
İman edenlerin kalplerinin Allah’ın zikriyle ürperme zamanı gelmedi mi?"
Denir ki bu ayet Hz. Ömer’i bir ay yatağa yatırır. Hz. Ömer gibi, Kur’an-ı çok iyi anlayan, derin tefekkür sahibi özel bir insanı o denli etkiler. Ayetin vurgusu önemliydi. Kur’an; “iman edenlere kalbinizin ürperme zamanı gelmedi mi?" diyor. Neyle ürperecek bu kalp? Ayette bunun da cevabı vardır. “Allah’ı anarak". Demek ki Allah’ın zikriyle ürpermeyen mümin kalbi de var. Çünkü çağrı Allah’ı bilemeyene, iman etmeyene değil, açıkça iman edene. O halde Müslüman olmasına rağmen kalbine merhamet dokunmamış insanları gördüğümüzde bu ayetin vurgusunu hatırlamamız lazım. Allah’ın zikriyle ürpermemiş, eğilmemiş, kıvamını bulamamış, huşu ile secdesini yapmamış kalp, mümin kalbi olsa ne çıkar. Ne kıymet ifade eder ki.
Nihat Hatipoğlu
Bir yazarı twitter’i "araba sürerken yol geçme tartışmasında karşılıklı atışma,laf atma hatta küfürleşme" olarak nitelendirmişti.
Twitter‘de 140 karakter sınırlamasından dolayı duygu ve düşünceleri tam ifade edemiyorsun. Bu ise insanın düşünce anlayışını bir kalıba sokmaktadır. Bu sınırlama düşüncelerin parçalı bir şekilde sunulmasına neden olmakta. Tabii bu istenilen düşünceyi vermekten uzak oluyor hatta yanlış da anlaşılabiliyor.
Bazı kısa fikirler , parlak sözler ve sloganlar için yararlı olsa da bazı içeriğin kime ait olduğu belli bile değil.
Twitter sonuçta bir araç. Bunda da ifrata kaçılırsa yani zamanının büyük bölümünü bunda geçirecek şekilde belli bir bağımlılık için girilecek olursa faydalı olmaktan çıkacaktır.
Suna güzin kahraman tarafından hazırlanan yüksek lisans tezinde demokrasi ve radikal vatandaşlık teorisine ilişkin yaklaşımlar açıklanıyor. Bu ilginç çalışmayı Ankara Üniversitesi açık arşivinde bulunan aşağıdaki linkten indirebilirsiniz.
pdf formatındaki bu e-kitabı indirmek için tıklayın
Çünkü adına kapitalizm denen sistem, ahlâkî bir temele dayanmıyor. Bu sistemin en büyük mahareti, faiz enstrümanıyla parası olanları çalışanların sırtından geçinen parazitlere dönüştürebilmesi. Yakıt olarak ise sistemin ihtiyaç duyduğu şey çok basit: Hırs! Dünya hırsı! Daha çok mal, daha çok para, daha çok servet, kısacası zenginleşme hırsı. Öyle ki, insanların gözleri bu hırslar sebebiyle körleşecek. Dolayısıyla, kapitalizmin idealize ettiği insan tipi, “bystander apathic”tir. Yani, başka insanlara ancak bir “seyirci kayıtsızlığı” penceresinden bakan vicdansız ve gaddar bir insan tipi. Yanında dünya savaşı çıksa, kendi lüksünden ve yaşam tarzından vazgeçmek istemez bu tip. zaferdergisi.com
Öksüz çölde bir başına bırakılmış gibidir. Yetim ise kalabalığın orta yerinde terk edilmiştir.
Haşmet Babaoğlu
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/babaoglu/2013/01/27/pazar-notlari-su-gibi
Elektronik kitabın mucidi ve teknoloji medyumu Michael S. Hart’a göre “e-kitap havadan sonra en çok ihtiyaç duyduğumuz şey”.
Elektronik mürekkep teknolojisi elektronik kitapları en verimli ve en doğal haliyle okumayı amaçlıyor. Bu teknolojide göz yorgunluğuna yol açacak ekran aydınlatması yerine ortamın ışığından yararlanılıyor. Böylece güneş ışığında dahi gözü yormadan keyifli bir okuma imkanını sunuyor. Kindle touch sahip olduğu özellikleri ile elektronik mürekkep teknolojisinin getirdiği konforu okuyucuya fazlasıyla sunan bir ürün. Peki bu cihazı böylesine kullanışlı yapan özellikleri ne?
18. yüzyılda Aydınlanma hareketi doğarken, onunla ilişkili olarak liberalizm de palazlanıyordu. Gerçekten, Adam Smith 'in damgasını taşıyan liberalizm, özel girişimin, devletin etkisinden üstün olduğu varsayımından yola çıkıyordu; hükümetlerin iktisadi alana müdahale etmesi kötü bir şeydi; olsa olsa istisnai olmalıydı. Liberalizmin, siyasal alanda, yönetenlerin baskısına karşı bir etkisi de görüldü; böylece bireyler, söz konusu baskıya karşı "özgürlükler" le donanmalıydı. Ne var ki, hayatın akışı, liberalizmin söylediklerinde, neyin ne kadar doğru ya da yanlış olduğunu ortaya koydu: Kapitalizmin ve sermayenin sömürmesi oraya vardı ki, artık, yönetenlerin müdahalesinin özgürlükler için her zaman zararlı ve tehlikeli olduğunu düşünmeyiz. Tersine, kimi durumlarda, devletin müdahalesi olmazsa, özgürlüklerin kullanılması anlam kazanmaz. Böylece, kimi özgürlükler, iktidara direniş olmaktan çıkmıştır; yönetenlerin sınırlanması da ideal değildir. Bakıştaki bu değişme, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra, "sosyal devlet" ve "sosyal haklar" ın doğuşuyla anlam kazanmıştır ve söz konusu değişmede, Marksizmin ve Keynes 'in etkisi yadsınmaz. Ancak, hatırlamalı da: 2. Dünya Savaşı'nın sona ermesinin ardından, Batılı devlet ve özgürlük anlayışı gözden geçirilirken, Batı proletaryasına, Sovyetler Birliği'nde gerçekleşenlere gözleri kaymaması için bir ödün verilmiştir. Böylece, Batı proletaryasının gözlerinin önüne bir duman perdesi çekilmiş oluyordu. Nitekim, Sovyetler Birliği'nin yıkılmasının ardından, bu ödün de çekilip geri alınmıştır. Söylemeli de, bu süreç 1990'lardan önce başladı ve yıkılıştan sonra da hızlandı. Yapılanlara, "yeni liberalizm" adı kondu. Türkiye'nin, 1980'lerle başlayan dönemde ve bugün yaşadıkları da bu sürece dahildir: Sosyal devlete saldırı ve sosyal hakların geri alınışı; özelleştirmeler, her şeyi piyasa güçlerine bırakıp devletin silinişi; dahası, 23 Devrimi'nden kalan ilkeler ve mirasın çiğnenmesi, bu sürecin gerçekleridir. (....) Batı'da, Keynes'in attığı önemli adımlara karşın başta Hayek 'in, ardından -geçen günlerde ölen- Milton Friedman 'ın sürdürdükleri aydınlanma ve sosyal adalet düşmanlığına bakıp, yaptıklarının bir "yeni liberalizm" le adlandırılmalarında bir terslik görmüyor değildik. İletişim Yayınları'nda yeni çıkan, Francisco Vergara 'nın, Liberalizmin Felsefe Temelleri adlı eseri bizi aydınlattı. Kitap, kendisini şöyle tanıtıyor: "İnsan haklarının, özgürlüğünün savunulmasında bir referans olarak varlığını koruyan klasik liberalizme karşı, insanın vahşi ve dizginlenemez hırslarının meşrulaştırıcı olarak kullanılan bir liberalizm tanımı da... Varolmuştur. Klasik liberalizmin incelenmesi, ne yazık ki liberalizm olarak adlandırılan sığ ve aşırılığa varan düşünce akımına karşı bir panzehir konumundadır. Bu akımın temsilcileri (Milton Friedman ve Friedrich Hayek vb.) kendilerini klasik liberallerin (özellikle Adam Smith'in) mirasçıları olarak ilan etmişler ve çoğunlukla öyle adlandırılmışlardır" deyip, kitap, "bu iki düşünür ailesini ayıran ilkelerin derin farklılığını göz önüne sererek, söz konusu soy zincirine" karşı çıkıyor. Demek ki, liberalizm adına bir sahtekârlık var ortada.
Server TANİLLİ
Öğrenmek akıntıya karşı kürek çekmek gibidir,ilerleyemediğiniz takdirde gerilersiniz.
Çin Atasözü
Karikatür: http://wwwoguz-gurel.blogspot.com.tr/
Genelde insanlar “zaman bozuldu” derler. Bir anlamda suçu zamânâ yükleyip avunmak isterler. Oysa zaman bozulmaz. Bozulan insanlardır. Tıpkı “mevki ve makamların saygınlığı, oralarda oturan insanların saygınlığı ve şerefine bağlı” olduğu gibi (Şerefü’l-mekan bi’l-mekîn)
Vakit Daralırken - Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan
Başarılı insanlar başarısızların yapmaktan hoşlanmadığı şeyleri yapma alışkanlığına sahiptirler. Onların da her zaman bunları yapmaktan hoşlandıkları söylenemez. Ancak hoşnutsuzluklarının gücü karşısında ikinci sıradadır.
E.M.Gray (Aktaran Robin Sharma:"Sen ölünce kim ağlar?"
Bir suskundu hep. Suskunluk bir tür konuşmaydı, bir çağrı,hatta feryadın adı onda.Ne ki kelimelerin dilinden anlamayan bulutsuz, bu yağmursuz insanlar, nasıl okuyup çözebilsindi "Dil"in kelimelerini?
Durmuş Korkmaz-Hece Dergisi sayı 9
Ahvali arz edin yare
hasretiyle yandı ciğerim pare
Garip bikes kaldı gönül avare
Gurbet elde ağlar yardan ayrılan
--------------------------
Uryan oldum varım verdim
mal-ı mülkden fariğ oldum
Kesb-ü karım yok anladım
bütün ömrüm heba oldu
Borlu Hacı Şakir Efendi Divançesi (Murat Soyak- Hamle Gazetesi)
Herkes birbirine poz veriyor. İnsan içine çıkmak, kamera karşısına geçmek gibi bir şey oldu.
Haşmet Babaoğlu
https://www.sabah.com.tr/Yazarlar/babaoglu/2012/07/29/pazar-notlari-geriye-donup-bakinca
Evet, evlerin içi avizelerle renklenmiş, ama maalesef ışık yok; çünkü cereyan yok, yani aşk iflas etmiş. İnsanın gönül sesine göre makam belirleyenler aşka ulaşabilir. Oysa gençlerin birçoğu şehvetin karanlık sesine tutsak.
D.Ali Taşçı
Yine Osmanlı’dan gelen hoş bir âdet; Zimem defteri... Bakkal, manav, kasap gibi esnafların tutuğu borç defteri yani. Ramazan’da zengin bir şahıs bakkala gelir ve zenginliği ölçüsünde (esasen gönül zenginliği ölçüsünde) “ilk yirmi kişinin borcunu hesapla” diyerek bu şahısların borcunu öderdi.
irsad_ramazan_2010