7 Nisan 2013 Pazar

Yayınlandı Nisan 07, 2013 gön: ve 0 yorum

Yeni Liberalizm Denen Sahtekarlık

18. yüzyılda Aydınlanma hareketi doğarken, onunla ilişkili olarak liberalizm de palazlanıyordu. Gerçekten, Adam Smith 'in damgasını taşıyan liberalizm, özel girişimin, devletin etkisinden üstün olduğu varsayımından yola çıkıyordu; hükümetlerin iktisadi alana müdahale etmesi kötü bir şeydi; olsa olsa istisnai olmalıydı. Liberalizmin, siyasal alanda, yönetenlerin baskısına karşı bir etkisi de görüldü; böylece bireyler, söz konusu baskıya karşı "özgürlükler" le donanmalıydı. Ne var ki, hayatın akışı, liberalizmin söylediklerinde, neyin ne kadar doğru ya da yanlış olduğunu ortaya koydu: Kapitalizmin ve sermayenin sömürmesi oraya vardı ki, artık, yönetenlerin müdahalesinin özgürlükler için her zaman zararlı ve tehlikeli olduğunu düşünmeyiz. Tersine, kimi durumlarda, devletin müdahalesi olmazsa, özgürlüklerin kullanılması anlam kazanmaz. Böylece, kimi özgürlükler, iktidara direniş olmaktan çıkmıştır; yönetenlerin sınırlanması da ideal değildir. Bakıştaki bu değişme, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra, "sosyal devlet" ve "sosyal haklar" ın doğuşuyla anlam kazanmıştır ve söz konusu değişmede, Marksizmin ve Keynes 'in etkisi yadsınmaz. Ancak, hatırlamalı da: 2. Dünya Savaşı'nın sona ermesinin ardından, Batılı devlet ve özgürlük anlayışı gözden geçirilirken, Batı proletaryasına, Sovyetler Birliği'nde gerçekleşenlere gözleri kaymaması için bir ödün verilmiştir. Böylece, Batı proletaryasının gözlerinin önüne bir duman perdesi çekilmiş oluyordu. Nitekim, Sovyetler Birliği'nin yıkılmasının ardından, bu ödün de çekilip geri alınmıştır. Söylemeli de, bu süreç 1990'lardan önce başladı ve yıkılıştan sonra da hızlandı. Yapılanlara, "yeni liberalizm" adı kondu. Türkiye'nin, 1980'lerle başlayan dönemde ve bugün yaşadıkları da bu sürece dahildir: Sosyal devlete saldırı ve sosyal hakların geri alınışı; özelleştirmeler, her şeyi piyasa güçlerine bırakıp devletin silinişi; dahası, 23 Devrimi'nden kalan ilkeler ve mirasın çiğnenmesi, bu sürecin gerçekleridir. (....) Batı'da, Keynes'in attığı önemli adımlara karşın başta Hayek 'in, ardından -geçen günlerde ölen- Milton Friedman 'ın sürdürdükleri aydınlanma ve sosyal adalet düşmanlığına bakıp, yaptıklarının bir "yeni liberalizm" le adlandırılmalarında bir terslik görmüyor değildik. İletişim Yayınları'nda yeni çıkan, Francisco Vergara 'nın, Liberalizmin Felsefe Temelleri adlı eseri bizi aydınlattı. Kitap, kendisini şöyle tanıtıyor: "İnsan haklarının, özgürlüğünün savunulmasında bir referans olarak varlığını koruyan klasik liberalizme karşı, insanın vahşi ve dizginlenemez hırslarının meşrulaştırıcı olarak kullanılan bir liberalizm tanımı da... Varolmuştur. Klasik liberalizmin incelenmesi, ne yazık ki liberalizm olarak adlandırılan sığ ve aşırılığa varan düşünce akımına karşı bir panzehir konumundadır. Bu akımın temsilcileri (Milton Friedman ve Friedrich Hayek vb.) kendilerini klasik liberallerin (özellikle Adam Smith'in) mirasçıları olarak ilan etmişler ve çoğunlukla öyle adlandırılmışlardır" deyip, kitap, "bu iki düşünür ailesini ayıran ilkelerin derin farklılığını göz önüne sererek, söz konusu soy zincirine" karşı çıkıyor. Demek ki, liberalizm adına bir sahtekârlık var ortada.  

Server TANİLLİ

    eposta       edit

0 yorum: