18 Temmuz 2013 Perşembe

Yayınlandı Temmuz 18, 2013 gön: ve 0 yorum

Stefan Zweig'in Satranç kitabı

 

Stefan Zweig’in “Satranç" kitabını ara vermeden bir çırpıda bitirdim. Küçük hacmine rağmen hemen sardı beni. Yazarın daha önceki kitaplarını da çok beğenmiştim. İnsan ruhunun en ince noktalarına kadar girmek isteyen okuyucusunu dünyasına kilitleyen bir yazı stili var. Satranç oyunu üzerinde yoğunlaşan bu kitabında İnsanlardan ayrı olarak tek başına bir odada tecrit edilen bir insanın içine düştüğü yalnızlığı gözler önüne seriyor. Avusturyalı Jean Amery (1912-1978), toplama kamplarına ait izlenimlerini dile getirdiği bir denemesinde, bu kamplara gönderilen bir aydın için gerçekleşen ilk sonucun “entelektüel ölüm” olduğundan söz eder. Zweig'in Satranç başlıklı eseri, edebiyat alanında böyle bir “entelektüel ölüm” üzerine kaleme alınmış en yetkin metinlerden biridir. (Ahmet Cemal) Kitaptan bazı kısımlar…

Yapacak hiç birşey yoktu, duyacak hiç birşey yoktu, görecek hiçbirşey yoktu, her yerde ve sürekli olarak insanın çevresinde hiçlik, zamandan ve mekândan mutlak anlamda yoksun bir boşluk vardı. İnsan bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu ve onunla birlikte düşüncelerde bir aşağı bir yukarı, bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu, sürekli gidip geliyordu. Fakat sonuçta düşüncelerinde, ne kadar herhangi bir özden yoksunmuş gibi görünürlerse görünsünler, bir destek noktasına ihtiyaçları vardır, aksi takdirde dönmeye ve anlamsız bir biçimde kendi etraflarında çember çizmeye başlarlar; onlarda hiçliğe dayanamazlar. İnsan birşey bekliyordu, sabahtan akşama kadar bekliyordu ve hiçbir şey olmuyordu. İnsan tekrar tekrar bekliyordu. Hiçbirşey olmuyordu. İnsan bekliyor, bekliyor, bekliyordu, düşünüyor, düşünüyordu, şakakları ağrımaya başlayana kadar düşünüyordu. Hiçbirşey olmuyordu. İnsan yalnız kalıyordu. Yalnız. Yalnız… Bir otelde kendine ait bir oda -aslında kulağa çok insanca geliyor, öyle değilmi? Ama inanınki, bizim gibi ‘seçkinleri’ yirmişerli gruplar halinde buz gibi barakalara tıkacakları yerde epeyi iyi ısıtılmış, tek kişilik otel odalarına yerleştirmekle, bizler için yalnızca insani olmakla ilintisiz, fakat çok daha ustaca bir yöntem geliştirmiş oldular. Zira bizden zorla ‘malzeme’ elde etmek için kullanılacak baskının kaba saba dayaklardan veya bedensel işkenceden çok daha ince ve etkili bir üslupla işlemesi öngörülmüştü: Bunun adı, düşünülebilecek en ustaca izolasyonu sağlamaktı. Bize hiçbir şey yapmadılar -sadece bizi en mutlak anlamdaki hiçliğin içerisine yerleştirdiler, çünkü bilindiği gibi dünyada hiçbir şeyin insan ruhu üzerinde hiçlik kadar ağır bir baskı uygulayamaz. Tektek her birimizi mutlak anlamda bir hava boşluğuna, dışarıya tümüyle kapalı bir odaya hapsetmekle, sonunda dudaklarımızın açılmasını sağlayacak baskının dayak ve soğuk aracılığıyla dışarıdan değil, ama iç dünyalarımızdan kaynaklanması amaçlanmıştı. Hayatım boyunca tek bir düşünceye saplanıp kalmış, monoman insanların her türü hep dikkatimi çekmiştir, çünkü bir insan kendini sınırladığı ölçüde sonsuzluğa da yaklaşmış demektir.

    eposta       edit

0 yorum: