25 Ağustos 2012 Cumartesi

Yayınlandı Ağustos 25, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Evde hayvan beslemek

Kucağında minik yün yumağı sevimli sevimli mi küçük köpeklerle gezenlere imrenerek bakıyorum. Ama pittbull köpekleri anlayamıyorum. Zira artık yetiştiriliş tarzından mıdır yoksa genlerinden midir sahibinin dışında herkesi potansiyel olarak düşman görüp saldırabilen bir köpek.

Kediyi de çok severim.Küçük bir yumağın peşinde delicesine koşan bir kedimiz vardı. Onunla oynamaya bayılırdım. Ama kediyle pek fazla yakınlaşmaya gelmez bir anda küçük pençeyi yersin. Ama en rahatsız olduğum her tarafa bulaşan kılları.

Akvaryumda balık beslemeyi ise uygun şartları sağlayamadığımdan olacak balıkların çoğunun ardarda ölmesine üzerine  bıraktım. İyi bir süsleme ile ortama değişik bir renk katıyor ama bakımını titiz yapmak gerekiyor

Bir kaç kere kanarya besledim şimdilerde yine düşünüyorum. Sevimli küçük bir canlının odanın karşısından hızla omzuma iniş yapmasını özledim.
Devamı
    eposta       edit

19 Ağustos 2012 Pazar

Yayınlandı Ağustos 19, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Vasatlığın hikayesi

 Prof. Dr. Sabri Ülgener'in "İktisadi Çözülmenin Ahlaki ve Zihniyet Dünyası" adlı dev eserinde, vasatlığın izini sürüyor. Ülgener'e göre, Osmanlı'nın en parlak döneminde bile gelecek kaygısızlığı ve durgun-atıl hayat anlayışı ve ortalama bir hayat tarzı egemen değerler olarak kabul görüyordu.Evliya Çelebi, rekabeti, "yaran payına sarkmak" (arkadaşı çelmelemek) olarak niteliyordu.

Feridittin Attar, Pendname'sinde esnafa, "Pazara geç git ve erken dön" uyarısını yapıyordu. XVI: yüzyılın ahlak bilginlerinden Kınalızade ise "fazla emek harcamayı bir eksiklik" olarak görüyor ve "Erdem ılımlı ve vasat olmaktadır" diyordu.

Euler ve Lagrange'ın matematikte çığır açtıkları dönemde (1750-1800), bu bilginlerle aynı çağda yaşamış Şair Sümbülzade Vehbi, oğluna şu öğüdü veriyordu: "İtibar eyleme hendeseye Düşme ol daire-i vesveseye" Bugünkü durumumuzdan atalarımızın, dedelerimizin öğütlerine büyük ölçüde kulak verdiğimiz anlaşılıyor. Geometri ile uğraşmayı bir kuruntu döngüsü sayan zihniyet, günümüzde de jeofizik, sismoloji, zemin mekaniği ve mukavemet gibi depremin hasarını hafifletecek bilim dallarının uyarılarını kulak arkası edebiliyor.21. yüzyıldaki, yeni bin yıldaki geleceğimizi, sıradanlığa, kalitesizliğe ve saygısızlığa teslim olmayanlar kurtaracak.İnsan haklarının derinlere kök salması, yeni bir sorumluluk kültürünü yeşertecek. Demokrasinin, yaygınlaşması ile beynimizdeki yaratıcılık potansiyeline tam yol verecek. Vasatlık standart olmaktan çıktığında, bizim de Nobel ödüllü bilim adamlarımız, sporun her dalında dünya şampiyonlarımız olacak 

Faruk Türkoğlu

Devamı
    eposta       edit

16 Ağustos 2012 Perşembe

Yayınlandı Ağustos 16, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Başarı yolundaki engeller


 
Sosyal-psikolojik rahatsızlıklardan doğan sorunlar gelişme hızımızı kesip başarıya giden yolda önümüze engeller çıkartıyor. Yazar Faruk Türkoğlu aşağıda alıntıladığım güzel makalesinde kişilerin ve toplumların çok değerli yıllarını çalan bazı sosyal ve psikolojik rahatsızlıkları ele almakta.


Başarıya giden yol, engeller ve tuzaklarla dolu. Kişilerin, kurumların ve ülkelerin gelişmesi onundeki bazı engelleri ise bizler koyuyor, bazıları da sosyal-ekonomik ortamdan kaynaklanıyor. Sosyal-psikolojik rahatsızlıklardan doğan sorunlar, gelişme hızımızı kesiyor, dinamizmi kırılganlığa dönüştürüyor, enerjimizi kilitliyor. Bu sorunları zaman icinde çözmeden başarıya ulaşmak çok zor. Geçmişin ruhumuzdaki, beynimizdeki ipotekini kaldırmadan geleceğe hazırlanmak imkansız.


Bu nedenle yalnız basarılı olmanın koşullarını değil, arada bir de hayatımızı zorlastıran ve hızımızı frenleyen rahatsızlıkları da büyüteç altına almak gerekiyor. Çünkü bunlar herkesin hayatını dönem dönem etkiliyor. Bazen de salgın hastalık gibi hızla yayılabiliyor. Aşağıda kişilerin ve toplumların cok değerli yıllarını çalan bazı sosyal ve psikolojik rahatsızlıkları kısaca ele alacağız:

Travma sonrası stres: Kişisel ve toplumsal hayatta yaşanan felaketlerin, şokların ve örselenmelerin ardından gelir. Türkiye gibi hareketli ve hızlı değişen bir ülkede, gelişmiş ülkelere göre daha fazla rastlanır. Demokrasinin derinleştirilmesi ve insan haklarına saygı travmaların kalıcı izler bırakmasını önleyebilir.

Kuralsızlık (Anomi) : Yaşadığı ortamı değiştirenlerde, örneğin köyden kente veya Turkiye'den diğer bir ülkeye göçenlerde görülür. Göç eden kişi, ardında bıraktığı kırsal kesimin yüzyıllar boyu oluşmuş zengin kültürü ile köprüleri atmıştır ama kent kültürünü de henüz özümsememistir. Kuralsız kişilere, otosunu emniyet şeridinde surerken, kuyruklara yandan kaynamaya çalışırken rastlarsınız. Kişi, göç ettiği yerde ancak 20-25 yil yaşadıktan sonra bu hastalıktan kurtulabilir.

Sinir kişilik rahatsızlığı (borderline): Bu rahatsızlık son zamanlarda moda oldu. Özellikle hayata atılmak üzere olan gençleri etkisi altına alıyor. Bu rahatsızlık, aktif istikrarsızlık, dengesizlik, çevredeki olay ve insanlara aşırı duyarlılık, kendine güvensizlik, kronik bir "boşluk duygusu" ve bir uçtan diger uca savrulma gibi belirtilerle kendini gösteriyor. Belirsizlik ve kararsızlık,ortamı da rahatsızlığı körüklüyor. Ekonomik ve toplumsal planda ise bu semptomlar, zaman zaman hepimizde görülüyor. Bir an ekonomının geleceğini aydınlık görebiliyoruz, kısa bir süre sonra sonu gelmeyecek bir krize girdiğimizi ve batmaya basladığımızı düşünebiliyoruz.

Aşırı rasyonalizasyon: William Glasser'in tanımladığı bu rahatsızlığı tutulanlar toplumdaki aksaklıklar uzerine surekli konuşur, fikir yürütür, firsat bulduğunda tartışır. Ancak iş eyleme, bir şeyler yapmaya geldiğinde frene basar. Bu tip, hayattan korkusunu konuşarak gizlemeye gayret eder. Genelde zararsızdır ama bu kişinin parlak sözlerine kanıp peşinden gidenleri hayal kırıklığına uğratır. Bunların bazılarını TV kanallarında sık sık görebilirsiniz. Konuşmaların mantıksızlaşması durumunda ise "logore" (laf ishali) teşhisi gecerli olur.

Manipulatif kisilik: Kendisini çok mükemmel gördüğü için hayatını başkalarını "adam etmeye" adamıştır. Diğer insanların kişiliklerini, özlem ve istemlerini yok sayar. insanları motivasyonla gütmeyi, istedikleri noktaya sürüklemeyi isteyenler de bu gruptandır. Bu tip kişilerin en olumlu olanları, kendilerini diğer insanlardan üstün gördüğü "hoşgörü" kelimesini çok sık kullanır. Küçük-büyük zengin-yoksul her insana, her canlı varlığa ve doğaya "saygı" duymayı öğrenen kişi ise bu rahatsızlıktan kolayca sıyrılır.

Sosyal mazohizm: Bizde çok yaygındır. Bu rahatsızlığa tutulan kişi, içinde yaşadığı toplumu ve çevresindekileri hep cahil, tembel ve kötü olarak görür. Göruşlerini sık sık "Bu millet adam olmaz.", "Millet değil illet" ve "Eller aya, biz yaya" gibi klişe laflarla özetler. Psikologlar, bu kişilerin kendi başarısızlıklarına mazaret bulmak icin herkesi kötü ve başarısız olarak göstermek istediklerini söylüyor.

Kronik bağımlılık: Bu kişilik bozukluğunda kişi, kendi kişisel gelişim ve başarısı için hep başkalarının desteğini arar. Kendi potansiyelini gelistirmekten ve var gücüyle çalısmaktan kaçan bu kişi, işler kötü gittiğinde ve basarısız olduğunda baskalarını suclar. Suçlu, ailede baba, isyerinde mudur, toplumda ise devlettir. iyice kizdiklarında 'Nerde bu devlet!?" diye bağırırlar.

Depresyon: Bu terim hem ekonomide hem de psikolojide çöküntü, hareketin yavaşlaması anlamına geliyor. Durgunluk kelimesi de her iki alanda benzer anlamlar taşıyor. Son 15 yilda 2 depresyon ve 4 durgunluk yılı yaşanması ve bunların ardından gelen işsizlik, yoksulluk, kişilerin ruhsal durumlarını da bozuyor. Morali bozulan insanlar ise ekonomının temposunu düşürüyor. Depresyonun bir belirtisi de kendini kötülemedir. Depressif kişiler, ikide bir "Uçurumun eşiğindeyiz", "Ekonomi bıçak sırtında", "Köşeye sıkıştık" ve "Bıçak kemiğe dayandı" gibi cümleleri kullanır.

Karizma tutkusu: Bir kişinin fikirlerine ve eylemlerine bakmadan büyüsüne kapılma hastalığı, toplumların başına büyük dertler açabiliyor. Kitlelerin olağanüstü yetenek ve güce sahip olduğunu varsaydıkları kişinin peşinden gitmeleri, coğunlukla büyuk yıkımlara neden oluyor.

Aşırı fedakarlık: Kendini değistirmeden, bilgi ve beceri duzeyini yukseltmeden, başkalarını ve toplumu değistirmeye soyunanlar, ne vatanı kurtarabiliyor ne de kendilerini. Kendi hayatını yaşamadan, çevresindekiler için saçını süpürge edenler, gençliklerini harcayanların payına yalnız pişmanlık ve unutulma düşüyor. Kendini kurban edenlerin sonradan bu fedakarlıkları başa kakması ise yapılan iyiliklerin değerini iyice duşürüyor.

Nedensiz iyimserlik: Somut gerçek ve analizlere dayanmadan ve gerekçe göstermeden işlerin iyiye gittiğine inanmak da bir tür ruhsal rahatsızlıktır. Nedensiz iyimserler, Çetin Altan'ın Türk'ün Türk'e propagandası diye nitelediği övgüleri pek sever. Bu kişiler toplumda egemen olursa, ülkelerarası refah yarısında her 15 yılda bir tur kaybetmek kaçınılmaz olur.

Paranoid ve mantıksız korku: Elbette her ülkenin dostları da düsmanları da vardır. Her ülke belirli dönemlerde kompolar ve entrikalarla karşı karşıya kalır. Paranoid anksieteye kapılan kişiye göre ise cevredeki, hatta dunyadaki her ülke, her zaman düsmandır... Türkün Türkten baska dostu yoktur, dıştaki ve içteki düşmanlar her an yeni bir kumpas, komplo ve tuzak hazırlamaktadır....

Karamsarlik: 2000 yıl önce bu topraklarda boy vermiş melankoliye, biraz Doğu Akdeniz hüzünü, biraz da Ortadoğu'nun melalini katın. Ekonomik ve toplumsal sorunların ortaya çıkardığı, korku, endişe, tedirginlik ve bıkkınlığı da bunlara ekleyin. Şarkılarımızdaki yeis, elem, kasvet ve hicranı, türkülerimizdeki dertleri, yara ve sızıları hatırlayın. Bunlar yetmezse, kuruntu, vehim ve vesveseleri ortaya dokun. Ayrıca, medyadaki kış köşelerindeki günlük endişe, kaygı ve hüsran üretimini dikkate alın. İşte size milyonlara "hiç bahar yaşamamış güz gülü...", milyonlarca karamsar insan... Karamsar insanın semtine, cesaret, azim, sebat gibi pozitif duygular uğramaz. Karamsarlık damarlarda akan kanı soğutur, enerjiyi, dinamizmi, umudu ve yaratıcılığı yok eder. Durmadan sızlanan, eleştiren, şikayet eden insanlar, sorunları yenmenin, başarının, gelişmenin tadını tanıyamaz. Karamsarların çoğunlukta olduğu bir toplumda, olumsuz kehanetlerin büyük bölumun gerçekleşmesi de ister istemez kaçınılmaz olur...

Faruk Türkoğlu, Sabah Gazetesi, 2001



Devamı
    eposta       edit

14 Ağustos 2012 Salı

Yayınlandı Ağustos 14, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Pozitif bir bakış açısı için öneriler

İnsanlara ve hayata "gerçekci" gözlerle ama son noktasına kadar da "pozitif" bir yaklaşımla bakmayı deneyin. Negatif bakış açısı bazen haklı çıkar ama hiç bir sey kazandırmaz, başarıyı getiremez.
-En olumsuz ve en zor durumda bile kişinin yapabileceği bir şeyin olduğunu hic unutmayın.
-Kendinize karsı ne şahin olun ne güvercin... Zaaf ve erdemlerinizin bilincinde olarak içinizdeki potansiyel gücü, dinamizmi hayata gecirin.
-İnsanımıza ve ülkenize güvenin. insanımızın ve ülkemizin diğer ülkelerden ve insanlardan bir eksiği yok. Eğitim düzeyini yükselten, üretkenliğini ve verimliliğini artıran, çağın getirdiği firsatları değerlendiren her ülke gibi Türkiye de kalkınabilir.
-Üçüncu sayfaların şok haberlerin, gündeme bomba gibi duşen olayların sizi esir almasına izin vermeyin. Herseyin kötüye gittiği, en kötünün buralarda olduğu düşüncesine sakın kapılmayın. Bir ornek: 100 bin nufus başına bir yıldaki cinayet sayisi istanbul'da 35 iken, New York'ta 125'tir.
-Geleceğinizi önce kendi beyninizde kurmaya gayret edin. Aksi takdirde başkalarının yazdığı senaryolarda figuran rolünü ustlenmek zorunda kalabilirsiniz.
-Değişime en iyi şekilde uyum göstermek için neyin nasıl ve ne hızla değiştiğine kafa yorun.
-Sizi başarının yörungesinden çıkarabilecek kin ve şiddetten mümkün olduğunca uzak durun. içimizdeki en ufak bir öfke ve kin kırıntısının insandan insana dolaşarak, bir gun şiddet olarak kendinize ve sevdiklerinıze döneceğini unutmayın. Yureğinizdeki nefret ve düsmanlık duyguları, bendinden taşmak uzre öldüğünda yunus Emre'nin su mısralarını içinizden tekrar edin: "Giderdim gönlumden kini / Kin tutanın yoktur dini..."
-Öğrendiğimiz her bilgi, tanıdığımız her insan, gelecek için beslediğimiz her umut, bizi ruhumuzdaki labirentlerden, girdaplardan, karabasanlardan ve kör kuyulardan kurtaracak. Düşünerek, üreterek, ve verimliliğimizi yükselterek, duygularımızıdaki kilitlenmeleri açacağız.
Faruk Türkoğlu, Sabah Gazetesi, 2001

Devamı
    eposta       edit

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Yayınlandı Ağustos 13, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

soğuk suda kalma rehberi

-Titaniğin 1912 yılında batması sonucunda 1489 kisi 0 derecede 50 dakika içinde donarak ölmüşlerdir. Sayılamıyacak kadar yaşam soğuk havayla nasıl mücadele edileceğini bildikleri için kurtarılabilmişlerdir,genelde kurtulanların çoğu lifeboatların içindekiler olmuşlardır.

-ikinci dünya harbinde 30.000 kisi boğularak ve hypothermia dan ölmüşlerdir.

Önemli olan şey soğuk havanın siz nasıl etkileyeceğini bilmenizdir. Vücut yavaş yavaş işlemlerini kaybeder,durgun suda 5C derecede normal giyinmiş bir insan üç saat hayatta kalabilir. Basit kendinize yardımcı olacak tekniklerle bu zamanı uzatabilirsiniz. Özellikle can yeleği giyiyorsanız.

soğuk suda kalma rehberi pdf ekitap

Devamı
    eposta       edit

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Yayınlandı Ağustos 04, 2012 gön: Celal Yeşilyurt ve 0 yorum

Gerçek sevgi

    eposta       edit