Dünyanın ve insanın yaratılışı konularının, Kuranı Kerim' de birçok ayette tüm ayrıntılarıyla ele alındığı görülüyor, özellikle ceninin anne karnındaki oluşumu ile ilgili ayetler çağdaş bilgilerle tıpatıp benzerlik gösteriyor. Aşağıdaki yazıda Cem Çobanlı'nın bir incelemesini sunuyoruz.
Kainatın yaratılışı
Yaratılış konusu, insanın ve yaşamın başlangıcı olarak kabul edildiği için, hemen hemen tüm kutsal kitaplarda yer alır. Tevrat'taki ve Kuranı Kerim'deki yaratılış ile ilgili ayetler arasında büyük benzerliklere rastlanır. Sözgelimi Tevrat'ta, Allah'ın yaratılışı altı günde tamamladığı yazılıdır.
Altı günde yaratılmak ne demektir? Tevrat'ta haftanın günlerine benzetilerek, yaratılışın altı günde gerçekleştiği ve cumartesi günü olan yedinci günde Tanrı'nın dinlenmeye çekildiği anlatılır. Prof. Maurice Bucaille, M.Ö. 6. yüzyılda Yahudi din adamlarınca seçilen bu anlatım biçimi, cumartesi günlerinin tatil günü olarak kullanılmasını teşvik etme amacını taşıyor diyor. Prof Bucaille şöyle diyor:
Tevrat tarafından böylece anlaşılan "gün" sözcüğü, yeryüzünde yaşayan bir kişi için, Güneş'in art arda iki kez doğuşu ya da batışı arasında kalan zaman parçasını ifade eder. Bu şekilde belirlenen gün, yeryüzünün kendi çevresinde dönüşü ile oluşur. Şurası son derece açık ki, mantık yönünden, bu anlamdaki günlerden, yaratılışın başlangıcında söz edilemez. Çünkü günün ortaya çıkış mekanizması, yine Tevrat' taki anlatımlara göre, yaratılışın ilk aşamasında henüz gerçekleşmiş değildi.
"6 günde yarattı"
Altı günde yaratılmak ifadesine Kuranı Kerim'de de rastlanır: "Rabbiniz o Allah'tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı." Altı günlük yaratılış süreci, Tevrat ile Kuranı Kerim'deki birçok paralel anlatımdan sadece birisidir. Fakat burada sözcükler üzerinde yapılacak küçük bir inceleme, bazı farklılıkları ortaya koyacaktır.
6 uzun devre
"Gün" sözcüğü, bugün kabul edilen anlamda, Güneş'in doğuşuna ve batışına göre belirlenen, 24 saatten ibaret bir süreç olabilir mi? Türkçe'ye "gün" şeklinde çevrilen Arapça "yevm" (çoğulu eyyam) sözcüğünün birçok anlamları vardır. Gün, yıl, yüzyıl devre. Nitekim Kuranı Kerim in başka ayetlerinde de Yine yevm sözcüğünün kullanıldığı ifadelerin yer aldığı görülüyor.
“Sonra tüm işler, sizin hesabınıza göre 1000 yıl kadar süren bir günde (yevmin) O'na yükselir." (Secde suresi:32, ayet:5).
"Melekler ve ruh miktarı 50.000 yıl olan bir günde (yevmin) O'na çıkarlar." (Mearic suresi:70, ayet:4).
Görüldüğü gibi, Kuranı Kerim'in kendisi gün ile ifade edilen olgunun son derece izafi olduğunu ortaya koyuyor. Tüm bunlardan sonra yaratılışın altı aşamadan oluşan ve tam olarak saptanamayacak uzun zaman parçaları içerisinde oluştuğu belirtiliyor. Birçok Kuranı Kerim yorumlayıcısı, gün ya da günler şeklinde açıklanan yevm sözcüğünün uzun devreleri ya da çağları anlatmak istediği konusunda ısrar ediyorlar.
Bu durumda içinde bulunduğumuz evrenin yaratılışının, altı rakamıyla ifade edilen, altı uzun zaman diliminde gerçekleştiğini düşünmek mümkün. Çağdaş bilim ise Dünyanın ortaya çıkışının "6 tane 24 saat" içinde olamayacağını kesinlikle kabul ediyor. Fakat bununla birlikte altı uzun zaman devresi ile ilgili bir bilimsel bulgu da şimdilik söz konusu değil.
Duman halindeki gök
Kuranı Kerim'in iki ayetinde daha Dünya'nın oluşumuyla ilgili bilgiler verildiği öne sürülüyor:
"İnkâr edenler görmediler mi ki, göklerle yer bitişik idi. Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık." (Enbiya suresi:21, ayet: 30).
"Sonra göğe yöneldi ve o duman halindeydi." (Fussilet suresi:41, ayet: 11).
Buradaki ifadeler çağdaş bilimsel yaklaşımlar ile son derece benzerlik gösteriyor. Bazı araştırmacılar, göklerle yerin bitişik olmasının yeryüzünde atmosferik koşulların henüz oluşmadığı bir döneme işaret ettiğini belirtiyorlar. Bunların birbirinden ayrılmaları ve her şeyin sudan yaratılmış olması ise, atmosferin oluşması ardından da su buharının oluşmasını anlattığı söyleniyor.
Çağdaş bilgiler
Alman bilim adamı Kupier'in 1944'te öne sürdüğü teoriye göre, yaklaşık 5 milyar yıl önce güneş ve gezegenler dumanı andıran bir gaz kütlesi halindeydiler. Sonra bu bulutsu (nebuloz), çekim gücünün etkisiyle dönmeye ve soğumaya başladı.
Çekimin etkisiyle bazı parçalar kopup, ana kütlenin çevresinde dönmeye devam ettiler. Zamanla bu parçalar soğudu ve yoğunlaştı. Güneş ısı ve ışık verecek duruma gelince gezegenleri kuşatan hidrojen ve helyum gazları uçtu ve gezegenler şekillenmeye başladı. Sonunda daha da soğuyup bugünkü biçimlerini aldılar.
Diğer dünyalarda yaşam
Bazı Kuranı Kerim yorumlayıcıları ve Dünya dışı yaşam araştırmacıları Kuranı Kerimde evrendeki diğer dünyalarda da yaşam olduğunu vurgulayan ayetler olduğunu öne sürüyorlar:
"Göklerin ve yerin yaratılışı ve onlardan canlıların üretilip yayılması, O'nun alametlerindendir" (Şura suresi:42, ayet:29).
"Allah O'dur ki yedi göğü ve yerden de sayıca onlar kadarını yarattı. Allah'ın emri bunlar arasında yukarıdan aşağıya doğru iner durur ki, O'nun her şeye kadir olduğunu ve bilgisinin her şeyi kuşattığını bilesiniz." (Talak suresi:65, ayet: 12).
Bu durumda Kuranı Kerim'de üç tür varlıktan söz ediliyor: Göklerde bulunan varlıklar, yerde bulunan varlıklar ve göklerle yer arasında bulunan varlıklar.
50.000 zeki uygarlık

Amerikalı bilim adamı, gökbilimci ve egzobiyolog Prof. Carl Sagan Samanyolu Galaksisi'nde 100 milyar yıldızın bulunduğunu belirtiyor. Kuşkusuz bunların bir de sayılarını bilemeyeceğimiz kadar gezegenleri var. Prof. Sagan'a göre, her 2000'de bir gezegende, en azından Dünya ile ortak özellikler taşıyan uygarlıklar var. Bunlar bizim ölçülerimize göre gelişmişler ve bizimle aynı zamanı kullanıyorlarsa, galaksimizde en azından 50.000 tane bizden daha ileri uygarlığın olması gerekiyor.
İnsanın üremesi
خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍۚ
Biz sizi asılıp, tutunan bir şeyden yarattık. (Alak suresi ayet:2)
Kuranı Kerim'deki çeşitli ayetlerde, ceninin anne karnındaki oluşumundan önceki ve sonraki durumları ayrıntılı olarak anlatan, son derece ilginç ayetler olduğu belirtiliyor. Bilindiği gibi insanın üremesi, diğer memelilerde de olduğu gibi bir dizi gelişmelerle sağlanır. Bunların başında kadınların âdet dönemlerinde, yumurtalıklarından ayrılan bir yumurtacığın, "Fallop Borusu" adı verilen kanalda döllenmesi yer alır. Dölleyici unsur, bir sperm hücresidir.
Bu durumda döllenmeyi sağlamak için son derece fazla miktarda sperm hücresi içeren meninin çok az bir miktarı yeterlidir. Döllenmiş yumurtanın döl yatağına yerleşmesi, dişi cinsel organın belirli bir noktasında meydana gelir. Yumurta, kanal içinden dölyatağına iner. Çok geçmeden onun mukozasına (sümükdokusuna) ve kasına yerleşerek, plasentanın oluşmasından sonra ve onun sayesinde, kelimenin tam anlamıyla oraya asılır. Embriyon çıplak gözle görülebilir hale geldiğinde, küçük bir et parçası görünümündedir. Bunun tam ortasında, önceleri bir insanın bulunduğu fark edilmez. Embriyon, orada yavaş yavaş ve art arda birtakım aşamalar geçirerek gelişir.
Kuranı Kerimde anlatılıyor
Bu açıklamalardan sonra ilgili Kuranı Kerim ayetleri incelendiğinde gerçekten şaşırtıcı bir benzerliğe rastlanıyor:
"Allah sizi çeşitli merhaleler halinde yarattı." (Nuh suresi:71, ayet: 14).
"Allah insanı bir damla sudan (meniden) yarattı." (Nahl suresi: 16, ayet:4). Buradaki nutfe sözcüğü meni anlamında kullanılmaktadır ve akmak, sızmak anlamına gelen bir fiilden türetilmiştir. Dr. Maurice Bucaille'e göre, nütfe sözcüğü, boşaltılan bir kovadan kalan bir şeyi ifade ediyor. Bu durumda son derece az miktarda bir sıvıyı belirtir ki, sözcüğün ikinci anlamı olan "su damlası" ya da "meni damlası” buradan kaynaklanmaktadır. Nitekim:
"İnsan dökülen meniden bir nutfe değil miydi?" (Kıyamet suresi:75, ayet:37) ayetindeki meni sözcüğü, sperm demektir.
Bir diğer ayette de söz konusu damlanın, sağlam ve sabit bir yere yerleştirildiği bildirilir.
Bu da muhtemelen anne karnıdır.
"Sonra onu, bir damla meni olarak sağlam ve sabit bir yere yerleştirdik”(Müminun suresi:23, ayet:13)
Yumurta, fallop borusunda döllenince dölyatağı oyuğuna yuva yapmak
üzere iter. İşte yumurtanın yapışması denilen durum budur. Kuranı
Kerimde, döllenmiş yumurtanın yerleştiği yer, bugünde kullanılan adıyla
belirtilir:
"Dilediğimizi belirlenen bir süreye kadar rahimlerde tutarız” (Hacc süresi 22, ayet 5)
Fetoskopi yöntemi ile çekilen 107 günlük bir ceninin fotoğrafı (üstte).
Sanki fotoğrafı çeken, Dr. Rudiger Rauskolb'a selam veriyor (üstte).

Parmağını emerken de sakin bir şekilde uyuyor gibi görünüyor (üstte).
Yumurtanın yapışması
Yumurtanın dölyatağına yerleşmesi, onun pürtüklü özelliği sayesinde gerçekleşir.Bu pürtükler, yumurtanın gerçek uzantıları olup, toprağa yerleşen kökler gibi, yumurtanın gerekli gelişimini sağlamak amacıyla, ihtiyacı olan elemanları almak üzere organın derinliklerine doğru inerler. Bu oluşumlar, yumurtayı dölyatağına "yapıştırırlar." Tüm bu bilgilerin edinilmesinin ise, ancak çağdaş dönemlerde gerçekleştiği vurgulanıyor.
"Asılıp tutunan bir şey”
Bu yapışma olayı ise Kuranı Kerim'de beş kez anlatılır. "Oku, yaradan Rabbinin adıyla oku.O, insanı asılıp, tutunan bir şeyden yarattı (Alak suresi: 96, ayet: 1,2).
Burada kullanılan “asılıp tutunan bir şey" Arapça metindeki "alak" sözcüğünün karşılığı, olarak kullanılmaktadır. Çeşitli anlamları olan bu sözcüğün ilk anlamı, "sakız"dır. Diğerleri ise, asılmak, yapışmak, tutunmak, ilişken nesne. Fakat bu ayet Türkçeye çevrilirken nedense, "kan pıhtısı" gibi yanlış bir anlam veriliyor. Zaten yeni yeni oluşmakta olan bir insan varlığının, ilk yaşam belirtilerini edindiği bir sırada pıhtılaşmış kandan söz etmek son derece anlamsızdır. Sperm damlasından (nutfe) başlayarak son aşamaya kadar cereyan eden gelişmeler Kuranı Kerim'de şöyle anlatılır:
"Biz sizi asılıp, tutunan bir şeyden yarattık." (Hacc suresi:22, ayet:5).
"İnsan, dökülen meniden bir damla değil miydi? Sonra o asılıp tutunan bir şey oldu. Böylece Allah onu yarattı ve sonradan ona düzgün bir şekil verdi(Kıyamet suresi:? 5, ayet: 37,38)
" Sonra nutfeyi asılıp tutunan bir şeye dönüştürdük, derken asılıp tutunan şeyi bir ete dönüştürdük, sonra (çiğnenmiş gibi olan) etten kemikler yarattık ve kemiklere de (taze et gibi olan) bir et giydirdik" (Müminun süresi:23, ayet: 14).
"Çiğnenmiş et gibi"
Metinde geçen et sözcüklerine Arapça aslında farklı anlamlar veriliyor. Bu ayrım gerçekten de ilginçtir. Çünkü, embriyon başlangıçta küçük bir kitledir. Gelişmesinin belirli bir döneminde, çıplak gözle bakıldığında çiğnenmiş et (Arapçası mudga) görünümünde olduğu anlaşılır. Kemik sistemi, bu kitlenin içinde mezoderm adı verilen yerde gelişir, işte Kuranı Kerim"de, bundan sonraki aşama için, yani kasların gelişimiyle ilgili olarak "lahm" sözcüğü (taze et gibi) kullanılır.
Hem oranlı hem değil
Öte yandan, bilindiği gibi, embriyonunun gelişimi sırasında bazı kısımlar, insanın ileride alacağı durumla oranlı bir büyüme gösterirken, bazı kısımlar da tamamen oransız bir şekilde gelişir. Sözgelimi baş, önceleri oldukça iridir. Bu durum da bir ayette son derece açık bir biçimde tasvir edilir:
"Biz sizi asılıp tutunan bir şeyden, hem oranlı ve uygun (muhallaka) hem de oransız ve uygun olmayan (gayr-i muhallaka) bir et parçasından yarattık." (Hacc suresi:22, ayet:5)
19. yüzyılda anlaşıldı
Prof. Dr. Bucaille şöyle diyor. "Kuranı Kerim deki tüm bu ifadeler çağdaş dönemde saptanmış bilgilerle karşılaştırılmalıdır. Kuranı Kerimdeki anlatımların çağdaş bilgilerle uygunluğu gün gibi ortadadır. Fakat öte yandan Kuranı Kerim'in verildiği zamanın insanlarının bu konular hakkında, Kuranı Kerim’de açıklanan bilgilere benzer görüşler taşımaktan ne kadar uzak olduklarını hesaba katmak için böyle bir karşılaştırma yapmak şarttır. Tüm dünyada bu konulara ilişkin açık bir görüşe sahip olmak, ancak 19. yüzyılda mümkün olmuştur."
Prof. Dr. Maurice Bucaille, "Kitabı Mukaddes, Kuran ve Bilim" adlı kitabında şöyle diyor:
"Bu
bilgiler çağımızdaki yorumlara uygun olmakla birlikte, Hz.
Muhammed'in zamanında yaşayan bir insanın, hakkında , en küçük bir fikir
sahibi bile olamayacağı konulardır. Bu tür bir metinle karşılaşan bir
insanı öncelikle etkileyen nokta, ele alınan konuların
bolluğudur.Yaratılış, insanın üremesi, jeoloji, gökbilim, hayvanlar
âlemi. Kitabı Mukaddes'te çok büyük bilimsel hatalar bulunduğu halde
burada bir tek yanlışa bile rastlayamıyorum.
Bu da kendi kendime şu soruyu sormamı gerektiriyor:
Eğer
Kuranı Kerim'i yazan, bir insan ise, bu kişi 7. yüzyılda, bugün çağdaş
bilimsel sonuçlara uygunluğu ortaya çıkan bu bilgileri nasıl yazmıştı?
Nasıl
olur da, önceleri okur yazar olmayan biri; Hz. Muhammed, edebi değeri
bakımından, bütün Arap edebiyatının bir numaralı yazarı haline geldikten
başka, o devirde hiçbir insanın bilemeyeceği bilimsel gerçekleri hem de
bu açıdan en küçük hatalı bir ifade kullanmaksızın anlatabilir?"
(Daha fazla bilgi için
-Kitabı Mukaddes, Kuran ve Bilim, Prof.Dr.Maurice Bucaille, Türkiye öğretmenler Vakfı, 1981.
-Kuranı kerim ve modern ilimler, Celal Kırca ,Marifet yayınları
-Kuran En Büyük Mucize, Ahmet Deedat ve Edip Yüksel, inkılap Yayınevi, 1983)
Mucize sürecek
Kuram Kerim deki bilimsel mucizenin sonu yok gibi görünüyor. Bugün bilimin henüz çözemediği, fakat yoğun bir şekilde incelediği birçok konu var: Kara delikler, zaman ve zaman yolculukları, ışık hızında yolculuklar, takyonlar, uzun ömürlülük gibi...
Belki de yıllar sonra bilim adamları bu konuları çözdüklerinde, Kuranı Kerim'in 6000'den fazla ayeti arasında bu konulara ilişkin yüzlerce yıllık bilgilere rastladıklarında buna hiç şaşmamak gerekecek.
Cem Çobanlı-Bilinmeyen Dergisi