31 Aralık 2025 Çarşamba

Yayınlandı Aralık 31, 2025 gön: ve 0 yorum

Kuranı Kerimin derinliklerine yolculuk


Kuranı kerim de gökbilim, botanik, zooloji, biyoloji ve Dünya'nın doğal yapısıyla ilgili pek çok ayetler var. Bu yazıda bunlara ışık tutuluyor.

KURANI KERİM, yüzyıllardan beri, pek çok konunun ilham kaynağı oldu. Dünyadaki binlerce kitaplıkta, Kuranı Kerim'le ilgili sayısız eser bulunuyor. Tefsir, hadis, fıkıh, Kuran Kerim'e doğrudan bağlı bilim dalları­dır. Ayrıca, Kuranı Kerim felsefe, mantık, gramer, şiir ve roman konularında sayısız esere yön vermiş ve etkilemiştir. Binlerce bilim adamı, on dört yüzyıldan bu yana, sanki bir denize dalar gibi Kuran'ın derinliklerini arıyorlar. Fakat şurası biliniyor ki, henüz bu denizin dibine ulaşılamadı. Hatta bu ben­zetme Kuranı Kerim'in içinde de yer alır:

"Rabbimin kelimelerini yazmak için deniz­ler mürekkep olsa, Rabbimin kelimeleri tüken­meden, denizler tükenir. Denizlere destek olsun diye bir mislini daha getirsek, yine yetmez." (Kehf süresi ayet 109)

Eski sözcüklerle yeni bir sistem

Kuranı Kerim'de kullanılan Arapça sözcükle­rin hemen hepsi İslam öncesi dönemde de kullanılıyordu. Bu sözcükler, vahiyden sonra kullanılmaya başlanınca, ortaya yepyeni bir durum çıktı.

Aslında, sözcükler 7. yüzyıldan beri kulla­nılıyordu. Ama anlamları değişikti. İslamiyetle, özellikle Kuran'la birlikte, aynı sözcükler kullanıldığı halde, yepyeni bir sis­tem ortaya çıktı. Bu sistemin içinde sanki olmayan yoktu!

Uzayda olanlar 

 

 Kuranı Kerim birçok konuda olduğu gibi, evrenin gizemine de ışık tutuyor. Galaksilerin dengeleri ve aralarındaki ölçülü uzaklıklar, Allah'ın emrindeki kozmik güçler tarafından sağlanıyor (üstte).


"Gökleri, gördüğünüz gibi, direksiz yükselten, sonra arşa hükmeden ...Allah'tır." (Ra'd Suresi - Ayet: 2)

"Buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için göğü O'nun tuttuğunu görmez misiniz?"(Hacc Suresi - Ayet: 65).

 Bu iki ayet, evrendeki düzeni işaret ediyor. Bilindiği gibi, gökcisimlerinin, yani gezegen­lerin, yıldızların ve galaksilerin birbirlerine olan uzaklıkları ve büyüklükleri orantılıdır. Uzaklık çekim güçlerini etkiler. Gökcisimleri, birbirlerine yakın oldukları ölçüde çekim dengesi sağlarlar. Bu dengede olabilecek en küçük bir değişiklik, çarpışmalara ve evrensel facialara neden olabilir. Yani, gök kütleleri aralarında maddi destekler olmadan O'nun (Allah'ın) emrindeki kozmik güçler tarafın­dan dengede tutulurlar.

Evrenin genişlemesi

"Göğü gücümüzle biz kurduk: Biz onu genişle­tici kudrete sahibiyiz." (Zariyat Suresi - Ayet:47

Bu ayet, evrenin genişlediği teorisi ile ilgi­lidir. Temel varoluş kuralı, uzaklıktır. Astro­fizikte evrenin yaratılışındaki temel kavram budur. Dağılan parçacıklar kuramı, bir diğer görüştür. Sabit bir sonsuz enerji noktasından, dairesel kuşaklar halinde dağılmalar ve geniş­lemeler oluşmaktadır. Sonuçta, evren sürekli olarak genişlemektedir.

Modern astrofizik, bu genleşmenin baş­langıç anının on milyar ışık yılı önce olduğunu kabul ediyor. Bu ölçü, madde evreninin yarı­çapıdır. Son araştırmalarda, radyo-teleskoplar bu genleşme hızının, ışık hızına yakın bir hızla sürdüğü düşüncesini kuvvetlendiriyor. Böylelikle sürekli bir yaratılış oluşuyor.

İslam düşünürü Muhiddin Arabi, "Füsus'ül Hikem" adlı eserinde Allah'ın devamlı var ediş sıfatı­nın (Hallak sıfatı) aralıksız sürdüğünü anlatır.

İnsanın uzaya çıkması

"Ey cin ve insan toplulukları: Göklerin ve yerin çevresini aşmaya gücünüz yetiyorsa geçin; ama Allah'ın verdiği bir güç olmaksızın geçemezsi­niz." (Rahman Suresi - Ayet: 33).

Fransız yazar-araştırmacı, Prof. Dr. Maurice Bucaille'ye göre, bu ayet mistik bir anlam taşımıyor. Allah görünmez varlıklar olan cin­lere ve insanlara hitap ediyor. Geçip, başka âlemlere gidilebileceği, ama bunu yapacak insanların ve cinlerin, Allah'ın verdiği bir güce muhtaç oldukları anlatılıyor.

Bu güç nedir? Günümüz uzay teknoloji­sinde kullanılan yakıtların sağladığı güç mü? Gelecekte bulunacak yeni bir enerji kaynağın­dan sağlanacak güç mü?! Yoksa, insanın ken­dinde, özünde var olan bir güç mü? Herhalde çağın gelişme hızına göre, bu sorunun cevabı bulunacak.

"Onlara gökten bir kapı açsak da, oradan çıkmaya koyulsalar, 'Gözlerimiz döndü, biz herhalde büyülendik' derler." (Hicr Suresi -Ayet: 14-15).

Bu ayet iki ayrı anlamda yorumlanıyor. İlki madde ötesi âlemle ilgili. Bilinmeyen boyutların kapısı açılırsa, insanoğlunun göre­cekleri, hiç de alışılan cinsten olaylar olmaya­cak. Bir diğer yorum ise, uzaya çıkan insanoğlunun, gördüğü güzelliğin karşısında duyduğu hayranlıktır. Astronotlar, simsiyah uzay boşluğunun üzerinde, milyonlarca ışıl ışıl yıldızdan, mavi bir bilye gibi duran Dünya'dan ve gümüşi renkli Ay'dan, çoğu zaman büyüleyici bir görünüm olarak söz ettiler.

Evrenin sonsuz gizemini insanoğlu çözebilecek mi? Kuranı Kerim, insanların ve cinlerin ancak, Allah'ın vereceği bir güçle evrene açılabileceklerini anlatıyor.

Zooloji ve botanik

"Sizin için gökyüzünden su indiren O'dur: Biz o su ile türlü türlü, çift çift bitkiler yetiştirdik." -(Tâ-Hâ Suresi - Ayet: 53).

"Her türlü üründen çift çift yetiştiren, gün­düzü geceyle bürüyen de odur." (Râ'd Suresi -Ayet: 3).

Bütün bu ayetlerle anlatılanların ortak özelliği şu: Üremenin ve çoğalmanın erkeklik ve dişilik Özelliklerine bağlı yasalarla oluş­tuğu, Kuran'ın meydana getirildiği dönemde (7. yüzyıl) bilinmiyordu. Bu yüzden bu ayetler bazı yorumcular tarafından zooloji, botanik ve biyoloji bilimlerinin temeli olarak kabul edildiler.

"Yerin yetiştirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmediklerinden çift çift yaratan Allah münezzehtir." (Yâ-Sin Süresi - Ayet: 36).

Hz. Muhammed'in çağında henüz insanla­rın bilmedikleri şeylerin neler oldukları hak­kında çeşitli görüşler düşünülebilir. Günümüzde de gerek canlı âleminde, gerek cansız âlemde, öte yandan hem makro, hem mikro sistemlerde ikili yapıların veya ikili fonksiyonların varlığı belirlenmiştir. Ama, önemli olan, bilimsel yaklaşımla, bu tür Kuran yorumunun arasında görülen uyumdur.

Kuran ve beslenme 

Balarısı, Kuran'da adı geçen üç hayvandan biri. Balın insanlara olan yararları anlatılıyor (altta).
 
"Bal arısının karnından, insanlara şifa olan çeşitli renklerde bal çıkar." (Nahl Suresi -Ayet: 68-69).

Kuran'da insanlara tedavi amacıyla öneri­len, en önemli ve tek ayet budur. Balın, besin olarak sayısız faydaları bulunduğu artık inkâr edilmez bir gerçek oldu. Arı, Kuran'da adı geçen üç hayvandan biridir.

"Hayvanlarda da size ibretler vardır. Bağırsaklarındakiler ile kan arasından, içen­lere halis ve içimi kolay süt içiririz." (Nahl Suresi - Ayet: 66).

Yorumcular bu sureyi çok ilginç buluyor­lar. Bucaille'ye göre, modern fizyologlar için bu tefsir ya da çeviri yetersiz ve uygunsuzdur. Ama, 1973 yılında Kahire İslami Yüksek İşler Meclisi tarafından yayınlanan El-Muntahab tefsirinde anlam başkadır. Üstelik çağdaş fiz­yolojiye uygundur. Bu kitaptaki tefsir şöyle:

"Onların bedenlerinin içinde bulunan ve bağırsak muhteviyatıyla kan arasındaki birleş­meden çıkan ve onu içenler için içimi kolay olan saf bir sütü, biz size içecek olarak veriyoruz."

Bu tefsir uygundur. Çünkü, besin madde­leri bağırsaklarda kimyasal dönüşüm sonu­cunda, genel dolaşıma geçerler. Bu geçiş, ya lenf damarlarıyla doğrudan doğruya, ya kara­ciğer aracılığıyla dolaylı olarak kana geçerek oluşur. Bu bilgiler, Kuran döneminde bilin­miyordu. En azından, kan dolaşımını Kuran' dan bin yıl sonra, İngiliz bilim adamı Harvey buldu.

Cinsel yaşama yönelik ayetler

Kuran'ın doğru yaşam kurallarının nasıl olması gerektiğini ayrıntılarla belirttiğini söy­lemiştik. İnsanın, yaşamın her ortamında ve her türünde nasıl davranacağını, Kuranı Kerim'in birçok yerinde görürüz. Cinsel yaşam da, bunlardan biridir.

"O, erkek ve kadının beli ile göğüsleri ara­sından atıla gelen bir sudan yaratmıştır."

(Tarık Suresi - Ayet: 6-7).

Aynı ayetin çevirisi üzerinde çeşitli görüşler olduğu görülüyor. Beyrut Tıp fakültesi'nden Prof. Dr. A. K. Giraud'un çeviri ve tefsiri daha farklı:

"İnsan atılan bir sudan (meniden) yaratıldı. Bu su erkeğin ve kadının cinsel bölgelerinin birleşimi sonucunda çıkar."

Giraud'un çevirisinde dayandığı nokta, bu ayette geçen iki Arapça sözcüktür. "Sulb", erkeğin, "terâib" ise kadının cinsel bölgeleri anlamına gelir. Her iki görüşte de, cinsel yaşamın en önemli fonksiyonu özellikle vur­gulanıyor. Ayrıca Kuran'da kadınların korunmalarına da özen gösterilmiştir.

"Aybaşı halindeyken kadınlardan el çekin, temizleninceye kadar yaklaşmayın, sonra Allah'ın buyurduğu yoldan yaklaşın." (Bakara Suresi - Ayet: 222).

Burada uyarıcı bir ayetle karşılaşıyoruz. Öncelikle kadınların en hassas oldukları dönemde, cinsel ilişkiden uzak tutulmaları istenirken, hem ruh sağlıkları, hem de hijye­nik yönden korunuyorlar. Bu dönem geçtik­ten sonra da, ilişki için kadına nasıl yaklaşacağı erkeğe belirtilmiştir. Yani, cinsel ilişki için yaratılan yolun kullanılması gereki­yor.

Kuranı Kerim'de belirtmeye çalıştığımız, bu tür ayetlerin sayısı çok daha fazla. 

Kuran'la bilimlerin ilişkisini ele almanın sonu yok! Zaten bir yoruma göre ortaya çık­mış ve çıkacak olan bütün bilimler Kuran'da yer alıyor. İnsana onları bulup çıkarmak kalıyor.

---------------------------
 İnsan mutluluğu için
 

Kuran'ın içeriği incelendiğinde, onda iman, ibadet, davranış, bilim ve ahlak gibi çeşitli konularda ortaya konmuş emirlerin, yasakların ve öğütlerin bulunduğu görü­lür. Bunların yanı sıra, astronomik, fiziksel gerçekler ve insan anatomisiyle ilgili konu­lara işaret edilir.

Ama, Kuran'ın ana gayesi, insanların hidayete ulaşmaları ve doğru yolu bulma­larıdır. Allah'ın hoşnutluğunu kazan­mış olarak yaşamlarını sürdürmeleri, mutlu olmaları ve böylece ebedi yaşama ak alınla gitmeleri istenir. Bütün emirler, yasaklar ve öğütler aynı gayeye yöneliktir. Yer verilen bilimsel gerçekler, insana ken­dini tanıtmak, kendini buldurmak, düşündürmek ve gerçeği buldurmak içindir.

Kuran üç şeyin işbirliği ile okunur. Ağız, akıl ve kalp. Ağzın görevi, ağır ağır ve doğru olarak harfleri çıkarmaktır. Akıl, manayı düşünüp anlamak görevindedir. Kalp ise, bu manalardan gereken dersleri ve tesirleri almalıdır. Bir başka anlatımla, ağız okuyacak, akıl çevirip anlaşılır hale getirecek, kalp de kişinin o manaların gös­terdiği yöne yönelmesini sağlayacaktır.

Sonuçta amaç, Kuran ayetlerinin gös­terdiği yönde yaşamaya çalışmaktır. Ahlak güzelleşmelidir, Kuran aydınlığında insan mutluluğu ve Allah'ın hoşnutluğunu bulacaktır.

TAYYAR ALTIKULAÇ Diyanet İşleri Başkanı


"İnsan çalıştığı kadar bulur" (Ayet)


"Her şeyin başı Allah korkusudur" (hadis).  

Ata Nirün-Bilinmeyen Dergisi

Devamı
    eposta       edit

30 Aralık 2025 Salı

Yayınlandı Aralık 30, 2025 gön: ve 0 yorum

Sevgisizliğin nedeni

 

Bir ağaç çekirdeği sağlamken toprağa düşer ve ağaç olur, meyve verir; ama çürüdükten sonra ne ağaç olabilir, ne meyve verebilir. İnsan fıtraten sağlamdır; ne var ki yaban ellerde çürümeye terk edilince toprağa düşse de ağaç olamıyor, meyve veremiyor. Bütün acılarımız, sevgisizliğimiz özümüze yabancılaşmamızın sonucu.
Devamı
    eposta       edit

28 Aralık 2025 Pazar

Yayınlandı Aralık 28, 2025 gön: ve 0 yorum

Kapı

 


Aslında kapı bir semboldür. Yöneticinin iletişim simgesidir. Yada iletişimsizlik ! Bir ulaşılabilirlik simgesidir. Yada ulaşılmazlık !

Özgüveni olmayan , kendisi ile barışık olmayan, yönetim erkini, personeli ile arasına bir engel koyarak sağlayabilen eski tip yöneticinin kapısı hep kapalıdır. Odasına kendi çalışanları dahi randevusuz ve ceketlerinin önünü iliklemeden giremez. Devlet dairelerine ve Bakanlıklara bakın. Maroken kaplı içi doldurulmuş çift kapılar. Hepsi de kapalıdır. İnsanlar içeriye salavatla ve iki büklüm bir pozisyonda girerler. Bu tip kapılardan girenler içeride fikirlerini özgürce savunamazlar. Ancak patronun hoşuna gidecek şeyleri söyleyebilirler. Yönetim sadece onun fikirleri ile gider. Yanılırsa şirket batar. Bu iletişimsizlik ve diktatörlük ortamında iyileştirmeden , yenilikten söz etmek mümkün müdür?

Açıklık ve saydamlık bugünün yeni ekonomilerinin temel kuralıdır. İletişim artık başarının anahtarıdır. Birakın insanlar fikirlerini özgürce söylesinler. Sizden korkmasınlar.

Tanju ARGUN

https://www.unnovasteel.com

Devamı
    eposta       edit

26 Aralık 2025 Cuma

Yayınlandı Aralık 26, 2025 gön: ve 0 yorum

Karanlık madde ve karanlık enerji




 Resim:https://evrimagaci.org/karanlik-madde-karanlik-enerjiye-donusuyor-olabilir-mi-7468

 

Evrenin karanlığı kavramı, karanlık madde, karanlık enerji ve uzayın uçsuz bucaksız boşluğu gibi çeşitli olguları kapsar.
Evrendeki karanlık kavramı, esas olarak karanlık madde ve karanlık enerji kavramları etrafında döner.
Bilim insanlarının gözlemlerine göre evrenin yüzde 27’sinin Karanlık Madde, yüzde 68’inin Karanlık Enerji olduğu söyleniyor.

Karanlık madde, kütleçekim kuvvetleri uygulayan ancak cihazlarımız tarafından tespit edilebilen ışık veya enerji yaymayan, görünmeyen kütleyi ifade eder. Bu terim, gökbilimcilerin galaksilerdeki beklenen kütleçekim kuvvetleri ile görünür kütle arasındaki farklılıkları gözlemlemeye başladıkları 1930'larda ortaya çıkmıştır. İsviçreli gökbilimci Fritz Zwicky, galaksilerden oluşan Saç Kümesi'ni incelerken bu sorunu ilk tespit edenlerden biriydi. Galaksilerin, yalnızca görünür maddeyle açıklanabilecek hızdan daha hızlı hareket ettiğini fark etti. Bu gözlem, onu, günümüzde karanlık madde olarak adlandırdığımız, görünmeyen maddenin varlığını öne sürmeye yöneltti.

Karanlık madde görünmez olsa da, sıradan maddeyle bazı ortak noktaları vardır: Yer kaplar ve kütleye sahiptir. Bu nedenle, evrende sıradan maddeyle nasıl etkileşime girdiğini ve onu nasıl etkilediğini görebiliriz; bu da karanlık maddeyi "görebilmemizi" ve inceleyebilmemizi sağlar.

Yirminci yüzyılın son on yıllarında, Vera Rubin gibi gökbilimcilerin çalışmalarıyla karanlık maddenin kabulü ivme kazandı. Rubin'in galaksilerin dönüş eğrileri üzerine yaptığı çalışmalar, galaksilerin dış kenarlarındaki yıldızların, yalnızca görünür maddeye dayanan beklentilerle tutarsız hızlarda hareket ettiğini gösterdi. Bulguları, galaksilerin içinde önemli miktarda görünmeyen maddenin bulunduğu ve bunların kütlelerine ve kütle çekimlerine katkıda bulunduğu fikrini pekiştirdi.

Karanlık maddenin yanı sıra, karanlık enerji de evren anlayışımızı derinden etkileyen bir diğer kavramdır. Karanlık enerji, evrenin genişlemesinin hızlanmasını açıklamak için teorize edilmiştir ve bu hızlanma, 1990'ların sonlarında uzak süpernovaların gözlemlenmesiyle keşfedilmiştir. Bu çığır açan çalışmaya katkıda bulunan iki önemli ekip, Süpernova Kozmoloji Projesi ve Yüksek Z Süpernova Arama Ekibi'ydi. Uzak süpernovaların beklenenden daha sönük olduğunu göstererek, evrenin yalnızca genişlemediğini, aynı zamanda hızlanan bir hızla genişlediğini gösterdiler. Bu durum, yerçekimine karşı koyan ve evreni birbirinden ayıran bir kuvvet olarak karanlık enerjinin ortaya çıkmasına yol açtı.

Bu keşiflerin etkileri derindir. Karanlık madde ve karanlık enerjinin, evrenin toplam kütle-enerji içeriğinin yaklaşık %95'ini oluşturduğuna inanılmaktadır. Bu gerçek, yıldızlar, gezegenler ve galaksiler de dahil olmak üzere görünür maddenin birincil bileşen olarak kabul edildiği geleneksel kozmos anlayışına meydan okumaktadır. Bu karanlık bileşenlerin baskınlığı, gerçekliğin doğası ve fizik anlayışımız hakkında sorular gündeme getirmektedir.

Karanlık madde ve karanlık enerjiye dair bakış açıları çeşitlilik göstermektedir. Bazı fizikçiler, teknolojideki ilerlemelerin karanlık madde parçacıklarının doğrudan tespitine yol açacağına inanarak keşiflerin geleceği konusunda iyimserdir. Büyük Hadron Çarpıştırıcısı ve özellikle karanlık madde araştırmaları için tasarlanmış yeraltı laboratuvarları gibi projeler, bu anlaşılması zor parçacıkların doğasını ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Diğerleri ise daha şüpheci bir yaklaşım benimseyerek, yerçekimi ve kozmoloji anlayışımızın yeniden değerlendirilmesi gerekebileceğini savunuyor ve gözlemlenen olaylar için alternatif açıklamalar olarak "Değiştirilmiş Newton Dinamiği" gibi değiştirilmiş yerçekimi teorilerine atıfta bulunuyorlar.

Son yıllarda bu gizemlere odaklanan araştırmalarda bir artış görüldü. Yakın gelecekte fırlatılması planlanan Avrupa Uzay Ajansı'nın Öklid misyonu, karanlık enerji ve karanlık maddenin etkilerini incelemek için benzeri görülmemiş veriler sağlayacak. Evrenin geometrisini haritalayarak Öklid, yapı oluşumu ve kozmosun genişleme geçmişine dair anlayışımızı geliştirmeyi amaçlıyor. Benzer şekilde, James Webb Uzay Teleskobu gibi girişimlerin erken evren hakkındaki bilgimizde devrim yaratması ve potansiyel olarak karanlık maddeden etkilenen galaksilerin oluşumuna ışık tutması bekleniyor.

Geleceğe baktığımızda, kozmik keşfin geleceği teorik fizik ve deneysel gelişmeler arasındaki iş birliğine bağlı. Evrenin karanlığını anlamak yalnızca akademik bir uğraş değil; varoluşumuzu şekillendiren temel güçleri çözmenin anahtarını elinde tutuyor.

Dahası, araştırmacılar bu bulguların felsefi çıkarımlarını da değerlendiriyorlar. Karanlık madde ve enerjinin enginliği, insan gözlemi ve kavrayışı için büyük ölçüde erişilemez bir evreni akla getiriyor. Bu farkındalık, evrendeki yerimize dair bakış açımızı değiştirebilir ve gerçeklik ve varoluşun doğası hakkındaki sınırlı anlayışımızı vurgulayabilir.

Sonuç olarak, evrenin karanlığı çağdaş astrofizikte bir sınır çizgisi teşkil ediyor. Karanlık maddenin galaktik yapıdaki rolünden karanlık enerjinin kozmik genişleme üzerindeki etkisine kadar, bu olgular yerleşik teorilerimize meydan okuyor ve evrene dair daha derin bir anlayışı gerektiriyor. Fritz Zwicky ve Vera Rubin gibi etkili isimler, yeni teknolojiler erişimimizin ötesindeki gizemleri çözmeyi vaat ederken, sürekli keşiflerin yolunu açtılar.

Bu karanlığı anlama yolculuğu devam ediyor ve araştırmacılar bu zorluklarla mücadele ettikçe çığır açan keşiflere kapı açıyorlar. Teori, gözlem ve teknolojinin etkileşimi, evrenin gizli katmanlarını açığa çıkarma kapasitemizi belirleyecek. Nihayetinde, karanlıkla boğuşmak sadece evreni değil, aynı zamanda evrendeki yerimizi de aydınlatabilir.

Referanslar

[1] F. Zwicky, "Die Rotverschiebung von extragalaktischen Nebeln," Helvetica Physica Acta, vol. 6, pp. 110-127, 1933.

[2] V. Rubin et al., "Rotation of Gas and the Mass of Spiral Galaxies," The Astrophysical Journal, vol. 238, no. 1, pp. 471-487, 1980.

[3] S. Perlmutter et al., "Discovery of a Supernova Explosion at Half the Age of the Universe," Nature, vol. 391, no. 6662, pp. 51-59, 1998.

[4] A. G. Riess et al., "Observational Evidence from Supernovae for an Accelerating Universe and a Cosmological Constant," The Astronomical Journal, vol. 116, no. 3, pp. 1009-1038, 1998.

[5] ESA, "Euclid Mission," [Online]. Available: https://www.esa.int/Science_Exploration/Space_Science/Euclid. [6] NASA, "James Webb Space Telescope," [Online]. Available: https://www.jwst.nasa.gov/.

[6]science-nasa-gov.tr

Devamı
    eposta       edit

5 Aralık 2025 Cuma

Yayınlandı Aralık 05, 2025 gön: ve 0 yorum

Let it happen-Yapachi

    eposta       edit

4 Aralık 2025 Perşembe

Yayınlandı Aralık 04, 2025 gön: ve 0 yorum

Evren neden bu kadar karanlık ?



Evrenin neden karanlık olduğu hala bilim dünyasının büyük bir gizemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Evrenin karanlığı, bilim insanları için uzun yıllardır ilgi ve araştırma konusu olmuştur. Gözlemler, evren genelinde birçok yıldızın ve galaksinin varlığını gösterse de, uzayın genel olarak karanlık olduğu bir gerçektir. Peki, uzay neden karanlık?

Sayısız yıldız, galaksi ve diğer gök cisimlerinin varlığına rağmen evrenin bize karanlık görünmesinin birkaç nedeni vardır.

Bu soruya cevap aramak için ilk olarak evrenin genişlemesini göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Kozmik genişleme olarak bilinen olgu. Evren sürekli genişlemekte ve bu genişleme ile birlikte uzak galaksilerin ışığı bizim gözlem alanımızdan çekilmektedir Evren genişledikçe galaksiler ve diğer gök cisimleri birbirlerinden uzaklaşır. Bu genişleme, bu cisimlerden gelen ışığın kırmızıya kaymasına neden olarak, gerçekte olduklarından daha sönük ve daha uzak görünmelerine neden olur. Evren genişledikçe, uzak cisimlerden gelen ışık daha uzun dalga boylarına yayılır ve spektrumun kızılötesi kısmına kayar. Bu kırmızıya kayan ışığın tespit edilmesi daha zordur ve evrenin genel karanlığına katkıda bulunur.Bu da bize evrenin genel olarak karanlık olduğunu göstermektedir.

Evrenin karanlık görünmesinin bir diğer nedeni evrende yer alan toz parçacıkları da neden olabilir. Yıldızlar arası toz bulutlarının varlığı da evrenin karanlığını artırır.Bu toz parçacıkları ışığı emerek, evrenin genel olarak karanlık görünmesine sebep olabilirler. Ayrıca, Bu toz ve gaz bulutları, yıldızlardan ve diğer gök cisimlerinden gelen ışığı emip dağıtarak daha sönük ve daha az görünür görünmelerine neden olur. Yıldızlar arası toz bulutları galakside yaygındır ve uzayın karanlığını daha da artırır.

Evrendeki karanlık maddenin varlığı, karanlığında önemli bir rol oynar. Karanlık madde, ışığı yaymayan, soğurmayan veya yansıtmayan bir madde türüdür ve bu da onu evreni incelemek için kullanılan teleskoplar ve diğer cihazlar için görünmez kılar. Karanlık maddenin, evrenin toplam kütle-enerji içeriğinin yaklaşık %27'sini oluşturduğu ve uzayın genel karanlığına katkıda bulunduğu tahmin edilmektedir.

Karanlık enerji kavramı da evrenin karanlığına katkıda bulunur. Karanlık enerji, evrenin hızlanan genişlemesinden sorumlu olduğu düşünülen gizemli bir kuvvettir. Adına rağmen karanlık enerji herhangi bir ışık veya radyasyon yaymaz ve bu da onu doğrudan gözlemlemeyi imkansız kılar. Bu görünmez kuvvet, evrenin genel karanlığına katkıda bulunur.

Evrenin karanlık görünmesinin bir diğer nedeni de kara deliklerin varlığıdır. Kara delikler, uzayda yer çekiminin o kadar güçlü olduğu bölgelerdir ki hiçbir şey, hatta ışık bile çekim gücünden kaçamaz. Sonuç olarak, kara delikler teleskoplar ve diğer cihazlar için esasen görünmezdir ve bu da evrenin karanlığına katkıda bulunur.
 

Ayrıca, evrendeki baryonik madde veya normal maddenin kıtlığı da karanlığına katkıda bulunur. Baryonik madde, ışık ve diğer radyasyon türlerini yayan yıldızları, gezegenleri ve gaz bulutlarını içerir. Ancak, baryonik maddenin evrenin toplam kütle-enerji içeriğinin yalnızca yaklaşık %5'ini oluşturduğu ve uzayın karanlığını daha da artırdığı tahmin edilmektedir.

Dahası, kozmik mikrodalga arka plan radyasyonu kavramı evrenin karanlığını daha da artırır. Kozmik mikrodalga arka plan radyasyonu, 13,8 milyar yıl önce meydana gelen Büyük Patlama'nın artçı ışımasıdır. Bu zayıf radyasyon tüm evreni doldurur ve neredeyse homojendir, bu da tespit edilmesini zorlaştırır ve evrenin karanlığına katkıda bulunur.  
 

Ayrıca, evrenin yaşını da göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Evrenin yaşına göre belirli bir zaman dilimindeki yıldızların ışığı bizim gözlem alanımızdan uzaklaşmış olabilir.Dahası, gök cisimlerinin Dünya'dan uzaklığı da evrenin karanlığında rol oynar. Yıldızlar, galaksiler ve diğer cisimler arasındaki muazzam mesafeler nedeniyle, bunlardan yayılan ışığın Dünya'ya ulaşması milyonlarca hatta milyarlarca yıl sürer. Bu durum ışığın azalmasına ve uzayın genel karanlığına katkıda bulunur.

Ancak, evrenin genel olarak karanlık olduğu gerçeğiyle beraber, uzayda oldukça parlak ve ışıltılı yıldızlar, galaksiler ve diğer gök cisimleri de bulunmaktadır. Dolayısıyla, uzayın karanlık olmasıyla birlikte içinde birçok parlak ve görkemli cisimleri barındırdığını söylemek de yanlış olmayacaktır.

Sonuç olarak, evrenin neden karanlık olduğu hala tam olarak açıklanabilmiş değildir. Evrenin karanlığı, çeşitli faktörlere atfedilebilen karmaşık ve çok yönlü bir olgudur. Ancak, evrenin genişlemesi, toz parçacıkları ve evrenin yaşının bu durumda etkili olabileceği düşünülmektedir. Yapılan araştırmalar ve gözlemlerle bu gizemi çözmeye çalışan bilim insanları, uzayın karanlık olma nedenini daha iyi anlamak için çalışmalarına devam etmektedirler.

Referanslar:

- NASA, "Why Is Space Black?". https://www.nasa.gov/audience/forstudents/5-8/features/nasa-knows/why-is-space-black-58.html

- National Geographic, "Why is outer space dark?". https://www.nationalgeographic.com/science/space/universe/why-is-outer-space-dark/

- NASA. (n.d.). What is Dark Matter? Retrieved from https://www.nasa.gov/audience/forstudents/k-4/stories/nasa-knows/what-is-dark-matter-k4.html

- NASA. (n.d.). What is Dark Energy? Retrieved from https://www.nasa.gov/mission_pages/galex/galex-20070430.html

- National Science Foundation. (n.d.). Black Holes: Facts, Theory & Definition. Retrieved from https://www.nsf.gov/news/special_reports/black_sci/index.jsp

Devamı
    eposta       edit
Yayınlandı Aralık 04, 2025 gön: ve 0 yorum

02-nada - earthgarden (jong remix)-upe

    eposta       edit

10 Kasım 2025 Pazartesi

Yayınlandı Kasım 10, 2025 gön: ve 0 yorum

Sudanda neler oluyor ?

 

https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/deniz-kilislioglu/tasi-topragi-altin-sudan-6939446

Son günlerde katliamlarla adını duyuran bir ülke Sudan. Peki Sudan niye bu kadar karışıklık içinde ve katliamlarla anılıyor. 

Yukarıda yer alan habere göre Sudan makamlarının açıkladığı resmi rakamlara göre ülkede 2022’de 18.6 ton altın üretildi. 

O kadar doğal zenginliğine rağmen halkı neden fakirlik içinde ve karmaşa içinde?.

Anlamak zor değil aslında.

Güçlü bir Sudan doğal kaynakları yağmalamanın önünde en büyük engel.

Diğer yerlerde sahneye konan oyunun benzeri buralarda uygulanıyor.

Devamı
    eposta       edit

31 Ekim 2025 Cuma

Yayınlandı Ekim 31, 2025 gön: ve 0 yorum

Uzayın Bilinmeyenleri

 

Bir zamanlar dünyanın bir tepsi gibi düz olduğuna, güneşin ve ayın dünyanın çevresinde dolandığına inanılıyordu. Ama yapılan bilimsel gelişmelerin ışığında gerçeğin böyle olmadığı görüldü. 

M.Ö 309 yılında Sisamlı Aristarkus ile başlayan gök bilim serüveni büyük bilim adamı Hubble"ın keşifleri ile çok daha ileri bir noktaya taşındı. Büyük bilim adamı ve astronom Hubble"ın adını taşıyan  uzay teleskobu ile artık gördüğümüz ve göremediğimiz evrenin sırlarını daha fazla çözmeye yakınız.

Bu harika belgeselde insanın uzayın bilinmeyenlerini keşfetme yolculuğu anlatılıyor.

Diğer bölümler

Uzayın Bilinmeyenleri | Evrenin Sırları | TRT Belgesel

Uzayın Bilinmeyenleri | Evreni Test Etmek | TRT Belgesel


Uzayın Bilinmeyenleri | Zamanı Yakalamak | TRT Belgesel


Uzayın Bilinmeyenleri | Bizi Bir Arada Tutan Kuvvet | TRT Belgsel


Uzayın Bilinmeyenleri | Yaşamak İçin Bir Evren | TRT Belgesel


Uzayın Bilinmeyenleri | Gelecekte Yaşanabilecek Gök| TRT Belgesel

 

Devamı
    eposta       edit

30 Ekim 2025 Perşembe

Yayınlandı Ekim 30, 2025 gön: ve 0 yorum

Kuranı Kerim'de Dünyanın ve insanın yaratılışı

Dünyanın ve insanın yaratılışı konularının, Kuranı Kerim' de birçok ayette tüm ayrıntılarıyla ele alındığı görülüyor, özellikle ceninin anne karnındaki oluşumu ile ilgili ayetler çağdaş bilgilerle tıpatıp benzerlik gösteriyor. Aşağıdaki yazıda Cem Çobanlı'nın bir incelemesini sunuyoruz. 

Kainatın yaratılışı 

 

Yaratılış konusu, insanın ve yaşamın başlangıcı olarak kabul edildiği için, hemen hemen tüm kutsal kitaplarda yer alır. Tevrat'taki ve Kuranı Kerim'deki yaratılış ile ilgili ayetler arasında büyük benzerliklere rastlanır. Sözge­limi Tevrat'ta, Allah'ın yaratılışı altı günde tamamladığı yazılıdır.

Altı günde yaratılmak ne demektir? Tevrat'ta haftanın günlerine benzetilerek, yaratılışın altı günde gerçekleştiği ve cumar­tesi günü olan yedinci günde Tanrı'nın din­lenmeye çekildiği anlatılır. Prof. Maurice Bucaille, M.Ö. 6. yüzyılda Yahudi din adamlarınca seçilen bu anlatım biçimi, cumartesi günlerinin tatil günü olarak kulla­nılmasını teşvik etme amacını taşıyor diyor. Prof Bucaille şöyle diyor:

Tevrat tarafından böylece anlaşılan "gün" sözcüğü, yeryüzünde yaşayan bir kişi için, Güneş'in art arda iki kez doğuşu ya da batışı arasında kalan zaman parçasını ifade eder. Bu şekilde belirlenen gün, yeryüzünün kendi çevre­sinde dönüşü ile oluşur. Şurası son derece açık ki, mantık yönünden, bu anlamdaki günlerden, yaratılışın başlangıcında söz edilemez. Çünkü günün ortaya çıkış mekanizması, yine Tevrat' taki anlatımlara göre, yaratılışın ilk aşama­sında henüz gerçekleşmiş değildi.

"6 günde yarattı"

Altı günde yaratılmak ifadesine Kuranı Kerim'de de rastlanır: "Rabbiniz o Allah'tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı." Altı günlük yaratılış süreci, Tevrat ile Kuranı Kerim'deki birçok paralel anlatımdan sadece birisidir. Fakat burada sözcükler üzerinde yapılacak küçük bir inceleme, bazı farklılıkları ortaya koyacaktır.

6 uzun devre

"Gün" sözcüğü, bugün kabul edilen anlamda, Güneş'in doğuşuna ve batışına göre belirlenen, 24 saatten ibaret bir süreç olabilir mi? Türkçe'ye "gün" şeklinde çevrilen Arapça "yevm" (çoğulu eyyam) sözcüğünün birçok anlamları vardır. Gün, yıl, yüzyıl devre. Nitekim Kuranı Kerim in başka ayetlerinde de Yine yevm sözcüğünün kullanıldığı ifadelerin yer aldığı görülüyor.  

Sonra tüm işler, sizin hesabınıza göre 1000 yıl kadar süren bir günde (yevmin) O'na yükselir." (Secde suresi:32, ayet:5).

"Melekler ve ruh miktarı 50.000 yıl olan bir günde (yevmin) O'na çıkarlar." (Mearic suresi:70, ayet:4).

Görüldüğü gibi, Kuranı Kerim'in kendisi gün ile ifade edilen olgunun son derece izafi olduğunu ortaya koyuyor. Tüm bunlardan sonra yaratılışın altı aşamadan oluşan ve tam olarak saptanamayacak uzun zaman parçaları içerisinde oluştuğu belirtiliyor. Birçok Kuranı Kerim yorumlayıcısı, gün ya da günler şeklinde açıklanan yevm sözcüğünün uzun devreleri ya da çağları anlatmak istediği konusunda ısrar ediyorlar.

Bu durumda içinde bulunduğumuz evre­nin yaratılışının, altı rakamıyla ifade edilen, altı uzun zaman diliminde gerçekleştiğini düşünmek mümkün. Çağdaş bilim ise Dünyanın ortaya çıkışının "6 tane 24 saat" içinde olamayacağını kesinlikle kabul ediyor. Fakat bununla birlikte altı uzun zaman devresi ile ilgili bir bilimsel bulgu da şimdilik söz konusu değil.

Duman halindeki gök 

 Kuranı Kerim'in iki ayetinde daha Dünya'nın oluşumuyla ilgili bilgiler verildiği öne sürülüyor:

"İnkâr edenler görmediler mi ki, göklerle yer bitişik idi. Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık." (Enbiya suresi:21, ayet: 30).

"Sonra göğe yöneldi ve o duman halindeydi." (Fussilet suresi:41, ayet: 11).

Buradaki ifadeler çağdaş bilimsel yakla­şımlar ile son derece benzerlik gösteriyor. Bazı araştırmacılar, göklerle yerin bitişik olmasının yeryüzünde atmosferik koşulların henüz oluşmadığı bir döneme işaret ettiğini belirtiyorlar. Bunların birbirinden ayrılmaları ve her şeyin sudan yaratılmış olması ise, atmosferin oluşması ardından da su buharının oluşmasını anlattığı söyleniyor.

Çağdaş bilgiler

Alman bilim adamı Kupier'in 1944'te öne sür­düğü teoriye göre, yaklaşık 5 milyar yıl önce güneş ve gezegenler dumanı andıran bir gaz kütlesi halindeydiler. Sonra bu bulutsu (nebuloz), çekim gücünün etkisiyle dönmeye ve soğumaya başladı.

Çekimin etkisiyle bazı parçalar kopup, ana kütlenin çevresinde dönmeye devam ettiler. Zamanla bu parçalar soğudu ve yoğunlaştı. Güneş ısı ve ışık verecek duruma gelince gezegenleri kuşatan hidrojen ve helyum gaz­ları uçtu ve gezegenler şekillenmeye başladı. Sonunda daha da soğuyup bugünkü biçimle­rini aldılar.

Diğer dünyalarda yaşam

Bazı Kuranı Kerim yorumlayıcıları ve Dünya dışı yaşam araştırmacıları Kuranı Kerimde evrendeki diğer dünyalarda da yaşam olduğunu vurgulayan ayetler olduğunu öne sürüyorlar:

"Göklerin ve yerin yaratılışı ve onlardan canlıların üretilip yayılması, O'nun alametlerindendir" (Şura suresi:42, ayet:29).

"Allah O'dur ki yedi göğü ve yerden de sayıca onlar kadarını yarattı. Allah'ın emri bunlar arasında yukarıdan aşağıya doğru iner durur ki, O'nun her şeye kadir olduğunu ve bilgisinin her şeyi kuşattığını bilesiniz." (Talak suresi:65, ayet: 12).

Bu durumda Kuranı Kerim'de üç tür var­lıktan söz ediliyor: Göklerde bulunan varlık­lar, yerde bulunan varlıklar ve göklerle yer arasında bulunan varlıklar.

50.000 zeki uygarlık

 


Amerikalı bilim adamı, gökbilimci ve egzobiyolog Prof. Carl Sagan Samanyolu Galaksisi'nde 100 milyar yıldızın bulunduğunu belirtiyor. Kuşkusuz bunların bir de sayılarını bilemeyeceğimiz kadar gezegenleri var. Prof. Sagan'a göre, her 2000'de bir gezegende, en azından Dünya ile ortak özellikler taşıyan uygarlıklar var. Bunlar bizim ölçülerimize göre gelişmişler ve bizimle aynı zamanı kulla­nıyorlarsa, galaksimizde en azından 50.000 tane bizden daha ileri uygarlığın olması gerekiyor.

İnsanın üremesi 
خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍۚ

Biz sizi asılıp, tutunan bir şeyden yarattık. (Alak suresi ayet:2)
Kuranı Kerim'deki çeşitli ayetlerde, ceninin anne karnındaki oluşumundan önceki ve son­raki durumları ayrıntılı olarak anlatan, son derece ilginç ayetler olduğu belirtiliyor. Bilin­diği gibi insanın üremesi, diğer memelilerde de olduğu gibi bir dizi gelişmelerle sağlanır. Bunların başında kadınların âdet dönemle­rinde, yumurtalıklarından ayrılan bir yumur­tacığın, "Fallop Borusu" adı verilen kanalda döllenmesi yer alır. Dölleyici unsur, bir sperm hücresidir.

Bu durumda döllenmeyi sağlamak için son derece fazla miktarda sperm hücresi içeren meninin çok az bir miktarı yeterlidir. Döllenmiş yumurtanın döl yatağına yerleşmesi, dişi cinsel organın belirli bir noktasında mey­dana gelir. Yumurta, kanal içinden dölyatağına iner. Çok geçmeden onun mukozasına (sümükdokusuna) ve kasına yerleşerek, pla­sentanın oluşmasından sonra ve onun saye­sinde, kelimenin tam anlamıyla oraya asılır. Embriyon çıplak gözle görülebilir hale geldiğinde, küçük bir et parçası görünümün­dedir. Bunun tam ortasında, önceleri bir insanın bulunduğu fark edilmez. Embriyon, orada yavaş yavaş ve art arda birtakım aşa­malar geçirerek gelişir.

Kuranı Kerimde anlatılıyor

Bu açıklamalardan sonra ilgili Kuranı Kerim ayetleri incelendiğinde gerçekten şaşırtıcı bir benzerliğe rastlanıyor:

"Allah sizi çeşitli merhaleler halinde yarattı." (Nuh suresi:71, ayet: 14).

"Allah insanı bir damla sudan (meniden) yarattı." (Nahl suresi: 16, ayet:4). Buradaki nutfe sözcüğü meni anla­mında kullanılmaktadır ve akmak, sızmak anlamına gelen bir fiilden türetilmiştir. Dr. Maurice Bucaille'e göre, nütfe sözcüğü, boşaltılan bir kovadan kalan bir şeyi ifade ediyor. Bu durumda son derece az miktarda bir sıvıyı belirtir ki, sözcüğün ikinci anlamı olan "su damlası" ya da "meni damlası” buradan kaynaklanmaktadır. Nitekim:

nsan dökülen meniden bir nutfe değil miydi?" (Kıyamet suresi:75, ayet:37) ayetindeki meni sözcüğü, sperm demektir.

Bir diğer ayette de söz konusu damlanın, sağlam ve sabit bir yere yerleştirildiği bildirilir.

Bu da muhtemelen anne karnıdır. 

"Sonra onu, bir damla meni olarak sağlam ve sabit bir yere yerleştirdik”(Müminun suresi:23, ayet:13)

Yumurta, fallop borusunda döllenince dölyatağı oyuğuna yuva yapmak üzere iter. İşte yumurtanın yapışması denilen durum budur. Kuranı Kerimde, döllenmiş yumurtanın yerleştiği yer, bugünde kullanılan adıyla belirtilir:

"Dilediğimizi belirlenen bir süreye kadar rahimlerde tutarız” (Hacc süresi 22, ayet 5)



Fetoskopi yöntemi ile çekilen 107 günlük bir ceninin fotoğrafı (üstte). 

Sanki fotoğrafı çeken, Dr. Rudiger Rauskolb'a selam veriyor (üstte). 



Parmağını emerken de sakin bir şekilde uyuyor gibi görünüyor (üstte).

Yumurtanın yapışması

Yumurtanın dölyatağına yerleşmesi, onun pürtüklü özelliği sayesinde gerçekleşir.Bu pürtükler, yumurtanın gerçek uzantıları olup, toprağa yerleşen kökler gibi, yumurtanın gerekli gelişimini sağlamak amacıyla, ihtiyacı olan elemanları almak üzere organın derinliklerine doğru inerler. Bu oluşumlar, yumurtayı dölyatağına "yapıştırırlar." Tüm bu bilgilerin edinilmesinin ise, ancak çağdaş dönemlerde gerçekleştiği vurgulanıyor.

"Asılıp tutunan bir şey

Bu yapışma olayı ise Kuranı Kerim'de beş kez anlatılır. "Oku, yaradan Rabbinin adıyla oku.O, insanı asılıp, tutunan bir şeyden yarattı (Alak suresi: 96, ayet: 1,2).

 Burada kullanılan “asılıp tutunan bir şey" Arapça metindeki "alak" sözcüğünün karşılığı, olarak kullanılmaktadır. Çeşitli anlamları olan bu sözcüğün ilk anlamı, "sakız"dır. Diğerleri ise, asılmak, yapışmak, tutunmak, ilişken nesne. Fakat bu ayet Türkçeye çevrilirken nedense, "kan pıhtısı" gibi yanlış bir anlam veriliyor. Zaten yeni yeni oluşmakta olan bir insan varlığının, ilk yaşam belirtilerini edindiği bir sırada pıhtılaşmış kandan söz etmek son derece anlamsız­dır. Sperm damlasından (nutfe) başlayarak son aşamaya kadar cereyan eden gelişmeler Kuranı Kerim'de şöyle anlatılır:

"Biz sizi asılıp, tutunan bir şeyden yarattık." (Hacc suresi:22, ayet:5).

"İnsan, dökülen meniden bir damla değil miydi? Sonra o asılıp tutunan bir şey oldu. Böy­lece Allah onu yarattı ve sonradan ona düzgün bir şekil verdi(Kıyamet suresi:? 5, ayet: 37,38)

" Sonra nutfeyi asılıp tutunan bir şeye dönüş­türdük, derken asılıp tutunan şeyi bir ete dönüş­türdük, sonra (çiğnenmiş gibi olan) etten kemikler yarattık ve kemiklere de (taze et gibi olan) bir et giydirdik" (Müminun süresi:23, ayet: 14).

"Çiğnenmiş et gibi"

Metinde geçen et sözcüklerine Arapça aslında farklı anlamlar veriliyor. Bu ayrım gerçekten de ilginçtir. Çünkü, embriyon başlangıçta küçük bir kitledir. Gelişmesinin belirli bir döneminde, çıplak gözle bakıldığında çiğnen­miş et (Arapçası mudga) görünümünde olduğu anlaşılır. Kemik sistemi, bu kitlenin içinde mezoderm adı verilen yerde gelişir, işte Kuranı Kerim"de, bundan sonraki aşama için, yani kasların gelişimiyle ilgili olarak "lahm" sözcüğü (taze et gibi) kullanılır.

Hem oranlı hem değil

Öte yandan, bilindiği gibi, embriyonunun geli­şimi sırasında bazı kısımlar, insanın ileride ala­cağı durumla oranlı bir büyüme gösterirken, bazı kısımlar da tamamen oransız bir şekilde gelişir. Sözgelimi baş, önceleri oldukça iridir. Bu durum da bir ayette son derece açık bir biçimde tasvir edilir:

"Biz sizi asılıp tutunan bir şeyden, hem oranlı ve uygun (muhallaka) hem de oransız ve uygun olmayan (gayr-i muhallaka) bir et parçasından yarattık." (Hacc suresi:22, ayet:5)

19. yüzyılda anlaşıldı

Prof. Dr. Bucaille şöyle diyor. "Kuranı Kerim deki tüm bu ifadeler çağdaş dönemde saptanmış bilgilerle karşılaştırılmalıdır. Kuranı Kerimdeki anlatımların çağdaş bilgilerle uygunluğu gün gibi ortadadır. Fakat öte yandan Kuranı Kerim'in verildiği zamanın insanlarının bu konular hakkında, Kuranı Kerim’de açıklanan bilgilere benzer görüşler taşımaktan ne kadar uzak olduklarını hesaba katmak için böyle bir karşılaştırma yapmak şarttır. Tüm dünyada bu konulara ilişkin açık bir görüşe sahip olmak, ancak 19. yüzyılda mümkün olmuştur."

Prof. Dr. Maurice Bucaille, "Kitabı Mukaddes, Kuran ve Bilim" adlı kitabında şöyle diyor:

"Bu bilgiler çağımızdaki yorumlara uygun olmakla birlikte, Hz. Muhammed'in zamanında yaşayan bir insanın, hakkında , en küçük bir fikir sahibi bile olamayacağı konulardır. Bu tür bir metinle karşılaşan bir insanı öncelikle etkileyen nokta, ele alınan konuların bolluğudur.Yaratılış, insanın üremesi, jeoloji, gökbilim, hayvanlar âlemi. Kitabı Mukaddes'te çok büyük bilimsel hatalar bulunduğu halde burada bir tek yanlışa bile rastlayamıyorum.

Bu da kendi kendime şu soruyu sormamı gerektiriyor:

Eğer Kuranı Kerim'i yazan, bir insan ise, bu kişi 7. yüzyılda, bugün çağdaş bilimsel sonuçlara uygunluğu ortaya çıkan bu bilgileri nasıl yazmıştı?

Nasıl olur da, önceleri okur yazar olma­yan biri; Hz. Muhammed, edebi değeri bakımından, bütün Arap edebiyatının bir numaralı yazarı haline geldikten başka, o devirde hiçbir insanın bilemeyeceği bilimsel gerçekleri hem de bu açıdan en küçük ha­talı bir ifade kullanmaksızın anlatabilir?" 

(Daha fazla bilgi için 

-Kitabı Mukaddes, Kuran ve Bilim, Prof.Dr.Maurice Bucaille, Türkiye öğretmen­ler Vakfı, 1981.
-Kuranı kerim ve modern ilimler, Celal Kırca ,Marifet yayınları
-Kuran En Büyük Mucize, Ahmet Deedat ve Edip Yük­sel, inkılap Yayınevi, 1983
)

Mucize sürecek

Kuram Kerim deki bilimsel mucizenin sonu yok gibi görünüyor. Bugün bilimin henüz çözemediği, fakat yoğun bir şekilde incelediği birçok konu var: Kara delikler, zaman ve zaman yolculukları, ışık hızında yolculuklar, takyonlar, uzun ömürlülük gibi...

Belki de yıllar sonra bilim adamları bu konuları çözdüklerinde, Kuranı Kerim'in 6000'den fazla ayeti arasında bu konulara iliş­kin yüzlerce yıllık bilgilere rastladıklarında buna hiç şaşmamak gerekecek.

Cem Çobanlı-Bilinmeyen Dergisi 

Devamı
    eposta       edit

16 Ekim 2025 Perşembe

Yayınlandı Ekim 16, 2025 gön: ve 0 yorum

Kuba speedlight elektrikli bisiklet ekran ayarları

 


Halen kullandığım Kuba speedlight elektrikli bisikletimin bazı ekran ayarlarını aşağıdaki videodan yararlanarak hazırladım. Umarım faydalı olur.

Bu ayarlar Rks rs3 pro x modeli içinde çok az farklılıklar gösterir. Gerekli açıklamalar eklenmiştir.

Ekranda üç tuş görünür.

Açma kapama,+ tuşu ve - tuşu.

Açma kapama tuşuna bir kez basıldığında mode’ler görünür.

Ana ekranda bir kez bastığınızda en altta trip modu yani ekranı açtığınız andan itibaren kaç km yapıldığını görebilirsiniz.

İkinci kez basıldığında voltaj değeri burada aküdeki toplam batarya gücünü görürsünüz.

örneğin 00031 voltajına göre durumu net görebilirsiniz. Yine bir kez daha basıldığında ekranın ne kadar açık kaldığını görüyorsunuz.

MENÜ AYARLARI

+ ve -tuşlarına aynı anda basılı tutuyoruz. 19 tane parametre vardır.Rs3 pro x te şifre 9999 dur .

P01 > ayarı

Ekran parlaklık ayarı

Tekrar açma kapama tuşuna basıldığında bir sonraki ayar çıkar.

Bende bu ayar 0000 1 şeklinde

P02 >ayarı

Km ayarıdır.

0000 olarak ayarlanır.

Ben de bu ayar 0000.

P03 >Batarya voltaj değeri

Bende bu ayar 00036

P04> Ekranın açık kalma süresi

Uyku moduna ne zaman girmeli?

bende bu ayar 00005

P05>Motor Destek geçiş ayarı

burada 0 olduğu zaman elektriksiz oluyor.

önerilen ayar 0-5 arasında bir değer

Hızı gösteriyor.

sıfır moduna girmek için P05 değerine gelince eksiye basın.

Sonra bekleyin ana menüye gelsin. 1 yaparsanız 1 den başlar 0 yaparsanız 0 dan başlar. 0 olduğunda direk gaz kolu ile de hareket sağlayabilirsiniz.


P06> Teker boyutu

bu ayarı 20.2 yapın. Eğer bu ayarı örneğin 11.7 gibi düşük bir değer seçilirse km sayacı ve hızı yanlış olacaktır.

Ama bence 20 yeterli.

Rs3 pro X te bu ayar 0.22 yapılabilir. önerilen fabrika ayar 23.5 .


P07> Hız ölçme mıknatısı

Herhangi bir değişiklik yapmayın.

Bende bu ayar 0000 1 şeklinde.Bu şekilde bırakın

P08> Hız sınırı.

+ tuşuna basarak 63 e kadar getirebilirsiniz.Ben 45 yaptım.

Rs3 pro x te ben 39 a kadar getirebildim. Ama bazı modellerde 100 e kadar getirilebildiğini okumuştum.


P09> Gaz gecikme tepkisi

Ben bu ayarı 0000 0 yaptım.Bu ayarda bisiklet O (sıfırdan) başlıyor.

Ama bu ayarın 1 olması motorun ömrünü uzattığı belirtiliyor. Ama motorun en kısa sürede tepki vermesini istiyorsanız 0 yapabilirsiniz

P09 ayarı el gaz'ı takılı olan bisikletlerde, 01 deyken direkt olarak el gazı ile hareket etmesini engelliyor. Birkaç pedal çevirdikten sonra el gazı aktif oluyor. Sıfır da iken direkt el gazı ile hareket ettirebiliyorsunuz

P10> Sürüş modu

0 seçilirse pedal sonsuz

1 seçilirse sadece gaz kolu

2 seçilirse gaz hem pedal devrede.

Ben bu ayarı 0000 2 yaptım.

P11> Pedal destek hassasiyeti.

Pedal sensörünün ne zaman devreye gireceği belirleniyor.

1-3 arasında seçilebilir.

ben bu ayarı 00002 yaptım.


P12> Motor Destek seviyesi

Pedal çevirmeyi bıraktığınızda motor desteği ne zaman keser.

burada 2 veya 3 seçilebilir.

Ben de bu ayar 00003

P 13> Pedal sensör tipi

bu ayar 00012 de bırakılacak

P14 >

0015 te bırakın.


P 15> Maximum Voltaj koruması

Motor voltaj değeri. Bu değer sabit.

Bende bu ayar 00031.0

Rs3 pro x te bu ayar 0029 olmalı.

P16> Toplam km

Eğer sıfırlamak isterseniz + tuşuna basılı tutarak yapılır.Bu ayara dokunmayın.


P17> Hız sabitleme.

Ben bu ayarı 00000 yaptım. Eğer gaz kolu takıldıysa bu değeri 1 yapın.Bu değer ancak gaz kolu takılırsa yapılır.

Rs3 pro x te bunu 0001 yapın

P18> Motorun tork ayarı.

Bu değer 0 olabilir.

bende bu ayar 00000

Rs3 pro x te 0100 olmalı.


P 19>

Değerler sabittir. Değiştirmeyin.

bende bu ayar 00000

Rs3 pro x P19-20 parametrelerine dokunmayın.

bunu 0000 da bırakın

Devamı
    eposta       edit

18 Ağustos 2025 Pazartesi

Yayınlandı Ağustos 18, 2025 gön: ve 0 yorum

Görevlerim: Günlük-Notlar

 

Haftalık yapılacaklar listesini pratik bir şekilde bir bütün olarak gösteriyor. Arayüzünün sadeliği,karmaşık olmaması çok hoşuma gitti.  Ancak güncel günün rengi diğerlerinden farklı ve vurgulu bir renkte olsa daha iyi olurdu. Daha fazla özellikleri paralı bir şekilde sunuluyor.

https://play.google.com/

Devamı
    eposta       edit

9 Ağustos 2025 Cumartesi

Yayınlandı Ağustos 09, 2025 gön: ve 0 yorum

Olgunlaşmak

Hayatı anlamadan geçip gidiyoruz. Olgunlaşmak kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekânın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek. İçlerinde böyle bir canlılık, böyle bir hayat coşkunluğu duyanlar dünyanın biricik hâkimleridir. 

Cemil Meriç

Devamı
    eposta       edit

8 Ağustos 2025 Cuma

Yayınlandı Ağustos 08, 2025 gön: ve 0 yorum

İsrail'in Gazze'de izlediği soykırım politikası

 


İsrail'in Gazze'de yıllardır izlediği bu zulüm ve katliam ne zamana kadar devam edecek?

Gazze'den yansıyan insanlık dışı sahneler ,daha çocuk çağındaki savunmasız insanlara yapılan bu zulümler ne zaman sona erecek?.

Bu insanların yardım çığlıkları artık ne zaman bitecek? 

Dünyanın gözleri önünde adım adım soykırım suçu işliyor İsrail.

Batı medeniyetinin merhametli insanları artık uykunuzdan uyanın ve bu insanlara bir çıkış yolu yaratın. Daha önce bunu geç de olsa Bosna da katliama uğrayan Boşnak halkı için yaptınız. Diğer pek çok alanda yaptınız.Ortak bir akılla artık İsrail'in yaptıklarına dur deyin.

İsrail içinde bu yapılanların zulüm olduğunu ve durdurulması gerektiğini söyleyecek akıl sahipleri kalmadı mı?

İsrail'in 10 milyona yakın nüfusu var. Hiç bir etkili silaha sahip olmayan bu halka karşı kininiz ne zamana kadar sürecek? Geçmişte katliama uğrayan sizin atalarınızın çektiği bunca acıyı ne çabuk unuttunuz ve şimdi başkalarına yapmaya çalışmaktan zevk alır oldunuz.

7 Ekim saldırısı öteden beri gözünü diktiği Gazze'yi ele geçirmek için aradığı bahaneyi fazlasıyla verdi. O tarihten itibaren hız kazanan bu katliamcı politika hızlı bir şekilde İsraili dönüştürdü.Aslında pekala bu halk ile barış içinde yaşamak mümkündü. Adalet ve sevgi üzerine inşa edilen bir barış süreci sadece İsrailin değil tüm bölge halklarının lehinedir.

Sürekli savaş halinde olan , savaşı yaşam biçimi ve ideoloji olarak halkına empoze etmeye çalışan bir İsrail ile kim işbirliği yaparki ? Komşularına da bir hayır çıkmaz. Görünen örnekler de bunu gösteriyor.

Devamı
    eposta       edit

7 Ağustos 2025 Perşembe

Yayınlandı Ağustos 07, 2025 gön: ve 0 yorum

Atom bombası ve yıkıcı etkileri

 

Dünya , ona zarar verenler yüzünden değil, buna hiç bir şey yapmadan bakanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.

Albert Einstein 

Atom bombası tarihi, insanlık tarihinin en karanlık ve trajik olaylarından birini oluşturmaktadır.

Eşsiz ve yıkıcı bir güce sahip olan atom bombası, insanlık tarihi ve askeri teknolojide önemli bir dönüm noktasıdır. II. Dünya Savaşı sırasında geliştirilmesi ve ardından Japonya'ya karşı kullanılması, küresel siyaseti, savaşı ve uluslararası ilişkileri kökten değiştirmiştir.

Bu yazıda, atom bombası gelişiminin tarihsel bağlamını, bu süreçte yer alan etkili kişileri ve kullanımının dünya meseleleri üzerindeki önemli etkisine çeşitli bakış açıları incelenecektir.

Atom bombası, ilk kez Albert Einstein ve diğer fizikçilerin yaptığı çalışmalar sonucunda geliştirilmiştir. Manhattan Projesi adı verilen bu gizli çalışmalar sonucunda ilk atom bombası üretilmiş ve savaşta kullanılmıştır.

İlk atom bombası, 6 Ağustos 1945'te ABD'nin Japonya'nın Hiroshima şehrine attığı "Little Boy" kod adlı bombayla kullanılmıştır. Bu bombanın ardından 9 Ağustos 1945'te Nagasaki'ye "Fat Man" kod adlı bir atom bombası atılmış ve Japonya savaşı kaybetmiştir.

Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan bu bombaların sonucunda binlerce insan hayatını kaybetmiş, binlerce insan da radyasyona maruz kalarak uzun vadeli sağlık sorunları ile karşı karşıya kalmıştır.

Bu saldırılar, insanlık tarihinin en büyük insanlık suçlarından biri olarak kabul edilmiştir.

Bu olayın ardından dünya üzerindeki dengeler değişmiş, Soğuk Savaş dönemi başlamış ve nükleer silah yarışı hızlanmıştır. Bu silahların kullanımı, büyük bir yıkıma neden olabilir ve sadece masum insanların hayatını tehlikeye atmakla kalmaz, aynı zamanda doğanın da ciddi şekilde zarar görmesine neden olur.

Atom bombasının tarihi, sadece Hiroshima ve Nagasaki saldırılarını içermemektedir. Soğuk Savaş döneminde, ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki nükleer silah yarışıyla birlikte atom bombası stoklanmış ve tehlikeli bir şekilde kullanılmıştır. Bu dönemde, dünya kitle imha silahları tehdidi altındaydı ve ciddi bir nükleer savaş riski söz konusuydu.Ve halen aynı risk devam etmektedir.

Günümüzde, dünya genelinde nükleer silahların yayılmasını sınırlamaya yönelik çeşitli anlaşmalar yapılmıştır. Ancak, halen pek çok ülke nükleer silahları ellerinde bulundurmaya devam etmekte ve bu durum dünya için büyük bir tehdit oluşturmaktadır.

Bu nedenle, tüm ülkelerin nükleer silahları terk etmeye ve barışçıl çözümler aramaya yönelik adımlar atmaları gerekmektedir. Atom bombasının tarihi, insanlığa bunun ne kadar önemli olduğunu göstermektedir ve gelecek nesiller için daha güvenli bir dünya yaratma sorumluluğunu da bizlere hatırlatmaktadır.

ATOM BOMBASININ GELİŞİMİ

Atom bombası tarihi, insanlık için bir uyarı niteliği taşımaktadır. Bu tür yıkıcı silahların kullanımının insanlığa ne kadar büyük zararlar verebileceğini göstermiş ve uluslararası toplumda nükleer silahların kontrolü ve yayılmasının engellenmesi için çeşitli anlaşmalar yapılmıştır. Bugün hala dünya üzerinde birçok ülke nükleer silah sahibi olsa da, tarihten aldığımız derslerle bu silahların yıkım için değil, barış için kullanılması gerektiğini bilmekteyiz.

Atom bombalarının icadı, insanlık tarihinde askeri stratejiyi, uluslararası ilişkileri ve savaşla ilgili etik kaygıları değiştiren önemli anlardan birini temsil eder.

Atom bombasının doğuşu, nükleer fizikteki bilimsel gelişmelerin atom enerjisinden yararlanmanın temellerini attığı 20. yüzyılın başlarına kadar uzanır. Lise Meitner ve Otto Hahn tarafından 1938'de nükleer fisyonun keşfi, atom enerjisinden yararlanmanın kapısını açmıştır.
Atom bombası geliştirme sürecinde, Enrico Fermi ve Leo Szilard gibi bilim insanları nükleer zincirleme reaksiyon teorilerine önemli katkılarda bulunarak bomba geliştirmenin temelini attılar. Ancak bu bilim insanları, atom enerjisine dair insan anlayışını ilerletirken, çalışmalarının ahlaki sonuçlarıyla da boğuştular. Oppenheimer, ilk başarılı denemeden sonra, bombanın yaratılmasına katkıda bulunan bilim insanlarının yaşadığı derin iç çatışmayı gözler önüne sererek, kendisini "Ölüm, dünyaların yok edicisi" gibi hissettiğini söylemişti.Albert Einstein ve Robert Oppenheimer gibi önemli isimler bu çabada kritik roller oynamıştır.

Einstein'ın 1939 tarihli Başkan Franklin D. Roosevelt'e yazdığı mektupta, Nazi Almanyası'nın atom silahları geliştirme potansiyeli konusunda uyarıda bulunmuş ve bu durum Amerika Birleşik Devletleri'ni Manhattan Projesi'ni başlatmaya teşvik etmiştir.

Bu gizli program, Robert Oppenheimer, Enrico Fermi ve Richard Feynman da dahil olmak üzere dönemin en parlak bilim insanlarından bazılarını bir araya getirerek, Temmuz 1945'te Trinity cihazının başarılı bir şekilde test edilmesiyle sonuçlandı. Trinity testi olarak bilinen ilk atom bombası başarılı bir şekilde patlatıldı. Bombalar daha sonra Ağustos 1945'te Hiroşima ve Nagazaki'ye atıldı ve bu da Japonya'nın teslim olmasına ve II. Dünya Savaşı'nın sona ermesine yol açtı.

Atom bombasının mekaniği, uranyum-235 veya plütonyum-239 gibi ağır bir atomun çekirdeğinin daha küçük çekirdeklere bölünerek muazzam miktarda enerji açığa çıkardığı nükleer fisyon prensiplerine dayanır. Bu süreç, geleneksel patlayıcılardan kat kat daha güçlüdür ve Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan bombalar 15.000 ila 20.000 ton TNT'ye eşdeğer patlamalar üretir. Bu bombalamaların ani sonuçları felaket niteliğindeydi ve büyük can kayıplarına ve yıkıma yol açtı. Hiroşima, 6 Ağustos 1945'te yaklaşık 140.000 can kaybıyla yerle bir edildi; Nagazaki ise üç gün sonra yaklaşık 70.000 can kaybıyla benzer bir yıkımla karşı karşıya kaldı.

Bazıları Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan bombaların II. Dünya Savaşı'nın sonunu hızlandırdığını ve Japonya'ya uzun süreli bir kara harekâtını önleyerek hayat kurtardığını savunurken, birçok kişi bu eylemleri insanlık dışı ve gereksiz olarak kınadı. Atom bombasını çevreleyen etik tartışmalar, bu tür yıkıcı silahların sivil halk üzerinde kullanılmasının gerekçesi konusunda derin ahlaki sorular ortaya çıkarıyor. Bombalamalar insanlıkta kalıcı yaralar bırakarak savaş etiği, bilim insanlarının sorumluluğu ve teknolojik gelişmelerin olası sonuçları hakkında tartışmaları alevlendirdi.

Atom bombalarının kullanımı, nükleer reaksiyonlarla ortaya çıkabilecek yıkıcı gücü sergileyerek savaşta bir geçişi işaret etti. Korkunç sonuçlar, bu tür silahların kullanımının gerekçesi hakkında etik soruları gündeme getirdi ve günümüze kadar devam eden tartışmaları alevlendirdi.

Atom bombasının kullanımı, küresel güç dinamiklerinde ve askeri stratejide önemli bir değişime yol açtı. II. Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarda, atom bombalarının varlığı uluslararası ilişkileri ve askeri stratejiyi önemli ölçüde etkiledi. II. Dünya Savaşı'nın hemen ardından, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği arasında bir silahlanma yarışının damgasını vurduğu Soğuk Savaş dönemi başladı. Bomba, saldırganlığa karşı caydırıcı bir rol oynamanın yanı sıra ulusal güvenlik ve nükleer kapasite kavramlarını da birbirine bağladı. Bu dönem, karşılıklı garantili yıkım doktrininin ortaya çıkmasına ve istikrarsız bir güç dengesi yaratılmasına yol açtı. Topyekûn imha tehdidi, küresel gerilimlerin sürdürülmesi pahasına da olsa, süper güçler arasında doğrudan askeri çatışmaları caydırdı.

Silahsızlanma ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi etrafındaki tartışmalar, atom silahlarının oluşturduğu tehlikelerin ele alınmasında kilit temalar olarak ortaya çıktı. 1970 yılında yürürlüğe giren “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması”, nükleer silahların yayılmasını önlemeyi ve nükleer enerjinin barışçıl kullanımını teşvik etmeyi amaçlıyordu.

Dünya genelindeki ülkeler nükleer silah edinmeye başladı ve bu da küresel yok oluş korkularını körükleyen atom cephaneliklerinin yaygınlaşmasına yol açtı.

Atom bombalarının kullanımına ilişkin bakış açıları zamanla değişti. Başlangıçta birçok Amerikalı, bombalamaları savaşın sonunu hızlandırmak ve uzun süreli bir çatışmada kaybedilecek hayatları kurtarmak için gerekli gördü. Ancak savaş sonrası dönemdeki düşünceler, özellikle bombalamaların Japonya'nın teslim olması için gerekli olmadığını savunan tarihçiler ve etikçiler tarafından eleştiri ve ahlaki öfkeye yol açtı. Bu revizyonist anlatı, giderek ivme kazanarak savaş ve sivil kayıplar konusunda daha etik değerlendirmeler yapılması çağrılarına yol açtı.

Son yıllarda atom bombaları etrafındaki tartışmalar gelişti. Gelişen teknolojiler ve nükleer terörizm tehdidi jeopolitik manzarayı dönüştürdü. Nükleer silaha sahip bazı ülkeler, etrafındaki diğer ülkeler üzerinde bölgesel istikrarsızlık korkularını tetiklediği için güncel tartışmaların merkezinde yer alıyor. Dahası, devlet dışı aktörlerin ve siber savaşın yükselişi, nükleer güvenliğe karmaşıklık kattı. Dünya, nükleer cephaneliklere yönelik karmaşık sabotaj potansiyeli ve haydut devletler arasında nükleer silahların teşvik edilmesi gibi yeni zorluklarla karşı karşıya.

Geleceğe bakıldığında, atom silahları tehdidi giderek büyüyor. Jeopolitik rekabetler yoğunlaştıkça, büyük güçler nükleer cephaneliklerini yönetirken uluslararası istikrarı sağlama gibi ikili bir sorumlulukla boğuşmak zorunda kalıyor. Nükleer silahsızlanma kavramı, ulusal güvenlik kaygılarının gölgesinde kalan uzak bir hedef olmaya devam ediyor.
Çağdaş toplumda, atom bombasının mirası derinden yankılanmaya devam ediyor. Nükleer silahların varlığı, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması gibi yayılmalarını sınırlamayı amaçlayan çeşitli anlaşmalarla tartışmalı bir konu olmaya devam ediyor. Jeopolitik gerilimler ve nükleer yetenek arayışındaki haydut devletler nedeniyle daha da kötüleşen nükleer savaş tehdidi devam ediyor. Sonuç olarak, bomba hem insan yaratıcılığının hem de yıkıcı bir yıkım potansiyelinin sembolü olmaya devam ediyor.

Atom bombası bilim ve teknolojide muazzam bir başarıyı temsil ederken, aynı zamanda bu tür ilerlemelerin içerdiği yıkıcı potansiyelin çarpıcı bir hatırlatıcısı olarak da işlev görmektedir. Etkileri savaş alanının ötesine geçerek, uluslararası ilişkilerin ve etik söylemin gidişatını şekillendirmiştir. Atom bombası, insanlığı ilerlemenin iki yönlü doğasıyla yüzleşmeye zorlayarak, toplumu bilimsel keşiflere eşlik eden ahlaki sorumluluklar üzerinde derinlemesine düşünmeye zorlar. Giderek karmaşıklaşan küresel bir ortamda yol alırken, atom bombasından öğrenilen dersler, nükleer çağda barış, güvenlik ve etik yönetimine yaklaşımımızı şekillendirmektedir. Modern jeopolitiğin karmaşıklıkları içerisinde belirsiz bir geleceğe doğru ilerlerken, küresel toplum, nükleer savaşın olası yıkıcı sonuçlarını hafifletmek için nükleer silahların yayılmasının önlenmesi için ortak çabalarda bulunmalıdır.


Referanslar

"The Atomic Bombings of Hiroshima and Nagasaki." Atomic Heritage Foundation. https://www.atomicheritage.org/history/atomic-bombings-hiroshima-and-nagasaki

"Nuclear Weapons." United Nations Office for Disarmament Affairs. https://www.un.org/disarmament/wmd/nuclear/

Gordon, A. (2020). Hiroshima and Nagasaki: The Decision to Drop the Bomb. The American Historical Review, 125(4), 985-1015.

Snyder, G. (2018). Deterrence and Defense: Towards a Theory of National Security. Princeton University Press.

Hoffman, B. (2016). The Future of Arms Control: The Nuclear Challenge. RAND Corporation.

R. J. Alpern, Atomic Bombs and Their Legacies, New York: Oxford University Press, 2020.

R. S. Norris, "Nuclear Disarmament in the 21st Century," Bulletin of the Atomic Scientists, vol. 76, no. 4, pp. 33-45, 2020.

J. A. Mearsheimer, "The Great Delusion: Liberal Dreams and International Realities," New Haven: Yale University Press, 2018.

M. S. Gunter, "Nuclear Proliferation: The Challenge of the 21st Century," International Security, vol. 44, no. 2, pp. 156-183, 2019.

Devamı
    eposta       edit

5 Ağustos 2025 Salı

Yayınlandı Ağustos 05, 2025 gön: ve 0 yorum

Mussolini'nin yükselişi ve hazin sonu


Kibir ve inat, kişinin önce kendisini mükemmelmiş gibi olduğunu sağlar, sonra ise sonunu getirir.

Lev TOLSTOY

Benito Mussolini İtalyan sosyalistlerin lideri olarak başa geldi ama sonra gittikçe aşırı sağa kaydı. Fikirleri ve uygulamaları gittikçe totaliterleşti. Milliyetçiliğin burjuva liberalizmini yok edeceğine ve yeni bir İtalya yaratacak bir hareket oluşturacağına inanıyordu.

Başlangıçta aşağıdaki fikirleri uygulamaktan bahsediyordu.Bunlar:

Milliyetçiliği cumhuriyetçilik ile birleştirmek

kilise karşıtlığı

kadınlara oy hakkı ve diğer sosyal reformlar öneriyordu .

Faşizmin temel fikri erkekleri ve kadınları işçileri ve işverenleri köylüleri ve toprak sahiplerini birleşmiş bir ulusal toplulukta mobilize etmekti. mussolini'ye göre bunun anahtarı şiddetti.

Ve bundan sonra Sosyalistlere ve katoliklere karşı şiddet dolu bir sindirme politikası izlemeye başladı

Mussolinin siyasi vizyonu bireyin tamamen lidere ve ulusa tabi olduğu totaliter bir devlet anlayışına dayanıyordu devlet içinde her şey devlet dışında hiçbir şey devlete karşı hiçbir şey diyordu.

Bu amaçla faşist hükümetin tüm sivil ve bireysel yaşamı merkezi otorite altında kontrol
edeceğini ilan etti .

işte şimdi kritik aşamayı söyleyelim bunu nasıl başaracaktı?
öncelikle siyasi doktrin bağımsız sendikaların muhalefet partilerinin ve özgür basının sistematik  olarak bastırılması ve yerlerine rejim tarafından kontrol edilen yapıların getirilmesiyle uygulamaya kondu.

Bir tarihçinin görüşüne göre "Mussolini büyüklük peşinde koşan bir liderdir.Ama onun asıl istediği İtalyanın büyüklüğü değil kendi büyüklüğüdür".
Mussolinin tarihi geçmişine kısa bir göz atalım.

Benito Mussolini, 1883 yılında kuzey İtalya'da doğdu ve siyasi kariyerine sosyalist bir aktivist olarak başladı. Daha sonra, I. Dünya Savaşı sırasında faşist hareketi kurdu ve 1922 yılında İtalya'nın lideri olarak iktidara geldi. Benito Mussolini, 1922'den 1943'e kadar İtalya'yı yönetmiştir.

Ulusal Faşist Parti'nin lideri olan Mussolini’nin yönetim tarzı otoriter ve totaliterdi. Kendisini "Duce" (lider) olarak adlandırdı ve muhalefeti ezme konusunda acımasızdı.

Mussolini, siyasi manevralar, propaganda ve şiddetin bir araya gelmesiyle iktidara geldi ve ülkeyi demir yumrukla yönetti, muhalefeti bastırdı ve iktidarı kendi elinde topladı.

İtalya'yı Mussolini’nin liderliğinde döneminin en güçlü devletlerinden biri haline getirdi. Ancak, Mussolini'nin faşist ideolojisi ve savaş açılımları, ülke için uzun vadede zararlı oldu.

Mussolini'nin iktidarının temel unsurlarından biri, milliyetçilik ve militarizme vurgu yapmasıydı. İtalya'nın I. Dünya Savaşı'nın sonucunda küçük düşürüldüğüne ve ülkenin eski ihtişamına kavuşturulması gerektiğine inanıyordu. Bu hedefe ulaşmak için Mussolini, orduyu güçlendirme ve fetih ve sömürgeleştirme yoluyla İtalya'nın topraklarını genişletme programını başlattı. Ayrıca, kendisini İtalyan ulusunun vücut bulmuş hali olarak tasvir ederek, etrafında güçlü bir ulusal birlik duygusu ve kişilik kültü oluşturdu.
Mussolini'nin liderliği ve faşist hareketi, tarihçiler arasında tartışmalı bir konudur. Bazıları onu vatansever bir lider olarak görürken, diğerleri onu zalim ve otoriter bir diktatör olarak nitelendirir. Ancak, Mussolini'nin etkileri ve mirası İtalya ve dünya tarihinde derin izler bıraktı.

Mussolini yönetiminin bir diğer önemli yönü, bilgi akışını kontrol etmek ve kamuoyunu şekillendirmek için propaganda ve sansür kullanmasıydı. Rejimini desteklemek ve düşmanlarını şeytanlaştırmak için gazeteler, radyo istasyonları ve film stüdyoları da dahil olmak üzere bir propaganda kanalları ağı kurdu. Muhalefet acımasızca bastırıldı ve rejimi eleştirenler sık sık tutuklandı, işkence gördü veya öldürüldü. Mussolini'nin medya ve sanat üzerindeki totaliter kontrolü, İtalyan halkının tek mesajının onun mesajı olmasını sağladı.

Mussolini'nin ekonomik politikaları da iktidarının temel unsurlarından biriydi. Ekonominin devlet kontrolüne inandı ve hükümetin, iş dünyasının ve emeğin ortak fayda için birlikte çalışması gereken sendikalar halinde örgütlendiği bir korporatizm sistemini destekledi. Mussolini'nin ekonomik politikaları, yoğun devlet müdahaleleri, korumacılık ve istihdamı artırmayı ve ekonomiyi canlandırmayı amaçlayan kamu hizmetleri projeleriyle karakterize edildi. Ancak bu politikalar, İtalya'nın köklü ekonomik sorunlarını çözmede büyük ölçüde başarısız oldu ve ülke, Mussolini'nin iktidarı boyunca yoksulluk ve işsizlikle mücadele etmeye devam etti.
Mussolini yönetiminin en kötü şöhretli yönlerinden biri, siyasi muhalefeti acımasızca bastırması ve düşmanlarına karşı şiddetli zulmüydü. Muhalifler, siyasi muhalifler ve azınlık gruplarının üyeleri, direnişi ezmek ve düzeni sağlamak için gizli polis güçleri ve paramiliter gruplar kullanan rejim tarafından hedef alındı. Bu baskının en kötü şöhretli örneği, rejime yönelik tehditleri gözetlemek ve ortadan kaldırmakla görevli OVRA olarak bilinen gizli polis gücünün kurulmasıydı.

Mussolini rejimi aynı zamanda saldırgan milliyetçiliği ve diktatörün etrafında bir kişilik kültünün teşvik edilmesiyle de karakterize ediliyordu. Mussolini, kendisini İtalyan halkının ruhunu temsil eden ve onları büyüklüğe taşıma yeteneğine sahip karizmatik ve vizyon sahibi bir lider olarak sundu. Rejimine halk desteği toplamak ve İtalyan halkı arasında birlik ve amaç duygusu yaratmak için propaganda, halk gösterileri ve kitlesel mitingler kullandı. Mussolini'nin imajı İtalya genelindeki posterlere, heykellere ve binalara asıldı ve ulusun tartışmasız lideri statüsünü pekiştirdi.

Otoriter yönetimine ve acımasız taktiklerine rağmen Mussolini, sıradan İtalyanların yaşamlarını iyileştirmeyi amaçlayan bir sosyal refah ve kamu hizmetleri programı da izledi. Altyapıya, eğitime ve sağlık hizmetlerine yatırım yaptı ve işçi sınıfına fayda sağlamayı amaçlayan sosyal güvenlik programları ve işçi hakları korumaları uyguladı. Mussolini rejimi ayrıca geleneksel değerleri ve toplumsal cinsiyet rollerini teşvik ederek, İtalyan toplumunun şekillenmesinde ailenin, kilisenin ve ulusun önemini vurguladı.

Mussolini'nin dış politikası, İtalya'nın büyük bir güç olarak statüsünü yeniden tesis etme ve ülkenin Akdeniz ve ötesindeki nüfuzunu genişletme arzusuyla karakterize edildi. 1935'te Etiyopya'yı ve 1939'da Arnavutluk'u işgal ederek agresif bir toprak genişleme politikası izledi. Mussolini ayrıca, mevcut dünya düzenine meydan okuma arayışında doğal bir müttefik olarak gördüğü Nazi Almanyası başta olmak üzere diğer faşist rejimlerle de ittifaklar kurdu. Ancak Mussolini'nin askeri maceraları, ülkenin II. Dünya Savaşı'na katılımının bir sonucu olarak ağır kayıplar ve ekonomik sıkıntılar yaşaması nedeniyle İtalya için nihayetinde felaketle sonuçlandı.

1943'te Mussolini, kendi faşist partisi tarafından iktidardan uzaklaştırıldı ve İtalya, II. Dünya Savaşı'nda taraf değiştirerek Nazi Almanyası'na karşı mücadelede Müttefik kuvvetlerine katıldı. Mussolini'nin liderliği, 1943 yılında İtalya'nın Müttefikler tarafından işgal edilmesi ve Mussolini'nin iktidardan alınmasıyla sona erdi. Mussolini, Almanya'nın desteğiyle kısa bir süre sonra iktidara geri döndü, ancak 1945'te İtalyan partizanlar tarafından yakalanıp idam edildi.

Mussolini'nin iktidarı, yirmi yıldan fazla bir süre boyunca İtalya üzerinde kontrolünü sürdürmesini sağlayan baskı, saldırganlık ve propagandanın bir bileşimiyle damgasını vurdu. Ancak rejimi aynı zamanda beceriksizlik, yolsuzluk ve halk desteğinin eksikliğiyle de damgalanmıştı ve bu da nihayetinde çöküşüne yol açtı.

Sonuç olarak, Mussolini'nin liderliği, İtalya ve dünya tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Onun otoriter ve totaliter yönetimi, birçok insan için trajik olaylara ve acılara neden oldu.

Benito Mussolini, yönetimi İtalyan toplumu ve siyaseti üzerinde derin bir etki bırakan karmaşık ve gizemli bir figürdü. Otoriter rejimi milliyetçilik, militarizm, propaganda ve baskı ile karakterize edildi ve nihayetinde İtalya için felaketle sonuçlanan saldırgan bir yayılmacılık politikası izledi. Acımasız taktiklerine ve iktidar arayışına rağmen, Mussolini sıradan İtalyanların yaşamlarını iyileştirmeyi amaçlayan sosyal refah programları ve kamu hizmetleri projeleri de uyguladı. Ancak rejimi nihayetinde kendi başarısızlıkları ve İtalyan halkının direnişi yüzünden devrildi. Mussolini'nin mirası tartışmalı  olmaya devam ediyor. Bazıları onu İtalya'nın büyüklüğünü yeniden tesis eden vizyon sahibi bir lider olarak görürken, diğerleri onu ülkesine yıkım ve sefalet getiren acımasız bir diktatör olarak kınıyor.

Referanslar:

- R.J.B. Bosworth, Mussolini, Oxford University Press, 2002. - Christopher Hibbert, Mussolini: The Rise and Fall of Il Duce, Palgrave Macmillan, 2008

Benito Mussolini’nin Vahşi İnfazı

 

Devamı
    eposta       edit

31 Temmuz 2025 Perşembe

Yayınlandı Temmuz 31, 2025 gön: ve 0 yorum

Haftalık Ajanda: Notlar&Defter

    eposta       edit

30 Temmuz 2025 Çarşamba

Yayınlandı Temmuz 30, 2025 gön: ve 0 yorum

6 Haziran 1944 – Şafak Işığı - Savaş Belgeseli

 

Bu belgeselde 6 haziran 1944 te yapılan Dünyanın en zorlu ve büyük bir insan kaybına yol açan Normandiya Şafak Işığı, Overlord Operasyonunun hikayesi anlatılıyor. Bu operasyonu planlamak için başa getirilen General Eisenhower şöyle demişti" Tüm dünyada önemli bir sınavın başlaması için sahne hazırlanıyor. Birleşmiş Milletlerin tüm sivil halkları,havacılar, askerler uyandırılmış bir demokrasinin tasarlanabilecek en zorlu savaş makinesi olduğunu bir kez ve herkes için gösterecektir" 

 

Devamı
    eposta       edit

27 Temmuz 2025 Pazar

Yayınlandı Temmuz 27, 2025 gön: ve 0 yorum

Güzel şehirlerimiz yanıyor


 Yeşil Bursa cayır cayır yanıyor. İzmir , Eskişehir ve şimdi Bursa.Kuzey Anadolunun en güzel bitki örtülerinden birini barındıran bölgeler tehdit altında.Kastamonu, Bolu Allah korusun.  Bu yaz sıcaklar ve kuraklık hiç böyle olmamıştı. Meyvelerin az oluşu yetmiyormuş gibi bir de var olan yeşilliği de kaybediyoruz.  Yangınla mücadele konusunda yeterince uçağımız var mı emin değilim. Donanımlı ve yangına karşı etkili bir koruma görevi yapamadığımız daha dün Eskişehirde yangının ortasından kalan 10 kişinin maalesef şehit olmasından anlıyoruz. Yani bu nasıl olabilir insanın aklı almıyor. Çok büyük bir felaket .Orman köylülerinin ormanı koruma teşvikinden ve istihdamından vazgeçilmesi yangınların çıkış miktarını artırdı savunmada etkisiz kalınmasına yol açtı.Neden bu kadar çok  farklı konumda bu kadar sık yangın çıkıyor. Güvenlik zaafiyeti ve koruma konusunda zayıflık var.Güzel ülkemize zarar vermek isteyen hain odaklarının çok kolayca yapabileceği sabotajlara karşı her türlü güvenlik önleminin ve caydırıcı tedbirlerin bir an önce alınması gerekiyor.

Devamı
    eposta       edit

24 Temmuz 2025 Perşembe

Yayınlandı Temmuz 24, 2025 gön: ve 0 yorum

Fırsatçı hırsız

Fırsatçı hırsız, bütün eşyayı götürse yeridir. Çünkü yola koyulan kafilede uyanık bir kişi yok.

Seyyid Nesîmî

Devamı
    eposta       edit

23 Temmuz 2025 Çarşamba

Yayınlandı Temmuz 23, 2025 gön: ve 0 yorum

Berlin duvarı inşası ve yıkılışı

Berlin Duvarı Neden Yapıldı, Nasıl Yıkıldı?

  Berlin Duvarı, Almanya'nın başkenti Berlin'in Batı ve Doğu bölgelerini ayıran ve 1961 ile 1989 yılları arasında varlığını sürdüren bir duvardır. Bu duvar, Soğuk Savaş dönemi boyunca Doğu ve Batı Almanya'yı ayıran sembolik bir yapı olarak tarih sahnesinde önemli bir yer edinmiştir. Duvarın yapım süreci, yalnızca fiziksel bir sınırın oluşumunu değil, aynı zamanda ideolojik ve siyasi ayrılıkların da derinleşmesini simgelemektedir.Utanç Duvarı olarak adlandırılan "Berlin Duvarı", şehri ikiye bölerken aynı zamanda insanları da birbirinden ayırmış ve aileleri bir araya getirmeyi zorlaştırmıştır.

    Berlin Duvarı'nın inşası, 1949 yılında iki ayrı Almanya'nın oluşmasıyla başladı. Batı Almanya, Federal Almanya Cumhuriyeti olarak demokratik bir yönetim şekline sahipken, Doğu Almanya, Alman Demokratik Cumhuriyeti olarak Sovyetler Birliği'nin etkisi altındaki sosyalist bir devlet haline geldi. İki Almanya arasındaki bu farklılıklar, zamanla insanların Doğu'dan Batı’ya kaçışlarını teşvik etti. Bu kaçışlar, özellikle Berlin’in merkezi konumu sayesinde daha da yaygın hale geldi ve binlerce insana özgür bir yaşam umudu sundu.

    Bu durumu kontrol altına almak isteyen Doğu Almanya hükümeti, 13 Ağustos 1961 tarihinde Berlin Duvarı'nı inşa etmeye karar verdi. Gece yarısı başlayan bu inşaat, Doğu Berlin’in önemli caddelerini ve sokaklarını belirli bir noktada kapatarak, Batı Berlin ile temasın kesilmesini sağladı. O gece, askeri birlikler ve inşaat ekipleri hızla duvarı yükseltmeye başladı. Yaklaşık 155 kilometre uzunluğunda olan bu duvar, çit, taş ve beton bloklardan oluşuyordu. Duvar, sadece fiziksel bir engel değil, aynı zamanda insanların özgürlük arayışlarına karşı bir kısıtlama olarak da görüldü.

    Berlin Duvarı'nın yapımının ardından, Doğu Almanya hükümeti bu engeli kendilerini korumak için bir gereklilik olarak tanımladı. Ancak, bu durum uluslararası alanda büyük tepkilere yol açtı. Batı dünyası, bu kapatmanın özgürlük ve insan hakları ihlali olduğunu savundu. Batı Almanya ve diğer ülkelerde düzenlenen protestolar, Berlin Duvarı’nın getirdiği ayrımcılığa karşı bir ses oldu. 



    Duvarın inşası, sadece iki Alman devleti arasındaki sınırı değil, aynı zamanda bir ideolojinin, sosyalizmin ve kapitalizmin çarpışmasını da simgeliyordu. Günler geçtikçe, duvarın fiziksel yapısı güçlendirilirken, onun getirdiği psikolojik etkiler de derinleşti. İnsanlar, sevdiklerinden ayrıldı ve köprüler yıkıldı. İki taraf arasında büyük bir belirsizlik ve korku hâkim oldu.

    Berlin Duvarı, tam 28 yıl boyunca ayakta kaldı ve bu süre zarfında çok sayıda insan, duvarı geçme girişiminde bulundu. 1989 yılında, Doğu Almanya hükümetinin siyasi ve ekonomik istikrarsızlık nedeniyle yaptığı bazı reformlar, halkın duvara karşı umutlarını yeniden yeşertti. 9 Kasım 1989'da, halkın baskısıyla Berlin Duvarı'nın kapıları açıldı ve binlerce insan, özgürce Batı Berlin'e geçmeye başladı. Bu olay, yalnızca Almanya'nın değil, tüm dünyada Soğuk Savaş döneminin sona erdiği bir dönüm noktası oldu.

    Berlin Duvarının yapımı ve yıkımı tarihsel ve politik bir olaydır ve dünya üzerinde önemli bir dönem olan Soğuk Savaş'ın sembolü haline gelmiştir. Duvarın yıkılması, 1989 yılında gerçekleşmiş ve Almanya'nın birleşmesine zemin hazırlamıştır. Bu olay, birçok insanın özgürlük ve birlik arayışını simgelemektedir. Berlin Duvarı'nın tarihsel önemi ve sembolik anlamı, günümüzde hala hatırlanmakta ve üzerinde çeşitli anmalar yapılmaktadır. Berlin'de bulunan Berlin Duvarı Anıtı, bu tarihi yapıyı hatırlamak ve tarihini anlamak için ziyaretçilere açıktır.

    Berlin Duvarı, tarihte yaşanan önemli bir olayı ve bölgenin bölünmüşlüğünü simgeleyen bir yapıdır. Bu duvar, Almanya'nın birleşmesi ve özgürlüğün sembolü olarak hatırlanmaktadır ve tarihi önemi hala devam etmektedir.

Berlin Duvarı'nın inşası, ideolojik bir çatışmanın ve insan hakları ihlallerinin simgesi haline gelmiştir. Onun yıkılışı ise özgürlük arzusunun, birlikteliğin ve insanlığın geleceğe dair umutlarının sembolü olmuştur.

Referanslar

1. Deutsche Welle, "Berlin Duvarı nedir?", https://www.dw.com/tr/berlin-duvarı-nedir/a-181163482. Almanca.org

2."Berlin Duvarı hakkında bilgi", https://www.almanca.org/berlin-duvari/

3.Aldrich, R. J. (2014). The Berlin Wall: A World Divided, 1961-1989. London: Routledge.

4.Galeotti, M. (2019). The Berlin Wall: 1961-1989. Oxford: Osprey Publishing.

5.Klein, E. (2019). The Fall of the Berlin Wall: The Impact on Europe. New York: Palgrave Macmillan.

6.Mason, T. (2018). The Birth of the Berlin Wall: The Cold War’s Legacy. Cambridge: Cambridge University Press. 

Devamı
    eposta       edit