Bazen hayat, bir salyangoz karşıdan karşıya geçecek diye saatler boyunca trafiği durdurabilmektir.
Gökhan özcan
Mihail şolohov don kıyısında hasat adlı romanıyla 1965 nobel edebiyat ödülü almış.Çok az ve yavaş yazmıştır: “pire yakalamak için süratli olmak lazımdır. ama kitaplar yazmak için değil” der. Kitabı anlatış tarzı , olayları akıcı bir şekilde anlatması,insanların konuşma tarzları çok eğlendirici, benzetmeler vurucu. Yazarın bu kitabını severek heyecanla okudum.
kitapta birbirinden ilginç benzetmeler dikkat çekiyor.işte bunlardan bazıları:
kendisi gerçek bir komunist değil yağı çıkarılmış tohum küspesidir.
karnını sütle doyurmak için bir kilere giren çayır yılanı
uyku bastırmış ihtiyar bir köpek
proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yokmuş.
dilinin sopa tutan eskimiş tek parmaklı eldivenden farkı yok.
önceden sadece bir rüzgardın. ama şimdi genç bir kadınsın. artık.bir delikanlı aşık olduğu bir kız uğruna başka bir delikanlıyla kavga etmedikçe delikanlı değil bir çocuktur. bir kız ise dişlerini gösterip, gözlerini kırpıştırdığı sürece bir kadın değil, ancak eteklik içinde bir rüzgardır. ama aşk gözlerini ıslatmaya başladığı, gece akan gözyaşlarından yastığı daima ıslak kaldığı zaman gerçek bir kadındır artık.
Ateş duvarı (Firewall)ilginç konusuyla sürükleyici bir film. Başrolu oynayan Harrison Ford o kadar gerçekçi canlandırmış kı gerilimi adeta hissediyorsunuz. Filmde klavyeler, hızla akan veriler,kamera kayıtları rehin alınan aile ve daha neler…
Koltuk Belası Kemal Sunal’ın en güzel filmlerinden biri . İktidar ve onu temsilen koltuğun etrafında şekillenecek mücadeleyi güzel bir şekilde hicvediyor.Kemal Sunal’ın dürüst çalışan iş anlayışını kullanmak isteyen çıkar çevreleri onu Belediye Başkanı yaparak daha fazla pay kapmanın hesabını yaparlar. Ancak işler hiçde beklenildiği gibi gitmez. Çünkü giderek Belediye Başkanı icraatlarıyla bazılarına ayakbağı olmaya başlamıştır. Koltuğuna yeni kurulan Belediye başkanına özel kalem müdürü gelip şöyle zevkinize göre yeni bir mobilya düzenlemesi yapalım bir tanıdığım var önerisine şu anlamlı cevabı veriyor “bu mobilyaların nesi var milletin parasını har vurup harman savuramam “
Üç Devirde Gördüklerim adlı eserinde Böcüzâde, Isparta’daki genel ilim seviyesini, okulların durumunu ve kalitesini anlattığı bir giriş kısmından sonra, Sultan Abdülhamid dönemini ve bu dönemde Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu zor şartlar ve geri kalmışlığı, Avrupa devletlerinin kapütilasyonlarla Türk milletinin üzerinde kurduğu baskı ve bu baskının devlet ve millet üzerindeki etkisini, Isparta’dan İstanbul’a giderken kara ve deniz yolculuğu esnasında karşılaştığı olay ve eserlerle örnekleyerek birinci bölümde aktarmaktadır.
Mebus seçilerek Isparta’yı temsilen katıldığı İkinci Meşrutiyetin siyasi çalkantılarını, İstanbul’da yaşanan siyasi çekişme ve kargaşayı, ardından Millî Mücadele dönemini ve Isparta’daki bu konuya yönelik faaliyetleri ise ikinci bölümde anlatır.
Üçüncü bölümde ise Cumhuriyet döneminde yaşadıklarını, belediye başkanlığı dönemindeki olayların bir kısmını, halkın Cumhuriyet rejimi sayesinde kazandığı haklar ve ulaştığı sosyal ve kültürel seviyeyi Osmanlı dönemiyle mukayeseler yaparak anlatır.
Eski derebeylerinden biri özene bezene ve kimbilir kimlerin hakkından çaldığı paralarla bir konak yaptırmış, kapılarını gelip geçenlere açarak:
-herkes girip gezsin bulduğu kusurları açıkça söylesin! diye dellal çağırtmış. derebeyinin konağına kusur bulmak kimin haddi? gezenlerin hepsi de:
-Maşaallah peh peh… Hemen uğurlu,kademli olsun. Tanrı kem nazardan saklasın. Hiç bir kusuru yok! demişler
yalnız içlerinden bir derviş, başını koltuğuna alarak demiş ki:
-Fakire kalırsa bir kusuru var!
-Nedir?
-Bekası yok
Büyükdoğu dergisi
Yer yatağında, uykuya dalmış insanlar görüyorum!
Toprak altına gizlenmiş insanlar görüyorum !
Gözlerimin alabildiği kadar adem sahrasına bakıyor ve orada hep göçenleri ve bir daha geri dönmeyenleri görüyorum!
RUBAİYAT-Prof.Dr.Ş.Ü
Ortadoğu Dergisi
Human planet adlı güzel bir belgesel de seyrettim. Ailesine birazcık ekmek götürebilmek için olağanüstü yerlerde ekmek parası kazanmaya çalışan insanların mücadelesini izledim. Adamlar çok zehirli dumanlarin olduğu ve ciğerleri iflas ettiren Yanardağı ağzından sülfür madeni toplayıp 90 kg bulan yüklerini yukarıya kraterin ağzına kadar götürüyorlardı. İki ayrı omza paylaştırılan bu yükler insanların omuzlarını mahvetmişti. Böylesine bir çabanın agir bir yükün parasal karşılığı ise sadece 5 dolardı
Robin williams bir otel odasında ölü bulunmuş. Ölü ozanlar derneği gibi içindeki umudunun peşinden git ve başarıya ulaş tarzı kişisel gelişimi hedefleyen filmlerde oynayıp da bir otel odasında yalnız bir şekilde ölü bulunması hatta intihar etmesi ne kadar ibretlik.Ne şöhretin ne paranın insana ruhundaki bunalımları çözmeye yetmediğini açıkca gösteriyor.
Araştırmacı yazar Hakkı Yılmaz'ın Cihad kavramı üzerine çok farklı bir yorumuna
rastgeldim. Hakkı Yılmaz'a göre “cihad” “Allah tarafından kullarına
verilmiş olan bedenî, malî ve zihnî kuvvetleri Allah yolunda kullanmak,
yani Kur’an’ı anlama, anlatma,yaşama ve tanıtıp yayma için kuvvet
harcamak” demektir ve bu da bilgi, beden ve mal ile yapılır. “Cihad”
sözcüğünün anlamında “adam öldürme, düşman yok etme, ortadan kaldırma”
anlamı yoktur. diyor. (Bkz http://istekuran.net/2013/06/cihad/ )
Bali'de kendini canlı bomba haline getirip bir eğlence merkezini
bombalayanlar, Irak ve suriye'de kendi müslüman kardeşlerinin kelleleri
ile top oynayanlar, farklı inançtaki insanları çocuk kadın demeden
boğazlamayı cihadın emrine yerine getiriyoruz diyen insanlar islamı
vahşet dini haline getirerek islama en büyük zararı verenlerdir.
Politik-psikoloji açısından IŞİD, kadim ve çağdaş sorunların üst üste birikerek karşımıza çıkardığı çok boyutlu ve yoğun bir yapıdır. Korku ve arzuların birleştiği bir vecd/sekr pratiğidir. Batı’nın İslam’ı en derininden yakalayıp bitirmek üzere desteklediği bir saldırı aygıtıdır.
Çok farklı ve gizemli bir şehir Ürgüp. Kapadokya'nın kendine özgü
atmosferinden fazlasıyla nasibini almış. Ürgüp'e tepeden bakan kale
denilen mevkide kayaya oyulmuş evlerde yaşayan insanları düşündüm. Artık
terkedilen bu evlerde yaşayan insanlardan bir iz kalmışmıydı? Neden bu
tip bir yerleşimi seçmişlerdi ?
Çok eski değil, 1980 yılında, hatta 1983'e kadar Türkiye'de döviz taşımak, kablosuz telefon bulundurmak, yabancı sigara taşımak ve satmak suçtu, hem de ciddi suçlardandı. Evet, 1980 yılında bugün herkesin evinde bulunan kablosuz telefon kullanmaktan bir fabrikatör tutuklanmıştı. Şimdi ilkokula giden çocuklar, dağdaki çoban bile cep telefonu kullanıyor.
Hanefi AVCI-haliç'te yaşayan simonlar
Şehirlerimizin hepsi birbirine benziyor artık, oran orantı duygusundan eser kalmamışcasına hep aynı çirkin caddeler, hep aynı çirkin binalar. Yerel yapı arşivlerine hürmet edilmediği gibi her bölgeye standart yapı teknikleri ve malzemesi uygulanıyor, sanki ülkenin üzerine gökten beton kütleleri yağıyor ve telafi edilemez biçimde şehirlerimiz demir-çimento çöplüğü haline geliyor.
Dücane Cündioğlu
Karikatür: kotbasartcolors.blogspot.com.tr
Telafisi olmayan bir eskitme, yok etme sürecidir zaman.
Eskitir her şeyi, genci, güzeli, tazeyi…
Geriye doğru işlemez zaman, hep ileriyi gösterir zaman oku; geçen, mazi olup kalır zaman içinde, gelecek ise sadece bir şüphe…
Hep “ân”ı yaşamak vardır zamanda. Geriye dönüp istenmeyen anıları, ya da geleceğe gidip mutsuzlukları ayıklama şansı yoktur.
Zaman sizi hangi süratle çekiyorsa, o tempoyla katılırsınız zamana. Ve bu hal, zaman sizden yüz çevirene dek sürer.”
Ahmet Deniz-Ölüm son değil
Ey avare yolcu! Yürü!
Durma, yürü!
Bu geçici alemin zevkleri seni Allah’a kavuşmaktan alıkoymasın.
Bu eşsiz manzaraların, bu güzelliklerin hepsi yalnızca bir rüya ve hayaldir.
Ey zavallı ziyaretçi! Yürü!
Durma, yürü!
Yürü ki, Allah'a kavuşmanın gönüle ferahlık veren tazeliğinde yüceliklere eresin. ”
Amakı hayal-Filibeli Ahmed Hilmi
Karikatür: angel-boligan-mexicobest-cartoon2013-12/